Bir varmış bir yokmuş. Zamanın birinde canı sıkılan iki kardeş ormana gitmeye karar vermiş. Ormanda türlü türlü ağaçlar, ufak gölcükler, yerden çıkan gözeler, çeşit çeşit kuşlar varmış. Orman onlara göre korkunç değil esrarengiz bir yermiş.
Ormana girer girmez şehrin gürültüsü dinmiş hemen. Bastıkları dalların çıtırtısı, rüzgârın derin uğultusu, kuşların cıvıltısı varmış artık. Etraftaki ağaçlara, taşlara, dallara bakınırken yanlarından hızlıca bir hayvan geçmiş. Küçük olan sormuş; “Metehan abi, bu da neydi böyle? Rüzgârın üzerine binmiş gibi hızlıydı.” Abisi de tavşandı o, gidip bir selam verelim demiş. İki kardeşi fark eden tavşan durup geriye dönmüş. Biraz hasbi hal etmişler. Mertenes tavşana neden bu kadar hızlı gittiğini sormuş. Tavşan da; “Ormanda görülecek o kadar güzel ağaçlar, kuşlar, kelebekler, şelaleler var ve orman o kadar büyük ki... Hızlı olmalıyım çünkü daha fazlasını görmek için sabırsızlanıyorum.” demiş. Bunu duyan Mertenes abisine; “Öyleyse biz de hızlanalım, daha çok şey görmüş oluruz.” demiş. İki kardeş adımlarını sıklaştırılmış.
Derken yavaş yavaş, sakin sakin ilerleyen bir kaplumbağaya denk gelmişler. Onunla da biraz hasbi hal etmişler. Mertenes kaplumbağaya; “Ben internette sizin çok hızlı ilerlediğiniz videolara denk geldim. Sen neden ısrarla yavaş gidiyorsun?” diye sormuş. O da; “Etrafta olup bitenleri seyretmeye doyamıyorum. Bir kelebeğin uçuşunu, serçenin su içmesini, karıncanın buğdayı taşımasını seyretmek için yavaş yürüyorum. Hatta duruyorum çoğu zaman. Ormanda incelenecek çok bitki, hayvan, mantar, çiçek, yosun var.” demiş. Abisine dönmüş Mertenes; “Öyleyse biz de yavaşlayalım da daha çok inceleme imkanımız olsun.” demiş. Kabul etmiş abisi. Hatta biraz oturmuşlar oldukları yere. O sırada bir kozadan rengârenk bir kelebek çıkmaya çalışıyormuş. Başlamışlar onu izlemeye. Az ilerde bir şey takılmış gözlerine. Dikkatli bakınca bunun bir köstebek olduğunu anlamışlar. Köstebek kafasını topraktan çıkarıyor, sağa sola bakınıp tekrar toprağa giriyormuş. Yanına gitmişler. Bu sefer Metehan sormuş neden böyle yaptığını. Köstebek de; “Ben karanlıkta yaşarım ama arada gündüzü ve gökyüzünün gecesini seyretmeyi de severim. Kafamı çıkarıp güneşe, çiçeklere, minik böceklere, aya, yıldızlara bakarım. Sonra evime gidip gördüklerimi düşünüp onları yazarım.” demiş. Siz kalem kâğıt mı kullanıyorsunuz, demiş Mertenes. Köstebek gülmüş. Hayır, kalbime yazıyorum demiş. Kalbine yazıyorsun, diye tekrar etmiş Mertenes.
Ormanda epey vakit geçirdiğini anlayan iki kardeş geldikleri yoldan hava kararmadan tekrar evlerine dönmüş. Artık kalplerine bir tavşan, bir kaplumbağa ve bir de köstebek eklenmiş. Gökten 3 elma düşmüş. Birini Mertenes ve Metehan paylaşmış. Diğeri masalı okuyanlarınmış. Sonuncusu da bana kalmış. Ben de elmayı aldım elime, düştüm gönlümün yoluna...
Belki de yetişkinlerin çocuklardan daha fazla ihtiyacı vardır masallara. Daha çok tatile gideceğim, daha çok gezeceğim, daha farklı mekânlar göreceğim diye zamanı hızlıca tüketenler var. Bir nehirde suyun akışını, lacivert bir gecede yıldızların kıpırtısını, çiçeğin rüzgârda salınışını, tellere konan kuşları, akıp giden bulutları seyrederek zamanı yayanlar var atlas gibi. Kendi dünyasında yaşayıp arada bir ortaya çıkan ve bununla mutlu olanlar da var. Hepsini aynı bünyede toplamayı başaranlar da vardır aramızda. Yaşam bir yarış olsaydı hepsini kıyaslamam gerekirdi birbiriyle. Bir yarışta değiliz o yüzden hepsi kalsın öylece.
Gezip gördüklerimiz, oturup seyrettiklerimiz, var olduğuna sevindiklerimiz bizi bir yere götürmeli. O da şükürdür. Dil ile beden ile ve kalp ile şükür olarak ayırabiliriz bunu. Elhamdülillah demek dille şükürdür. Başta namaz olmak üzere ibadet etmek beden ile şükürdür. Kalp ile şükür ise verilenlerden dolayı hoşnut olmak, razı olmaktır. Ben bu masaldaki ormanda olsaydım kaplumbağa gibi davranır olanı biteni seyretmeye doyamazdım. Bazen de köstebek gibi kalbime yazardım gördüklerimi. Tak diye cep telefonunu çıkarıp kayda basmazdım. Peki siz ne yapardınız?