?>

BANA NE DİYEMEDİKLERİM

Hümeyra Yıldırım YALÇIN

3 yıl önce

Annem de öyledir. Bir olay olduğu vakit onu aşmak, halletmek yerine kaygılanmayı tercih eder. İçinde bulunduğu duygu durumundan çıkması zaman alır. Armut dibine düştüğünden, gitgide değil de başından beri anneme benzediğimden ben de aynı davranışları gösteririm üç aşağı beş yukarı. Bundan kaçış olmadığı için olaylardan kaçmaya çalışırım ben de.

 

Bir yazı okumuştum bu günlerde, müzelerle ilgili. Zamanında bizim pek çok tarihi eserimiz yurt dışına kaçırılmış. Bazı aileler ve kişiler de önayak olmuş bu işe. Neresinden tutarsan tut can sıkıcı bir olay. Giden eserlere mi üzülesin, onların peşkeş çekilmesine mi? Sonra dedim ki, bu senin meselen değil. Evet değil diye onayladım içimden. Bana neyse, dedim geçtim. Geçmesem zamanında yabancı devletlere kaptırılan el yazması kitaplar falan gelecek aklıma. Zincir devam edecek halka halka.

 

Bu gibi konular, siyaset, diziler, filmler benim gündeme girer ama; iyi, yaa, tüh, çok iyi gibi tepkilerle karşılandığı için gerisin geri gider. Ben banane demeden onlar bana sanane diye sıkılgan bir bakış atarlar. Ben de başka şeylerle ilgilenirim. Şiirle mesela. “Odaların boş köşelerine baktıkça sevmek yalanı...” Mısrası beni epey meşgul eder. Tekrarladıkça bir resme dönüşür gözümde, bir hikayeye dönüşür belki. Çınlar durur bir süre içimde.

 

“Şimdi ne yazsam da geçse kalbimin küsü...” Mısrası sanki bana sorulmuş gibi içlenirim.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık

Evlerin bacasını yokluyor yıldırımlar

İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık

Bir benim, biri serseri kaldırımlar

Mısraları bir melankolinin peşinden sürüklüyor beni. Etraf günlük güneşlik bile olsa, benim gökyüzüme kara bulutlar toplanır o anda. Kaldırımların yalnız arkadaşı ben olurum.

 

Adını söylemek istemiyorumher hecesi amansız bir kor dudaklarımdaadını söylemek istemiyorumrüveyda dediğim zamananla ki, senin için yürüyor kelimelerçığlığımın atardamarlarından

Mısralarını okurken Rüveyda olup çıkıyorum. Nasıl kayıtsız kalayım bu şiirlere? Kelimeler etrafında fır döndürüyor beni.

 

Bir de kediler, kuşlar, kaplumbağalar, karıncalar, çocuklar var. Ağaçları da unutmayayım. Hep gündemimdeler bunlar. Bir kap yemekle çıktığımda sokağa, özellikle kışın, ben çağırmadan koşup geliyor kediler arkamdan. Verdiğimi yediler mi? Yoksa beğenmediler mi? Neden böyle oldu ki? Bu kuş niye yalnız uçuyor? Arkadaşı yok mu ki? Bu yavru kaplumbağanın burada ne işi var? Mezarlığa götürelim,  su bulamaz burada... Bunlar benim gündemimdeki konuların, soruların bazıları.

 

Bazen yürüyüşe çıkarınca çocukları, özellikle ufak, “Anne ineğe bak, anne ata bak, anne salyangoz!” diye bağırıyor. Her gördüğünü göstermek istiyor. Bizim yürüyüş oluyor sana duruş. Salyangozların başında duruş, dikenlerin başında duruş, kedilerin yanında duruş, sarı çiçeklerin yanında duruş...

 

Salyangoza sümüklü böcek dediğimizden sanırım benim ufak dün yine salyangoz gördü ve “Annesi sümükünü silmemiş.” deyiverdi. Ne güzel çocukların dünyasındaki olayların akışı. Başka bir dünya, başka bir gündem. Sürünen hayvanların kemikleri olmuyormuş anne, dedi büyük de ufaktan sonra. Yılanların var annem, dedim ben de. Solucanın yok ama dedi bu sefer. Doğru, yok onun dedim. Küçüklerin yok yani kemiği deyince, kurbağa küçük ama onun kemiği var biliyor musun, dedim. Ama o sürüngen değil ki zıplayıcı, dedi. İlla fen bilgisinin istediği gibi ayıracak değil ya, zıplayıcı oldukça makul bir sınıflandırma.

 

Borsa, iniş çıkış, televizyon, haberler, siyaset başkalarının olsun. Ben bu gündemlerle epey meşgulüm. Ha bir de çay var, o da artık başka bir yazıya kalsın. Herkesin yaşadığını yazı diye önümüze getireceksen hiç yazma. Kalsın, demezseniz tabi.

YAZARIN DİĞER YAZILARI