?>

Başörtüsü - 4

Hayati YAMAN

2 yıl önce

Birkaç sunumla başörtüsünü tesettür kavramı ile birlikte işleyeyim. Setr kökünden türeyen bir kelimedir tesettür. Örtme, kapama, gizleme, örtünme anlamlarına gelir. Pek çoğumuzun kanıksadığı bir seslendirme olan ve -namazın dışındaki şartlarından birisi- olarak öğretilen “Setr-i avret” ise “Avret yerlerini örtmek” demektir.

Hakim geleneğe din diye sımsıkı sarılanların aktara geldiği atalar dini öğretisiyle, bu setr-i avret konusunda da yine cinsiyet ayrımcılığıyla karşı karşıyayızdır. Hiç şaşırtmaz evelallah! Ama akletmeyeceksen, soru sormayacaksan, sorgulamayacaksan, sadece itaat edeceksen, sana vaaz edileni dinleyecek ve onları uygulayacaksan!

Erkeğin avret yerleri göbek ile diz kapağı arası iken, kadının avret yerleri ise bütün vücudu olarak öğretilmektedir! Eh haydi bir kıyak daha lütfetmiş ağalar siz kadınlarımıza! Kadınlar kendi aralarında iken, erkeklerin kurallarına tabidir, diye…

Sıkı durun şimdi yine devreleri yakacak bir hikayeye davet ediyorum sizleri! Ama kurgu değil bilesiniz, yaşanmış bir olay! Ayrıca kurgu olsa dahi bir beis yoktur. Anlatacağım o problemlere çözüm sunamayacak bir din sunuluyorsa size, korkmayın ve hikaye masal anlatan ruhbanlara, -o din Allah’ın gönderdiği bir din olamaz- diye haykırın yüzlerine karşı…

                        .           .           .

İki kız veya kadın yıllarca birbirleriyle arkadaşlık yaptı ve normal mahremiyet ölçüsüyle avret yerlerinin örtünmesi kurallarına uydular! Bunlar normal yaşantısında kapalı kadınlar aynı zamanda ve birbirleriyle ileri derecede dostlukları da var!

Bunlardan biri, aslında fiziksel olarak kadın gibi görünse de, kendisini erkek gibi hissetmektedir. Ve aradan geçen belli bir sürenin sonunda bu hislerini baskılamamaya, tıbben çözümü de olduğu için erkek olmaya karar verdi ve gereğini yaptı!

Peki bu durumda ne olacak şimdi?

Hakim geleneğin ve mezheplerin girdabında boğulan dine göre zaten cinsiyet değiştiren kadın Trans olduğu için hapı yuttu demektir. Lut Kavmi’nin çocuklarından olduğu için hem ahiretini yaktı(!), hem de barış dini diye anlattıkları, ki doğrudur, ama yana yıkıla barışa hasretlik çeken İslam coğrafyasında bu dünya da ona zindan oldu demektir!.. 

Diğeri ise onunla dostluğunu mu kesecek, yoksa artık erkek olmuş bir arkadaşı ile farklı mahremiyet ölçüsünde arkadaşlığa devam mı edecek?

Kesse ayrı deeert, devam ettirse ayrı bir dert. Kadın iken ona göründüğü şeklini ve gösterdiği yerleri şimdi göstermese bile o biliyor zaten ve artık o erkek!

Haydi ayıkla pirincin taşını… Bu ne yaman çelişki değil mi?

Oysa Allah’ın gönderdiği vahye dayalı din, çelişkiler barındırmaz ve asla fıtrata aykırılık içermez. Bir din çelişkiler barındırıyorsa, işte orada kaynağın kirlendiği ve geleneğin dinleştirildiği gayet açıktır.

Halbuki realitede kadınlar kendi aralarında dahi olsa sadece göbek ve diz kapağı arasını örten bir tesettür ile birlikte olmaktan imtina eder ve öyle davranmazlar değil mi?

Fıtrata yüklü haya, onları Allah’ın emrettiği gibi göğüs bölgelerini de kapatmaya otomatikman götürür.

Bir erkek gayri ihtiyari çıplak kalsa sadece genital bölgesini kapatma refleksi gösterirken; kadın hem genital bölgesini, hem de memelerini kapatma refleksi gösterir. Bu ufacık detay bile Allah’ın nereleri örtmeyi emrettiğine ipucu vermiyor mu sizce? Neyi ve nereleri zorluyoruz Allah aşkına?

                                   .           .           .

Şimdi de giyim kuşam, bedensel bakım ve süslenmede cinsiyet ayrımlı geleneksel algı farkının temel gayesindeki çarpıklığa bakalım!

Erkek kılık kıyafetinde ve beden bakımında “kendisine saygısı olduğu için bakımlı olur, süslenir.” diye değerlendirilir. Kadın ise başkası için, dışardaki karşı cinsler için bakımlı olur, süslenir diye değerlendirilir değil mi?

Çelişki içeren bu ayrım dahi kadını aşağılamak değil mi?  Oysa özünde hem erkeği, hem de kadını bakımlı ve tirentez kılan kadının kendisidir.  Erkeğin annesi, eşi, kızı veya kız arkadaşı onu daha bakımlı kılarken; Kadınlar karşı cins için değil hemcinsleri için süslenip püslenirler. Hemcinsleri arasında bir rekabetin tezahürüdür onların giyim kuşamdaki süslülükleri!   

Düşüncelerimiz masum değil, arızalı ve kirlenmiş durumda aslında! Onun için temizlenmeye, arınmaya, her zamankinden daha fazla hayatın bu gerçeklerini okumaya ihtiyacımız var diye düşünüyorum!

Sevgili kadın okurlarım işte tam da bu noktada, ben dahil yaşam tarzına, giyim kuşamına karışan ve senin üzerinden ahlak zabıtalığına soyunan kim varsa onların alayına “Sana ne lan!” diyebilme cesaret ve ferasetini gösterebilmelisiniz! Yoksa Afganistan’daki Taliban rejimine, İran’daki Ayetullahların molla rejimine bir adım kaldığını anlaman için çok geç kalmış olacaksınız. Benden söylemesi…

 

Bir erkek olarak benim ahlakımın sınırlarını karşı cinsin giyim kuşamının çiziyor olması, ne kadar etik, ne kadar adil bir olgu? Erkek olarak benim ahlakımı tesis etmek için beni tahrik ettiği(!) gerekçesiyle giyim kuşamı üzerinden karşı cinsin özgürlükleri kısıtlanacaksa, bu ne kadar insani ve İslami olabilir? Lütfen bu sorulara asgari haklar çerçevesinde makul ve adil cevap verebilecek geleneksel din savunucusu çıkabilir mi?

 

Bugün İslam coğrafyasında silahların gölgesinde hak ve özgürlük mücadelesi veren Müslüman kadınların vahşice öldürülmelerinin altında yatan gerçek, kışkırtılmış erkeklik sunumuna dayalı bu çürük fikirler üzerine inşa edilmiş atalar din öğretisi değil mi?

Bu gerçekleri ne zaman öğreteceğiz erkeklerimize? Kim ve nerede öğretecek ayrıca? Örneğin camilerde, derneklerde, tekke ve dergahlarda, hep erkeklerle dolu cemaat, kadınlara karşı kışkırtılmaktan ne zaman vaz geçilecek? Hiç kadını olmayan cemaate anlatılan o kışkırtıcı vaazlar, acaba camilerin yarısı kadınlarla dolu olsaydı anlatılabilir miydi?

 

Erkeklere ithafen “Hepiniz bir çobansınız! Ve güttüğünüz sürüden mesulsünüz!” diye bir rivayeti Peygamberin sözü(!) olarak hadis diye kürsülerden vaaz edip erkek egemenliğini kışkırtmaktan ne zaman vaz geçeceğiz?

Böyle bir sözü Hz Peygamberin ağzından dile getirme cüretini kim gösterebilir? Ali Şeriati’nin “Dini ancak alimler bozabilirdi ve öyle oldu!” dediği gibi elbette ruhbanlar…

 

Oysa Peygamber Kur’an’a aykırı bir söz söyleyemezken ve Kur’an’da müminlere “sürü gibi güdülmeyi reddeden, gözetmeyi öneren” Bakara-104. Ayet dururken! Yine “Sen onlar üzerinde bekçi, muhafız değilsin!” diye bizzat Peygamberimize hitap eden En’am-107. Ayet Kur’an’da dururken; Sürü ile Çoban örnekliği ve sorumluluğu üzerinden kendi kızımız ve eşimiz üzerinde güya Allah katında mesuliyetimizin varlığı anlatılmakta yüzyıllardır! Bu da, Müslüman kadın üzerinde erkek baskısını doğurmaktadır. Bu anlayış, dini eğitim veren kurumlardan tutun; halka eğitim veren cami, dernek, vakıf, tekke adıyla anılan dini yapılaşmaların hepsinde öğretilmektedir.

Bunlardan ne zaman vazgeçeceğiz? Erkeği çoban, kadını ve çocukları sürü gibi yetiştirme öğretisini ne zaman terk edeceğiz? Sevgili okurlarım sanırım, -yanlışların kaynağı nereden geliyor?- daha net anlaşılıyor! Etkileşim için yorumlarınızı bekliyorum bu arada. Selam ve esenlik üzerinize olsun…

YAZARIN DİĞER YAZILARI