?>

Bağımsızlığın Adıdır Çanakkale

Dr.Seyfi AKİL

9 ay önce

ATATÜRK’ÜN İLKELERİNDEN AYRILMAMAK NAMUS SÖZÜMÜZDÜR

Bir tarafta olabildiğince acımasızca ilerleyen kapitalist ve emperyalist düşünce. Bir yanda tek amacı asırlarca vatanında bağımsızca yaşayan ve prangaya mahkum edilmeye çalışılan bir toplum… İşte böyle başlamıştı bir Milletin şahlanış destanı. Bu destanın yaratıcı Türk Milleti ve onun bağrından yetişen” “KARAKTERİMİN TEMELİ BAĞIMSIZLIKTIR” diyen MUSTAFA KEMAL ATATÜRK….

Birinci Dünya savaşı devam ederken Rusya zor duruma düşmüş emperyalist devletlerle işbirliği sekteye uğramış ve çare olarak boğazlardan geçerek Rusya’ya yardım ederek bu ülkenin zor durumundan kurtulmasını sağlamaktır aslında temel amaç. Boğazlar bu şekilde denetim altına alınarak hem Rusya’ya yardım edilecekti hem de Almanya’nın müttefiki olan Osmanlı’da savaş dışı bırakılacaktı. Bu İtilaf devletleri gözünde oldukça basitti elbette. Çünkü; Türkler onlar gözünde iyice zayıflamış, Osmanlı hanedanlığı kendilerinden habersiz adım atamaz hale gelmiş ve her koşulda kendilerine tabi bir devlet hale gelmişti. Her koşulda denetimleri altında olan bir devlet nasıl karşılık verebilirdi üstelik yenilmez armada denilen Güneş Batmayan İmparatorluğu hem karada hem de denizde nasıl yenebilirlerdi ki. Doğru dürüst donanmaları bile yoktu Osmanlı’da onların gözünde. O yüzden planlarında en ufak bir olumsuz durum yoktu elbette onlar açısından. Bu düşünce MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ile tanışana kadar sürecekti elbette.

Birleşik Krallık Savaş Konseyi sekreteri Albay Hankey Winston Churchill'in de desteğiyle, 1914 yılı Eylül ayında Çanakkale Boğazı'nın donanmayla geçilerek İstanbul'un işgalini öngören bir planı savaş konseyine sunmuştur.[10] Plan, çeşitli evrelerden geçerek uygulamaya kondu ve Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan bir donanmanın Boğaz'a geniş çaplı saldırıları 1915 Şubat ayında başlatıldı. Özellikle 19 Şubat 1915 ve 25 Şubat 1915 bombardımanları sonucu Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Çobanlı giriş tabyalarının geri hatta çekilmesi emrini uygulatmıştır. En güçlü saldırı ise 18 Mart 1915 günü uygulamaya konuldu. Ancak Birleşik Donanma ağır kayıplara uğradı ve deniz harekâtından vazgeçmek zorunda kalındı. Deniz harekâtıyla İstanbul'a ulaşılamayacağı anlaşılınca bir kara harekâtıyla Çanakkale Boğazı'ndaki Osmanlı sahil topçu bataryalarını ele geçirmek planı gündeme getirilmiştir. Bu plan çerçevesinde hazırlanan Britanya ve Fransa kuvvetleri 25 Nisan 1915 şafağında Gelibolu Yarımadası'nın güneyinde beş noktada karaya çıkarılmıştır. Britanya ve Fransa çıkarma kuvvetleri her ne kadar Seddülbahir ve Arıburnu sahillerinde köprübaşları oluşturmayı başardılarsa da Osmanlı kuvvetlerinin inatçı savunmaları ve zaman zaman giriştikleri karşı taarruzlar sonucunda Gelibolu Yarımadası'nı işgalde başarılı olamadılar. Bunun üzerine sahildeki kuvvetler takviye edilmek için Arıburnu'nun kuzeyinde Suvla Koyu'na 6 Ağustos 1915 tarihinde yeni kuvvetlerle bir üçüncü çıkarma yapılmıştır. Ancak 9 Ağustos'ta Kurmay Albay Mustafa Kemal'in Birinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen karşı taarruzunda İngiliz Komutanlığı ihtiyat tümenini ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir. Mustafa Kemal ertesi gün Kocaçimentepe-Conk Bayırı hattında yeni bir karşı taarruz gerçekleştirmişti, bu hattaki Anzak birliklerini de geri atmıştır. Britanya ve Anzak kuvvetlerinin İkinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen genel taarruzları ise Osmanlı savunmasını aşamamıştır. Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve Fransız kuvvetleri Gelibolu Yarımadasını 1915 yılı Aralık ayı içinde tahliye etmiştir.

 

Çanakkale Savaşı'nda Deniz Harekâtı'nın başarısızlığı, umutları Kara Harekâtı’na çevirmişti. Daha 1 Mart’ta Yunanistan, Gelibolu yarımadasını işgal etmek, mümkün olduğu takdirde İstanbul üzerine yürümek üzere Birleşik Krallık'a üç tümenlik bir kuvvet önermişti. İngiliz ve Fransızlara kalsa öneri kabul edilebilirdi. Ancak Rus Çarı, Birleşik Krallık Büyükelçisi'ne hiçbir şart altında Yunan askerinin İstanbul’a girmesine izin vermeyeceğini bildirerek, bu tasarıyı önledi.  Askeri durumu incelemek için Çanakkale'ye gönderilen General Sir William Birdwood, 5 Mart'ta Kitchener'a gönderdiği raporda, donanmanın tek başına Boğaz'dan geçemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan donanmayı desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Bu rapor Kitchener'in bütün tereddütlerini giderdi. 10 Mart'ta 29'uncu Tümenin Ege'ye gönderileceğini açıkladı. Ayrıca, bir tümen de kendilerinin göndermeleri için Fransızları ikna edeceğini ilave ediyordu. Böylece, Mısır'daki Anzak Tümenleri ile birlikte 70 bin kişilik bir kolordu bu işe ayrılmış oluyordu. Birdwood'un raporuna rağmen, hâla donanmanın tek başına Boğazı geçebileceğini düşünenler vardı. Bu karışıklık içinde Kara kuvveti hazır olana kadar Donanmanın harekâtını geri bırakmasını, bu suretle Kara ve Deniz Kuvvetlerinin müşterek harekâta başlamasının en iyisi olacağını hiç kimse aklına getiremiyordu. O sıralarda Londra’ya hakim olan bu kargaşalık ve belirsizliği, ne yapacağı belli olmayan Sefer Kuvveti’nin Komutanlığına yapılan atamadan anlamak mümkündür. Bu komutan, Kitchener’in Güney Afrika savaşlarından eski bir arkadaşı General Sir Ian Hamilton'du. Donanma asıl saldırısını yapana kadar, Hamilton’un birlikleri işe karışmayacaktı. Eğer deneme başarıya ulaşmazsa Hamilton Gelibolu yarımadasına çıkarma yapacak, başarıya ulaşırsa yarımadaya zayıf bir kuvvet bırakıp doğrudan doğruya İstanbul üzerine yürüyecekti. Oradan İstanbul Boğazına çıkarılmış bir Rus Birliği ile birleşmesi umuluyordu.  Türk tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı kendisine olan güvenini tazelemiş, Çanakkale’nin Boğazlar’dan geçilemeyeceğini tüm dünyaya göstermişti. Bu zaferin ardından, İtilafların kaçınılmaz kara harekâtına karşı Türk tarafı da son sürat hazırlıklara başlamıştı. Gelibolu'da 5. Ordu oluşturulmuş başına da Mareşal Liman von Sanders getirilmişti. Kıyılara dikenli tellerle çevriliyor, birlikler önemli yerlere yerleştiriliyor, müttefiklerin her hareketi gözleniyordu. Müttefik çıkarmasını bekleyen bir başka kişi ise 19. İhtiyat Tümeni’nin başında bulunan yarbay Mustafa Kemal Bey'di.

 

Elbette böyle büyük bir kahramanlığı sayfalara sığdırmak mümkün değil. Ama bu zaferin mimari MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ü ve aziz şehitlerimizi anmadan olmaz. Hadi yazıyı yine EBEDİ ve EZELİ BAŞKOMUTAN, BÜYÜK DEVLET ADAMI BÜYÜK DEVRİMCİ, DEVLETİMİZİN KURUCUSU VE KURTARICISI O BÜYÜK İNSANIN efsaneleşen sözü ile bitirelim:

 

“Gerçekten de düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlik içinde ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün. Ben kuvvetleri (geride) bırakmışım, askerler on dakika istirahat etsin diye... Düşman da bu tepeye gelmiş... Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman benim yere gelse kuvvetlerim çok kötü bir duruma düşecekti. O zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir düşünme ile midir, yoksa önsezi ile midir, bilmiyorum. Kaçan askerlere”:

— Düşmandan kaçılmaz, dedim.

— Cephanemiz kalmadı’ dediler.

— Cephaneniz yoksa süngünüz var dedim.

 

Daha sonra, Kolordu Komutanı Esat Paşa'nın izniyle, 27. Alay’dan geri kalan birlikleri de emrine alan Tümen Komutanı Mustafa Kemal, karşı saldırıya geçmek üzere 57. Alay'a şu emri verir:

“Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.”

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI