Rumî Takvim’den girdiğim hikayeyi yine orayla tamamlayalım isterseniz! Bizim dedelerimizin nüfus cüzdanlarında doğum yılları 1300’lü tarihler olarak kayıtlı idi! 1330, 1335, 1340, … şeklinde yazardı. Biz okullu olduğumuz için “Haydi benim kaç yaşımda olduğumu bul bakalım.” diye bize sorarlardı dedelerimiz. Hem bizi sınamak, hem de altı yüz yıllık dede figürü ortaya çıkarıp mevzuyu espri konusuna dönüştürmek için… Doğal olarak biz de içinde bulunduğumuz yıldan o 1300’lü yılları çıkararak, 600’lü yaşlarda dedelerimizi görürdük karşımızda! Tabi nöronlar kısa devre yapmış, durumumuz beyne dumanlar çıkarır vaziyeti alarak…
Daha sonra işin mahiyetini okulda Tarih öğretmenlerimiz öğretmişti bize. Meğerse önce o Rumî yılı, Miladîye çevirmek ve daha sonra içinde bulunduğumuz yıldan bulduğumuz o sayıyı çıkarmak gerekiyormuş. Bizler de Tarih öğretmenlerimiz sayesinde beynimizdeki kısa devreden kurtuluyorduk. Bu vesileyle eura24 ailesi olarak, belki birilerinin kısa devresini de biz bitirebiliriz hah, ne dersiniz?
Örnek olarak Rumî 1316 yılında doğmuş birisinin doğum yılını Miladî’ye çevirelim haydi…
Miladî Takvim’de 1 yıl 365 gün iken, Rumî ve Hicrî Takvimlerde ise 1 yıl 354 gündür. Rumî ile Hicrînin tek farkı, Muharrem/Mart şeklinde Yılbaşı aylarının farklı olmasıdır. Miladî 622 yılı, her iki takvim için de (Hicrî ve Rumî) yılbaşıdır. 354 ile 365 arasındaki 11 günlük fark 33 yılda bir denkleşmeyi doğurur. O nedenle ilk önce 33’e bölmek gerekir.
1316/33=39.8 sonra 1316+622=1938 bulunur ve 1938-39.8=1898 işlemi ile Miladî doğum yılı bulunmuş olur…
Şimdi biz gelelim asıl konumuza: Siyasi dizaynın parke taşları birer birer döşeniyor…
Rutin olarak yapılan aylık Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında TSK mensupları iktidarı iyice sıkıştırıyordu. İşte 1997 yılının 28 Şubat’ında yapılan 9 saatlik Milli Güvenlik Kurulu toplantısı, tarihin en uzun toplantılarından biri olarak kayıtlara girmişti.
İçinde “Tarikat ve cemaat yapılaşmalarının okulları MEB’e bağlanacak, tarikatlar kapatılacak. Zorunlu olan beş yıllık İlkokul eğitimine son verilerek, sekiz yıllık kesintisiz eğitim, Ortaokulla birleşik şekilde ilköğretim adıyla uygulanacak. Kurban derilerini sadece THK toplayacak. İrticai eylem yaptığı için disiplinsizlik suçlaması ile ordudan atılan subay ve astsubaylara iş verilmeyecek. Kamuda kılık kıyafet kanununa titizlikle uyulacak, başörtüsü yasaklanacak.” gibi maddeler bulunan on sekiz maddelik tavsiye kararları uygulanmak üzere Başbakan Necmettin Erbakan ve Kurulda yer alan Bakanlara imzalattırıldı.
Ardından Ordu(TSK) hakim savcılar, yazar çizer takımı, akademisyenler, yüksek bürokratlar ve valiler olmak üzere peyderpey brifingler veriyor ve herkesi hizaya sokuyordu. Bugün pek çoğu iktidar yandaşı diye nitelenen gazeteciler olmak üzere medya aktörleri de o brifinglerden aldıkları emirlerle demokrasi diyemiyor, darbeci zihniyetin sözcülüğünü yapıyordu. Çok iyi bir gazete okuyucusu ve köşe yazarı tarayıcısı olduğum için ilk etapta aklıma gelen isimler var ama onları burada zikretmek istemiyorum! Lakin şu kadarını söylemeliyim ki, o isimler nasıl aydınlarsa ve toplumu nasıl aydınlatıyorlarsa; “Kesinlikle darbelere karşıyız. Her askeri müdahale mağdur üretmiş ve üzerine gidilen kesimleri daha güçlü olarak iktidara getirmiştir. Demokrat olmak askeri veya sivil her türlü darbenin karşısında olmayı gerektirir!” manifestosu yayınlayamamışlardı!
Finansı Diyanet Vakfı tarafından karşılanan ama askeriyeye bağlı ‘Batı Çalışma Grubu’ kurulmuş ve kamu kurumlarında fişleme operasyonları başlamıştı. Aynı düşünceye sahip olsa hatta daha militarist bile olsa erkeklere dokunulmazken, başörtülü bir kadın bir kurumda çalışıyorsa, o artık Corona virüsü muamelesi görüyordu. Gören kaçıyor veya teftişlerden kaçırılarak bir süre daha durum idare edilmeye çalışılıyordu. Hatta bir dönem, bu son derece zalimane ve işkence eylemleri peruk takarak geçiştirilmeye çalışılsa da, ‘Nuh deyip, Peygamber demeyen’ muktedirler bir türlü tatmin olmamakta ve toplumu kamplara bölerek parke taşlarını döşemenin gereğini yapmaktaydılar.
Başörtülü bir kadına başını açması için dayatılan zorlamalar , kız öğrencileri üniversiteden kopardığı gibi pek çok kadın çalışanı da mesleğinden istifa etmek zorunda bırakmıştı.
Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener de yiğit çıkışını göstermiş, hiçbir valinin ordu tarafından organize edilen o toplantılara katılmayacağını, Meclisin iradesi üzerinde bir iradeye boyun eğmeyeceklerini beyan etmişti. Sonrasında Çevik Bir, bir kadına asla kullanılmayacak bir ifade ile çok af edersiniz ‘Seni kazığa oturturuz!’ tehdidinde bulunmuştu. O yürekli insan, yine pes etmemiş ve ‘Siz karargahtan çıktığınız anda çevik kuvveti karşınızda bulacaksınız!’ mesajını vererek kararlı olduğunu cesaretlere muktedirlere bildirmişti.
Aynı dönemde olağanüstü güçleri ve kerametleri olduğu iddia edilen tarikat ve cemaat liderleri, şeyh şuyh tayfası, konuşunca mangalda kül bırakmayan şovmen ve hamasetçi siyasiler ise kuyruğunu kıstırmış kıçın kıçın ortalıktan kaçarak girecek delik arıyorlardı.
Nihayetinde RefahYol iktidarı, Demirel üzerinden gerçekleştirilen müdahale ile sonlandırıldı. AnaSol-D koalisyon iktidarı ile tavsiye kararları birer birer uygulamaya konularak mağduriyet götürülebileceği son raddeye kadar götürüldü.
"Türkiye laiktir, laik kalacak." sloganları ve "10. Yıl Marşları" ile sanki işgal altındaki ülkeyi kurtarmış edasıyla ortalıkta volta atan muktedirler, halkın arasında laik-antilaik ayrışması yaşatıyordu. Bir el, Puzzle'ın parçalarını istediği gibi birleştiriyordu!
İHL'ler üniversite sınavlarında katsayı zulmü ile cezalandırılıyor, hatta öğrenci yokluğundan dolayı başka okullara dönüştürülmeye ve kapanmaya zorlanıyordu. Halkın kendi parasal kaynakları ile yapılmış ve Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullar olmasına rağmen, onlara yapılan bu cüzzamlı muamelesi haklı olarak insanların tepkisini çekiyordu...
Üniversite kampüs nizamiyelerine kurulan ikna odalarında başörtülü kızlar, başlarını açmaya zorlanıyor ve açmayanların üniversite ile ilişiği kesiliyordu. Ardından o dönemin adı konulmamış âkilleri olan Kemal Alemdaroğlu, Kemal Gürüz, Nur Serter, Zekeriya Beyaz, Sabih Kanadoğlu, Vural Savaş vs makamlarından güç alan ama bugün adları hatırlanmayan, esamesi okunmayan tipler "kamusal alan" tabiri ile bırakın çalışan memurları, halkın dahi kamu kurum ve kuruluşlarına başörtülü girmelerini yasaklatmışlardı.
Askerî lojmanlar dahi kamusal alan ilan edilmişti. Asker eşleri evlerinde denetleniyordu. Ve ibret olsun diye yazmak istiyorum ki, yayınlanan genelgelerde "Başörtülüler ve evcil hayvanlar giremez!" yazacak kadar aşağılık duruma düşmüşlerdi...
Son sürat işleyen siyasî dizayn ile Siyasal İslamcı bir yönetimin ülke geleceğinde etkin bir rol alması için her şeyin planlanmış olduğu bugün daha net anlaşılmıyor muydu?
CIA Türkiye raporlarında o dönem için Türkiye'nin geleceğine damga vuracak iki liderden söz ediliyordu. Bunlardan birisi Tayyip Erdoğan ve diğeri Muhsin Yazıcıoğlu idi...
CIA kayıtlarında "Ne yapılırsa yapılsın, asla kontrol edilemez bir milliyetçi!" ibaresinin geçtiği Muhsin Yazıcıoğlu'nun akıbeti, ne hikmetse sırrı bir türlü çözülemeyen ve kaza süsü verilen suikastle hayatına kast edilerek meçhule terk edilmişti.
Tayyip Erdoğan ise İBB Başkanı iken Siirt'te okuduğu bir şiir yüzünden hapse mahkum edilerek görevinden alındı ve mağdur edildi. Ardından güya hukukî karar gibi gösterilen 'muhtar bile olamaz' dayatmaları ile halkın kin ve öfkesi tırmandırıldı. Oysa hukukî dava açılacaksa İBB Başkanlığı dönemindeki AkBil yolsuzluğu üzerinden bir dava açılabilirdi! Amaç başka olduğu için şiir okumadan dava açıldı…
Ve bütün dayatmalara karşı hep mağdurun yanında yer alan milletin gönlünde efsane bir lider yaratıldı.
Şimdi o efsanenin hataları bile eleştirilemiyor. Dindar bir kimliğe sahip olduğu için dini anlamdaki erozyona dikkat çekilmeye çalışılsa bile 'Sen ondan daha mı iyi biliyorsun?' kontra soruları ile eleştirilerin önü kesiliyor! Soru sorarak akıl yürütmek ve olayların arkasını görmeye çalışmak dahi terörize bir eylem olarak lanse ediliyor.
Yaşananlar bir dizayn değilse:
-Ülkenin Genelkurmay Başkanlığı yapmış birisi bile yargılanıp hapse atılırken, 28 Şubat'ın kudretli generali Çevik Bir'e neden hiç bir şey olmadı?
-Çevik Bir 28 Şubat döneminde yeşil sermaye diye fişlediği iş adamlarının danışmanlığını Ak Parti döneminde nasıl yaptı?
-Çevik Bir Tayyip Erdoğan'ın ABD'deki danışmanlık hizmetlerini hangi vasıfla yaptı?
-2007 Nisan ayında bu defa e-Muhtıra'yla vesayeti karşımıza çıkaran dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'a Devlet Üstün Hizmet madalyası neden verildi?
-Darbeler ülkeyi ekonomik olarak da çok geriye götürmesine rağmen, ülkeyi soyup soğana çevirenlerden neden hesap sorulmadı ve 'devri sabık' ilan edilerek haksız kazançla edindikleri mal varlıklarına neden el konulmadı?
Son olarak sizleri çok yorduğumu düşünüyorum. Takdir edersiniz pek çok karanlık yönü de bulunan o dönemi, bundan daha özet bir şekilde aktaramazdım. 28 ŞUBAT başlığını nihayete erdirelim istedim. Ama siz baba derseniz ki, “Hocam o döneme ait bilgilere ihtiyacımız var. Detaylarıyla biraz daha aydınlatmaya devam eder misiniz?” …
-Neden olmasın ki, derim!..
Haydi o zaman yorumlarla bana dönüşler yapın olmaz mı? Ben de duvara konuşuyormuş gibi hissetmeyeyim kendimi…