Ben küçükken sofra duasını genelde çok kalabalık misafirler olduğunda, yemekten sonra edilen bir dua olarak bilirdim. Öyle yapılınca öyle belliyor insan. Dua etmek de illa hocanın ya da camide, yurtta yemek duasını ezberlemiş bir ufaklığın görevi olurdu. Yani uzmanlaşmak şart. Gerçeği söylemek gerekirse, bizde her yemekten sonra çok şükür, elhamdülillah dense de el açıp beraberce dua edilmezdi pek.
Şimdi ise neredeyse her lokmadan önce Bismillah deyip yuttuktan sonra da Elhamdülillah diyesim geliyor. Kendi evimde her yemekten sonra duamızı etmeye çalışıyoruz. Aslında bir şey yemekse mesele, biz bunun çok azına müdahiliz. Ağzımıza atıp çiğneyip yutuyoruz ama gerisi bize ait değil. Yemek borusundan inmesi, mideye girer girmez enzimlerle yoğrulması, oradan ince bağırsak ve kana geçiş, kalın bağırsaktaki işlemler ve bitiş. Kabaca yazdığım sindirim sistemin işlemesinde çok çok az katkımız var. İnsan şükretmesin mi?
Bunu biraz alışkanlıkla örttüğümüz için, zaten hep bu işler olacakmış gibi düşünüp şükrü ihmal edebiliyoruz. Böyle olmasın diye bunu ara ara kendime hatırlatıyorum. Bazen öğrencilerime ders anlatırken; “Mesela pilavı yediniz. Mide enzimleri hazırla çabuk! İnce bağırsak hazır ol sıra sende! Kalın bağırsak fazla suyu süz! Böyle mi diyorsunuz?” diye sorarak alışkanlık perdesini beraber aralayalım istiyorum.
Nimetin, verilenin farkında olursak şükrederiz. Bu şükrü sadece sofra duası olarak yemeğin arkasına sıkıştırmak yerine bütün bir güne yayabiliriz. Burdan sofra duası önemsiz anlamı çıkmasın. O da çok değerli. Aile bireylerinin yemekte muhabbet etmesi, gülmesi, birbirine takılması ve tabii ki sofra duası ayrı ayrı önemli.
Memleketteyiz bu aralar. Sağ olsun akrabalar yemeğe davet ediyorlar. Bu da çok güzel bir gelenek. Allah rızası gözetilerek yapılınca da çok güzel bir ibadet. Yine böyle 15-20 kişilik bir yemeğin sonlarına doğru, haydi dua edelim, dedim ve başladım bildiklerimi sıralamaya. Elhamdülillahi rabbil alemin dedim önce. Verdiğin nimetler için, bizi kavuşturduğun için sana şükürler olsun. Dualarımızı, ibadetlerimizi kabul eyle. Tövbelerimizi kabul eyle. Senin rızan için yaşayabilmenizi nasip eyle. İyi ile kötüyü doğru ile yanlışı, sevap ile günahı ayırt etmeyi nasip eyle. Hayırlı bir ömür ver. Etrafımıza, kendimize, anne babamıza hayırlı olabilmeyi nasip eyle. Hayırlı evlatlar yetiştirebilmeyi nasip eyle. Son nefesimize kadar Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluh. La ilahe illallah Muhammedün Resulullah, diyebilmeyi nasip eyle. Hayırlı ölümler ver. Efendimizin sancağı altında Kevser Havuzu’nun başında toplanabilmeyi nasip eyle. Yaptığımız işleri Sen'in rızanı niyet ederek yapmayı nasip eyle, dedim. Salavat ve tövbe dualarıyla bitirdim. O an bunlar geldi aklıma. Milletin daha eli yüzüne değmeden babam; Peygamberimize komşu olalım demedin, diye eksiğimi buldu.
Konu eksik bulmaksa; zaten benim ettiğim her dua eksiktir, her ibadet azdır. O ayrı. Bunu, yani duada unuttuğum kısmı demeden önce ağzına sağlık deseydi ya da bir dahakine bunu da ekle deseydi daha iyi olurdu. Amacım babamı yermek değil. Yaşanmış olay üzerinden anlatmaya çalıştığım şu ki güzelliği görmeden önce, emeği görmeden önce eksikliği ve yanlışlığı görüp onu açığa çıkarmaya çalışıyoruz. Bunun beylerin hanımlarına eline sağlık demeden önce tuzu eksik, suyu fazla, eti az demesinden hiçbir farkı yok. Ya da hanımların pazardan dönen eşlerine; eline sağlık demeden önce şunu az almışsın, bunu çok almışsın diye eleştirmesi de aynı. ( Bu da benim yaptığım)
Demem o ki yatay eksende birbirimizin emeğini görmediğimiz gibi dikey eksende de yaratıcının da üzerimizdeki nimetlerini görmüyoruz. Bu da şükürsüzlük ve teşekkür azlığını getiriyor. Problem bu. Çözüm de Elhamdülillah, eline sağlık, emeğine sağlık demek kadar kolay.