Hatırlayacaksınız. İki gün önceki yazımda “zekâ-eğitim” paradoksu üzerinde durmuştuk. Son derece karmaşık bir kavram olan zekânın net bir şekilde ölçümlenemeyeceğini, başarı düzeyinin her zaman çocuğun potansiyel zekâsıyla ilişkili olmayabileceğini ifade etmiştik.
Gelin, bugün çocukların yetiştirilmesinde ilk fakat en önemli faktör olan anne baba tutumlarını ve bu tutumların çocuğun ileriki hayatında onu ne gibi yönlere savurabileceğini ifade etmeye çalışalım:
Bu konuda uzmanlarınca yapılan araştırmalar, çocuğa karşı takınılan yanlış anne baba tutumlarını daha net kategorize edebilmemizi sağlıyor aslında.
İl olarak “reddedici anne baba tutumu”nu ele alalım. Bu tutumu sergileyen anne ve babaların yuvalarında adeta cehennem hayatı yaşanmaktadır. Kendi öz evlatlarına daha ölmeden bu muameleyi reva gören ebeveynler çocuğa karşı düşmanmış gibi davranır. Şefkat, sevgi, sıcaklık verilmez. Öz evlatları olduğu halde anne baba tarafından çocuk üvey evlat muamelesi görmektedir.
Bazen sadece anne bazen de sadece baba çocuğu ret eder. Ama genelde aile içinde çocuğa soğuk davranılır. Çocuğun hiçbir şeyi beğenilmez ve devamlı her yaptığı eleştirilir. Aile sıcak, sosyal ve güven verici havadan kesinlikle yoksundur. Aile içi yaşam gerilim, çatışma ve kavgalarla doludur. Anne baba çocuğu sevmemekte, anlamamakta ve onu diktatörce yönetmeye çalışmaktadır. Bu tür bir ortamda büyüyen çocuk anne babasına karşı dirençsiz olsa da büyüdükçe hırçın, asi, merhametsiz, sürekli mutsuz bir ruh hali taşıyacaktır.
Pasif ve kayıtsız ebeveynler ise, çocuğun davranışları karşısında "ilgisiz ve kayıtsız" davranışlar sergileyen anne babadır. Onlar için çocuğun varlığı ve yokluğu belli değildir. Bu gruba giren anne babalar hoş görü ile boş vermeyi birbirine karıştırmaktadırlar.
Anne baba çocuğa karşı çocuğun kendisini rahatsız hissedecek kadar kayıtsız kalabilmektedir. Çocuğu ihmal eden anne baba zorunlu olduğu zamanlarda, çocukla yüzeysel bir ilişki kurabilmektedir. Çocuk, anne babayı rahatsız etmediği müddetçe, görünürde çocukla ilgili pek bir problem yoktur. Bazı anne babalarsa çocuğa karşı kayıtsız kalmanın ona ilgi ve sevgi vermemenin doğru olduğunu düşünmektedirler. Niçin böyle düşünürler? İhtimaller: "Çocuk şımarabilir. Yarın öbür gün anneyi anne babayı da baba olarak bilmez. Evde anne babanın otoritesi sarsılır.
Ülkemizde bazı bölgelerde hala geçerli olan bir geleneğimiz var. “Büyüklerin yanında çocuk sevilmez, öpülmez, kucaklanmaz; hatta öyle ki, çocuk ağlıyor olsa dahi büyüklerden izin alınmadığı müddetçe çocuğa bakılmaz." Nedir bu geleneğin mantığı?
Çocuk büyüdükçe aile ile çatışmaları artacak, aileden intikam alma yolarını arayacaktır. Yaşı ilerledikçe aileden uzaklaşacaktır. Anne babanın ilgiye bakıma muhtaç olduğu zamanlarda onların yanın da olmayacaktır. Çünkü kendisinin ilgiye sevgiye ihtiyacı olduğu zamanlarda anne baba tarafından bu ilgi ve sevgi ondan esirgenmiştir.
Baskıcı-otoriter yaklaşım: Çocuğunu, kendi ideallerinde yaşattığı kalıplara uygun küçük bir yetişkin yapma çabasıyla yola çıkan ana babaların çoğunlukla katı, baskıcı ve hoşgörüsüz bir tutum içinde olduklarını görürüz. Çocuğumuz bizden yaşça bedence ve ruhça küçük olabilir fakat bu çocuğumuzun bizim bir model küçüğümüz olması anlamına gelmez! O, henüz bir çocuktur. Evet çocuktur. Yaramazlık ve hatalar yapması kadar doğal olabilecek ne olabilir ki? Çocuğun isteği sadece çocukluğunu yaşayabilmektir. Söyler misiniz? Çocuğunuz çocukluğunu şimdi yaşamayacak da ne zaman yaşayacak? "Yaşamadığım çocukluğumun hesabını kimden soracağım?” diyor şair.
Katı, baskıcı eğitim tarzını benimseyen ailelerdeki bu şansız çocukların hiçbir zaman çocukluğunu yaşama fırsatları olmaz. Evde askeri bir sistem hâkimdir. Katı baskıca eğitim tarzını benimseyen ailelerdeki bu şanssız çocukların hiçbir zaman çocukluklarını yaşama fırsatları olmaz. Anne babalarının gözlerinde onlar hiç büyümedikleri için günün birinde çocuk, tüm ona yaşatılan bu olumsuzluklara rağmen verdiği mücadeleyle Tıp Fakültesini kazanmış dahi olsa istemediği bir oluşumun evinde kalmak zorundadır.
Babasının baskısından kurtulan Enes Kara, üniversiteli olmasına rağmen özgürlüğü hiç tadamadan bir başka baskı ortamının içine dalmak zorunda kaldı. Bulunduğu şartların zorluğunu kendi öz (!) babasına defalarca anlatmaya çalışmasına rağmen karşısında bırakın soğuk duvarı, çelik kapılar buldu yerden göğe kadar yükselen. Bu dünyadan göçüp gitmek zorunda kaldı. Sırf, benim gibi düşünmek, yaşamak zorundasın diyen babasına karşı sessiz bir çığlıktı onunki. Öylesine sessizdi ki, aramızdan hazin bir şekilde ayrılışı, babasının aslında hiç var olmayan kalbi ve vicdanına ulaşamazdı zaten. Bu nedenle samimi olarak hiçbir pişmanlık ya da üzüntü belirtisi duyduğunu hiç sanmıyorum?!..
Aşırı koruyucu ve abartılmış sevgi ile büyütülen çocuklar hayata ve sosyal yaşama gereğince hazırlanamazlar. Hayattan edinmeleri gereken deneyimleri edinmeden hayatla karşı karşıya kaldıklarında uyum sağlamakta güçlük çekmektedirler. Ailenin sıcak kucağından ayrılmak istemezler. Toplum içinde bu tür çocuklara “Anne kuzusu" veya "Süt çocuğu" gibi isimler takılmakta ve bu şekilde muamele görmektedirler.
Beceriksiz, çekingen ve sakar görünürler. Atılım ve başarma gücünden, kendilerini kabul ettirme istek ve yeteneğinden yoksundurlar. İçlerindeki cevher kolay kolay su yüzüne çıkmaz. Çoğunlukla başarısız ve mutsuz olurlar. Toplumsal yaşam bir kavga ve bir güç yarışıdır. Çocuk bu yarışta baştan yenilgiyi kabul eder. Çocukta yarışma isteği dahi görülmez. Aileden uzak yaşamak çocuk için oldukça acıdır. Bu durum, yetişkin olsa da değişmeyecektir.
Amaçsız hoşgörülü ana baba tutumunda ise yukarıda anlatmaya çalıştıklarımdan biraz farklıdır. Anne baba ev içinde ve dışında çocuğun kendilerini rahatsız etmemesi şartıyla, çocuğun tüm davranışlarında serbestlik vardır. Çocuk bir müddet sonra anlar ki "Anne babayı rahatsız etmezsem, her şeyi yapabilirim. “demeye başlar.
Böyle anne babalar hoşgörülü tutumlarından kolay kolay ayrılmak istemezler. Çünkü çocuğa dilediğini vermenin ona karşı koymaktan daha kolay olduğu düşüncesini kendilerine yerleştirmiştirler. Çocuğu en kolay metotla büyütmektedirler. Çocuğun istekleri "Bırak ver de ağlamasın, çocuk üzülmesin." Veya "Çocuktur yapar, siz hiç çocuk olmadınız mı? “denilerek yerine getirilmeye çalışılır. Kendi yaşamadıkları çocukluklarının çocukları tarafından yaşanmasını isterler.
Amaçsız hoşgörülü aile ortamında yetişen çocuk boşlukta gibidir. Başka çocukların ve toplumun içine girdiği zaman çekingenlik, ürkeklik, göstermekte, grup içinde etkin rol alamamakta, grubun önemsiz işlerini yapmaya eğilim göstermekte, dolayışı ile güvensizlik içinde ve endişeli olmaktadır. Çünkü evin dışındaki kurallar ev kuralları ile çok farklıdır.
Mükemmeliyetçi anne baba her şeyin en iyisini çocuğundan bekler. Kendi gerçekleştiremediği yaşantıları çocuklarının gerçekleştirmesini ister. Mükemmeliyetçi anne babanın çocuğu sınıfın birincisi ve hatta okulun birincisi olmalıdır. Ayrıca çok iyi resim yapmalı, şarkı söylemeli, iyi konuşmalı, lider olmalı, iyi yüzmeli, koşmalı herkesin parmakla göstereceği örnek davranışlar sergileyen çocuk olmalıdır. Hayır! Böyle ailelerde çocuk asla çocuk olmaz. Çocukluğunu yaşayamaz.
Mükemmeliyetçi anne baba tutumuyla yetişen çocuklar ağır nörotik gelişim gösterirler. Kişilik ve karakter yapıları genelde çok katıdır. Esneklik görülmez. Onlar için bir şey ya siyahtır ya da beyaz. Hayatlarında gri ve diğer renkler yer almaz. Bir şey veya kimse ya iyidir ya da kötü. Çocuk her işte en iyisi ve en üstünü olmak ister. Fakat her işte istediği seviyeyi yakalamayınca hayal kırıklığına uğrar.
Şimdiye kadar saydığım bu yanlış anne baba tutumlarından içiniz karamış olabilir, farkındayım. Nihayet olması gereken tutuma geldik:
Kabul edici, güven verici, hoşgörülü ve demokratik anne baba tutumu. Bu davranışa sahip ebeveynler, çocuğu her yönüyle kabullenirler. Sevgi ve ilgi samimi, olması gerektiği şekliyle gösterilir. Kabul eden anne baba, çocuğun ilgilerini göz önünde tutarak onun yeteneklerini geliştirecek ortamı çocuk için hazırlar. Kabul gören çocuk, genellikle sosyalleşmiş, işbirliğine hazır, arkadaş canlısı, duygusal ve sosyal açıdan dengeli ve mutlu bir bireydir.
Anne baba birbirlerine ve çocuklarına karşı olan duygularında net ve açıktır. Aile içinde güven ve şeffaflık vardır. Aile huzurludur. Problemlerle nasıl baş edebileceklerini birlikte araştırırlar. Bu ortamda yetişen çocuğa kişilik özelliği olarak aynen yansır. Ana babaların çocuklarına karşı hoşgörülü sahibi olmaları, çocuklarını desteklemeleri, bazı kısıtlamaların dışında çocuğun istek ve arzularını yerine getirmeleri anlamına gelmektedir.
Elbette şu nokta da çok önemli, atlamayalım: Böylesine sevgi dolu, huzurlu, mutlu, başarılı bir çocuk yetiştirecek ortamın oluşması, birbirlerini gerçek anlamda seven, fedakâr, sevgi ve saygı temeli sarsılmamış, karşılıklı anlayış ve iş birliği ile ilişkilerini yürüten anne ve baba olabilmekle de doğrudan ilişkilidir.
“Birbirinden apayrı iki karakterin ömür boyu birlikteliği” prensibine dayanan evlilik kurumunda anne ve baba birbirleriyle bu uyumu ne denli iyi yakalayabilirse, mutlu çocuk yetiştirme şansları o kadar yüksek olacaktır.
Bu ise şans veya tesadüf değil, sabır, anlayış, hoş görü ve çabayla gerçekleşebilecek bir durumdur. Bazılarının iddia ettiği gibi ruh ikizini arama çabaları beyhude bir oyalanmayı, kanımca geçemeyecektir.