GENEL
2024 yılının ilk yazısı da olan bugünkü yazım 28 Ocak 1920 tarihinde son Osmanlı Mebusân (Yasama) Meclisi tarafından kabul edilen ve 17 Şubat 1920 tarihinde de kamuoyuna duyurulan (Türkiye'nin barışa yönelik temel ilkelerini ifade eden beyannâme ve resmî belge olan) Misak-ı Millî ve önemine dair olacak.
MONDROS SONRASI…
Temmuz 1914 ayı sonunda başlayan ve Osmanlı Devleti’nin de aynı yılın Kasım ayı başında girdiği küresel ölçekteki I. Dünya Savaşı 1918 yılı güzünde Merkezî Devletler (İttifak Devletleri) ordularının Müttefik Devletler (İtilaf Devletleri) orduları karşısında peş peşe mağlubiyetler alması sonucu Müttefik Devletler lehine sonuçlanmıştı.
Bu süreçte Osmanlı Devleti de 30 Ekim 1918 tarihinde (Müttefik Devletler adına) İngiltere ile Midilli adasının Mudros koyunda demirli bulunan İngiltere’ye ait Agamemnon zırhlısında (isimli savaş gemisinde) adeta kayıtsız şartsız teslim, kendini düşmanlarının insafına terk etme ve fiilen de yok olma anlamına gelecek Mondros Mütârekesi’ni imzalamıştı. Daha anlaşılır bir ifade ile silah bırakışması anlamına gelen mütâreke devam eden savaş hâli esnasında taraflar arasındaki silahlı çatışmanın son bulmasıdır. Mütâreke genellikle geçici bir durum olup maksadı da taraflar arasında normal diplomatik ilişkilerin kurulmasını mümkün kılacak olan bir barış anlaşmasının yapılmasıdır.
Mütâreke ile birlikte askerî operasyonların da durması gerekirken İtilaf Devletleri, Mondros Mütârekesi’nin (Müttefik Devletlerin Osmanlı ülkesinde kendi güvenliklerini tehlikede görecek herhangi bir yeri işgâl etme hakkına sahip olacaklarına ilişkin) muğlak 7. maddesine istinaden Türk vatanının dört bir yandan yer yer işgâl etmeye başladılar.
ABD’nin dış politika duayenlerinden Henry Kissenger (1923-2023)“Güce dayanmayan bir politika sonuç alamaz” der. Doğrudur da. Mondros Mütârekesini imzalamış bir Osmanlı Devleti’nde Saray ve Osmanlı Hükûmetinin Mütâreke sonrasında mesnetsiz gerekçelerle ülkesini yer yer işgâl edilmesine karşı koyacak güç ve kudreti de yoktu.
Millî gücün unsurları “coğrafî güç, ekonomik güç, politik ve idarî güç, psiko-soyal güç, askerî güç ve insan gücü” şeklinde olup, diplomasi masasındayken gücünüz ve alacağınız sonuç da şüphesiz ki millî gücünüz nispetinde olacaktır
PARİS BARIŞ KONFERANSI…
Savaşın galibi Müttefik Devletler, savaşın mağluplarına dayatacakları barış antlaşmalarının şartlarını görüşmek üzere 18 Ocak 1919 tarihinde Paris Barış Konferansını toplarlar. Uluslararası nitelikteki bu konferansa Müttefik, kısmen müttefik ve ortak devlet gibi farklı gruplara ayrılmış 32 devletin temsilcileri katılmıştır. Bu devletler, İttifak Devletleri ile savaşmış veya onlara savaş ilan etmiş ülkelerdi. Konferans 18 Ocak 1919 tarihinde açılır. Bu tarih 1870-1871 Prusya-Fransa Savaşı’nın ezici galibi Prusya önderliğinde 18 Ocak 1871 tarihinde Paris’te Versay Sarayında Alman İmparatorluğu’nun ilanının yıldönümüydü.
İtilaf Devletleri, Almanya ile 28 Haziran 1919 tarihinde Versay Barış Antlaşması’nı, Avusturya ile 10 Eylül 1919 tarihinde Saint-Germain Barış Antlaşması’nı, Bulgaristan ile 27 Kasım 1919 tarihinde Neuilly Barış Antlaşması’nı, Macaristan ile 4 Ağustos 1920 tarihinde Trianon Barış Antlaşması’nı, Osmanlı Devleti ile de 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Barış Antlaşması’nı imzalamışlardır.
Konferansta savaş sırasında imzalanmış olan (Sykes-Picot Anlaşması ve Petrograd Protokolü şeklindeki) gizli antlaşmaların uygulanması karara bağlanmış, İngiltere ve Fransa her ne kadar Wilson İlkeleri’ne [1] ters düşmemek için “savaş tazminatı” yerine “savaş onarımı”, “sömürgecilik” yerine ise “manda – himaye sistemini” “gündeme getirmişler ise de bir bütün olarak bakıldığında İngiltere başta olmak üzere erek İngiltere- Fransa cenahının konferansta savaştan galip ayrılmalarının verdikleri rahatlıkla Wilson İlkeleri'ni göz ardı ederek yenilen devletlere imzalatmak amacıyla çok ağır şartlar taşıyan antlaşma taslakları hazırlamaları sonucunda, 1917 yılında İtilaf Devletleri safında savaşa girmiş olan ABD bu konferanstan sonra Avrupa ile olan ilişkilerini en alt düzeye indirmiştir.
MİSAK-MİLLÎYE GİDEN SÜREÇ…
Mondros Mütârekesi’nden sonra önce İstanbul’da, sonrasında da Ankara’da önemli siyasal gelişmeler olmuştur. Üyelerinin çoğu Mütâreke sonrasında dağılan İttihat ve Terakkî Cemiyeti (İvTC) üyelerinden oluşan yerel gruplar, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri adı altında, millî bağımsızlığı kurtarmak amacıyla örgütlenmişlerdi. Mustafa Kemâl Paşa, 19 Mayıs 1919 tarihinde Anadolu’ya geçmeden önce, bu grupların bazılarıyla ilişki kurmuş, bunların ileri gelenleriyle izlenecek hareket tarzını görüşmüştü. Öte yandan Anadolu’da bulunan Erzurum’da bulunan 15. Kolordu(nun) Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ile Kırşehir’de (ve sonrasında da Ankara’ya intikâl eden) 20. Kolordu(nun) Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa yardım vaat etmişlerdi. İlaveten, Mustafa Kemâl Paşa’nın İstanbul’da Harbiye Nezâretinde (Savaş Bakanlığında) görev yapmakta olan yakın arkadaşı Miralay (Albay) İsmet (İnönü) Bey ile Fevzi (Çakmak) Paşa da hükûmet merkezindeki durum hakkında kendisini düzenli olarak bilgili kılıyorlardı.
Mütâreke sonrasında adeta kalmayan devlet otoritesi nedeniyle bölgede bağımsız bir devleti kurma hevesleri daha da artan Karadeniz Bölgesindeki Rumların bölgede çıkardıkları karışıklığa son vermek ve böylece İngiltere’nin (Mütâreke’nin 7. maddesine dayanarak) bölgeyi işgâl etmesini önlemek üzere (kısa bir süre sonra ismi 3. Ordu Müfettişliğine dönüştürülecek olan) 9. Ordunun Müfettişi olarak geniş yetkilerle bölgeye görevlendirilen Mustafa Kemâl Paşa, İzmir’in Yunanlılar tarafından 15 Mayıs 1919 tarihinde işgâlinin ertesi günü, maiyetiyle birlikte İstanbul’dan ayrılıp 19 Mayıs’ta Samsun’a erişti.
Mustafa Kemâl Paşa’nın Samsun’a gelmesi, Türk siyasî hayatında yeni bir devrin başlangıcının işaretidir. Bu tarihten itibaren ülke iki kampa bölünmüş; bir tarafta devletin ve kurulu düzenin varlığını sürdürmek için her türlü zillete katlanarak İtilaf Devletleri ile iş birliği hâlinde olan İstanbul Yönetimi, diğer tarafta da ülkenin toprak bütünlüğünü ve millî bağımsızlığı korumak maksadıyla Anadolu’da mücâdeleye başlayan Mustafa Kemâl Paşa ve onun etrafında toplananlar yer almıştır.
Samsun’da bir süre kalan Mustafa Kemâl Paşa 12 Haziran’da Havza yoluyla Amasya’ya geçer ve orada Bahriye eski Nâzırı Rauf (Orbay) Bey, Ankara’da konuşlu 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa ve Sivas’ta konuşlu 3. Kolordu Kumandanı Miralay Refet (Bele) Bey ile buluşup onlarla toplantılar yaptı. Görüşmeler sonunda, Mustafa Kemâl Paşa’nın önceden hazırladığı prensipleri kapsayan bir metin üzerinde anlaşma sağlanır. Toplantılara iştirak edemeyen Konya’da konuşlu 2. Ordunun Müfettişi olan Mersinli Cemal Paşa ve Erzurum’da konuşlu 15. Kolordunun Komutanı olan Kazım Karabekir Paşa’nın da görüşleri alındıktan sonra bazı düzeltmelere uğrayan metin, 21/22 Haziran gecesindeki son toplantıda kesin şeklini alır. Millî Mücâdele için bir strateji belgesi niteliğinde olan ve Amasya Genelgesi olarak bilinen bu kararlar, 22 Haziran 1919 tarihinde ülke sathındaki askerî ve mülkî erkâna telgrafla bildirilir.
Amasya’dan sonra, Rauf Bey ile birlikte, Sivas ve Erzincan üzerinden Erzurum’a giden ve İngilizlerin İstanbul Hükûmeti nezdindeki baskısı sonucu 8/9 Temmuz 1919 gecesi askerlikten ayrılmak zorunda kalan Mustafa Kemâl Paşa, Doğu Vilayetlerini de içine alan genişletilmiş bir Ermenistan tehdidine karşı yapılan ve 24 Temmuz 1919 tarihinde de Erzurum’da toplanan Doğu vilayetleri temsilcilerinin kongresine katılır ve kongreye başkan olur. Onun ustaca yönetimi sâyesinde, Kongrenin 7 Ağustos 1919 tarihinde yayımlanan beyannâmesi Amasya Kararları’na uygun olarak hazırlanır. Kongrenin aldığı en önemli karar, daha sonra Misak-ı Millî olarak tanınacak olan demecin ilk nüshasını hazırlamış olmasıdır.
Erzurum Kongresini tâkiben çeşitli vilâyet temsilcilerinin katılımıyla 4-11 Eylül 1919 tarihlerinde gerçekleşen Sivas Kongresi’nde, Erzurum’da alınan kararlar, burada da aynen kabul edilir. Sivas Kongresinin önemi, Erzurum’da sadece Anadolu’nun Kuzey ve Doğu Bölgeleri temsilcileri tarafından alınan kararların vatanın tamamı için hukuken geçerli hâle getirilmiş olmasıdır. Öte yandan Mütâreke’den sonra kurulmuş dernekler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (A-RMHC) adıyla birleştirilir. Bu kongrede de başkanlığına Mustafa Kemâl Paşa’nın seçildiği Heyet-i Temsiliye artık millî direniş hareketinin yürütme organı hâline gelir.
6 Haziran 1919 tarihinde Paris Konferansı’na katılmak üzere Fransa’ya giden Damat Ferit Paşa başkanlığındaki Osmanlı Heyetine yapılan muamele, tüm millî duyguları ayaklar altında alırcasına ve emsâli görülmemiş bir şiddette olur. Damat Ferit Paşa Paris’teki müzâkereler esnasında Fransa Başbakanı Clemenceau ve İngiltere Başbakanı Lloyd George tarafından da aşağılanmaya mâruz kalır. Osmanlı temsilcilerinin, Clemenceau tarafından Fransa’da istenmeyen kişi ilan edilmesi üzerine 4 Temmuz 1919 tarihinde Osmanlı Heyeti Paris’ten ayrılır. Damat Ferit Paşa ve heyet üyelerinin Fransa’dan kovulması İstanbul’da çok kötü bir hava yaratır.
18 Eylül’de Mustafa Kemâl Paşa, Paris’teki Müttefikler Yüksek Konseyine, Damat Ferit Paşa başkanlığındaki heyetin halkın iradesini temsil etmediğini bildirerek, Anadolu’daki işgâlleri protesto eder. Paris Barış Konferansı’nda yaşanan başarısızlık, pahalılık ve yoksulluk ile Anadolu’dan sağlanan vergi gelirlerinin artık İstanbul’a gönderilmesinin Kuvâ-yı Milliye yanlıları tarafından engellenmesi sonucu Damat Ferit Paşa Hükûmeti itibarını ve otoritesini kaybeder. Mustafa Kemâl Paşa’nın Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak, milletin Kâbineyi istemediğini belirten ve Padişaha iletilmek üzere gönderdiği telgrafın Padişaha aktarılmaması üzerine İstanbul’da meşru bir Hükûmet kuruluncaya kadar Anadolu ile İstanbul arasındaki haberleşmeyi keser. Mustafa Kemâl Paşa’nın koyduğu bu tavır sonucu Damat Ferit Paşa Hükûmeti 2 Ekim 1919 tarihinde istifa eder. Böylece Kuvâ-yı Milliye politik bir zafer kazanır.
Bu süreçte Batılı Devletler de Anadolu’ya giderek artan bir ilgi duymaya başlarlar. ABD’den General Harbord (22.09.1919), Fransa’dan de Georges Picot (07.12.1919) Sivas’ta Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl Paşa ile görüşürler. İngilizler ise bir yandan Anadolu’ya karşı politik kampanyayı yoğunlaştırırken, diğer yandan da sessizce Anadolu’dan askerî kuvvet çekerler.
Yeni kâbine 3 Ekim 1919 tarihinde (bir anlamda Senato da addedilebilecek) Âyan Meclisi üyelerinden ve Anadolu ile ilişkileri sürdürebilecek ılımlı Ali Rıza (Sedes) Paşa tarafından kurulur. Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl Paşa aynı gün yeni Sadrazama çektiği telgrafta, Hükûmet, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin amaçlarına uyduğu takdirde, Kuvâ-yı Milliye’nin, Hükûmete yardımcı olacağını belirtir.
Amiral John de Robeck’in Lord Curzon’a gönderdiği 3 Ekim 1919 tarihli telgrafta da Kâbinenin çoğunluğunun milliyetçi ve bazı üyelerin İttihat ve Terakkî Fırkası (İvTF) sempatizanı olduğu bildirilir ve bu arada özellikle, Sadrazam Ali Rıza Paşa, Harbiye Nâzırı Mersinli Cemal Paşa, Eski Nâfiâ (Bayındırlık) ve Harbiye Nâzırı Ferik (Korgeneral) Abuk Ahmet Paşa'nın milliyetçi harekete sempatileri üzerinde durulur. Amiral John de Robeck’e göre, Mersinli Cemal Paşa ile Ferik Abuk Ahmet Paşa, Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl Paşa liderliğindeki Millî Mücâdele’nin en kuvvetli destekçileridir.
Padişah ve Sadrazam, İstanbul’daki yönetimin meşruluğu üzerindeki tartışmaları durdurmak ve gerginliği azaltmak için Mebûsan Meclisini tekrar toplamaya ve Kuva-yı Milliye ile tekrar diyalog başlatmaya karar verdiler. Bu çerçevede, İstanbul Hükûmeti tarafından Bahriye Nâzırı (Denizcilik Bakanı) Salih Hulusi (Kezrek) Paşa, Temsil Heyeti ile görüşmeye memur edilir. Görüşme yeri, Amasya idi. “Amasya Mülâkâtı / Görüşmeleri” olarak değer kazanan bu toplantının (20-22.10.1919) en önemli sonucu Heyet-i Temsiliye ve Kuva-yı Milliye’nin İstanbul tarafından resmen tanınmasıydı. Ayrıca, Sivas Kongre kararları İstanbul hükümeti tarafından benimseniyor, kısa süre içinde de seçimlerin yapılması ve Meclisin de Ankara’da toplanmasında görüş birliği sağlanıyordu. İstanbul Hükûmeti böylece politik bir kuruluş olarak Temsil Heyeti’nin varlığını tanımış olur.
Salih Hulusi Paşa İstanbul’a döndüğünden Hükûmetin de Padişahın da böyle bir çözüme karşı oldukları ortaya çıkar. Onlara göre Meclisin İstanbul dışında toplanması, Meclisin, Hükûmetle ilişkilerini çok zorlaştırabileceği gibi, bu durum Osmanlı’nın İstanbul’u terk etmeye hazır olduğu izlenimini de verebilirdi. Böyle bir zorluk ortaya çıkınca, Mustafa Kemâl Paşa, A-RMHC bünyesinde genişletilmiş bir Temsil Heyeti toplantısı düzenler. 16-29 Kasım 1919 tarihlerinde Sivas’ta gerçekleştirilen toplantıya A-RMHC adına Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl Paşa ile 3., 12., 15. ve 20. Kolordu Komutanları katılırlar. Herhâlde bu nedenle, bu toplantı Nutuk’ta Gazi Mustafa Kemâl Paşa tarafından Kumandanlar Toplantısı olarak ifade edilir. Toplantı sonunda, sakıncalarına ve tehlikelerine rağmen Mebûsan Meclisinin İstanbul’da açılması, milletvekillerinin İstanbul’a gitmeden önce Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir ve Edirne gibi şehirlerde toplanmaları sağlanarak durum hakkında bilgili kılınmaları kararlaştırılır.
Ali Rıza Paşa Hükûmeti, Meclis-i Mebûsan seçimlerinin 7 Kasım 1919 tarihinde yapılmasını kararlaştırır. Seçimler iki dereceli olduğundan uzun sürer ve hemen hemen tüm seçim bölgelerinde tamamen A-RMHC’nin egemenliği altında cereyan eder. Gayrı Müslimler ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası bu seçimi boykot eder. Seçimlerde ağırlıklı olarak A-RMHC tarafından desteklenen kişiler seçilirler.
Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl Paşa’nın 17 Aralık 1919 tarihinde seçilen mebuslara gönderdiği tâlimatta, Mecliste aynı amacı gerçekleştirecek güçlü ve kararlı bir grubun oluşturulması için mebusların Temsil Heyeti ile görüşmesi, Temsil Heyeti’nin bir süre sonra İstanbul’a yakın bir yere taşınacağı bildirilir. Mebuslara İstanbul’a gitmeden önce Ankara’ya gelmeleri ve görüşmelerin orada yapılacağı bildirilir. Sivas’tan karargâhı ile birlikte ayrılan Mustafa Kemâl Paşa 7 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya gelir. 3 Ocak 1920 tarihinden itibaren mebusların bir kısmı, küçük gruplar halinde Ankara’ya uğrayıp Mustafa Kemâl Paşa ile görüşürler.
Misak-ı Millî’nin esasları Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarıyla belirlenmiştir. Erzurum Kongresi’nin açılış konusmasında (23.07.1919) Mustafa Kemâl Paşa, Mütâreke hattının bölünmez millî sınırlar olarak kabul edilmesi gerektiğini, esas amaçlarının her bakımdan tam bağımsızlık olduğunu vurgulamıştır. Erzurum Kongresi’nin kararları Sivas Kongresinde de hemen hemen aynen benimsenmişti. Mustafa Kemâl Paşa 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya geldiğinin ertesi günü Ziraat Mektebi’nde yaptığı uzun konuşmada, Mütâreke imzalandığında (30.10.1918) Türk ordularının fiilen kontrolü altında bulunan sınırlar içinde kalan halkın her bakımdan ortak niteliklere sahip millî bir toplum oluşturduğunu, bu sınırlar içinde kalan ülke topraklarının Osmanlı topluluğundan ayrılmaz bir bütün kabul edildiğini belirtmiştir. Gerek Mütâreke’nin Wilson Prensipleri esasına göre imzalanmış olması gerekse de o tarihlerde Wilson Prensiplerini de esas alan Temsil Heyeti “Mütâreke hattının içinde ve dışında kalan vatan topraklarında ve milliyet esasına göre dinen, ırken ve emelen ayrılmaz bir bütün olan ahalinin birarda yaşayabileceği” milleti de içine alan bir vatan idealini ifade etmek istemiştir.
3 Ocak 1920 tarihinden itibaren Temsil Heyeti üyeleri ve mabuslarla Ankara’da oluşturulan Ziraat Mektebi’nde taslağı oluşturulan Misak-ı Milli belgesi 12 Ocak 1920 tarihinde açılan Mebusân Meclisi’nde önce gayrı resmi 1920 tarihinde açılan 4. Seçim grup topantılarında görüşülerek tartışmaya açılmış, AvMHC üyelerinden oluşan Felah-ı Vatan (Vatanın Kurtuluşu) Grubu tarafından da taslağa son şekli verilmiş, yeni Meclsi döneminin 28 Ocak’ta gerçekleştiriken ilk gayr-ı resmÎ toplantısında oybirliğiye kanbul edilmiş, 17 Ocak 1920 tarihli Meclis toplantısının ikinci oturumunda da Misak-ı Millî metninin ilanına karar verilerek basında yayımlanması, Franzsızcaya çevrilerek uluslararası kamuoyuna da duyurlması sağlanmıştır.
MİSAK-I MİLLÎ’NİN KABULÜ
Mebûsan Meclisi 12 Ocak 1920 tarihinde İstanbul’da açılır. Ancak Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl Paşa tarafından arzu edilen şeylerin bir kısmı bu Mecliste gerçekleşemez. İstanbul’daki durumun hassasiyet arz etmesi nedeniyle ne Mustafa Kemâl Paşa, Meclis başkanlığına seçilebilir, ne de Mecliste Müdafaa-i Hukuk Grubu kurulabilir. Mebuslar, Müdafaa-i Hukuk Grubu gibi doğrudan Anadolu Hareketini çağrıştıran iddialı bir isim altında bir araya gelmeyi İstanbul’un o günkü durumunda tehlikeli bulurlar ve bunun yerine Felah-ı Vatan Grubu ismini uygun görürler. Kuruluş çalışmaları Ocak ayında başlayan bu grup 7 Şubat 1920 tarihinde 80 kadar mebusla kurulmuş, daha sonra da bu grubun başkanlığına Celâleddin Arif Bey seçilmiştir.
İtilaf Devletleri, Kâbinenin bazı üyelerinin milliyetçi eğilimlere sahip olması nedeniyle, Ali Rıza Paşa Hükûmetinden memnun değillerdi. Kâbinedeki milliyetçi eğilimlere sahip üyelerin başında Harbiye Nâzırı Mersinli Cemal Paşa gelmekteydi. Bunun sonucu olarak, üç Müttefik Yüksek Komiseri adına Fransız Yüksek Komiserliği tarafından Sadrazam Ali Rıza Paşa'ya 20 Ocak 1920 tarihinde verilen bir nota ile, Harbiye Nâzırı Mersinli Cemal Paşa ve Gnkur.Bşk. Cevat Paşa'nın istifası istenir. Ali Rıza Paşa, Kâbinesi ile birlikte topluca çekilmektense, bu notayı kabul etmeyi uygun gördür ve ertesi gün bu iki paşanın istifası Yüksek Komiserlere bildirilir.
Mustafa Kemal Paşa, 12 Ocak 1920 tarihinde çalışmalarına başlayan Mebusân Meclisi’nin seçilen bazı üyelerine bir grup oluşturmalarını ve kongrelerde alınan kararlar doğrultusunda millî istekleri karşılayacak bir program hazırlamalarını tavsiye etmişti. Başta Rauf Bey (Orbay) olmak üzere Kuvâ-yı Milliye taraftarı mebuslar İstanbul’a geldiklerinde meclis ikinci başkanı Hüseyin Kâzım Kadri Bey’in öncülüğünde düzenlenen bir metinle karşılaştılar. Bu sebeple Ahd-i Millî (Misak-ı Milli) adıyla bir komisyon kurularak değişik metinlerin birleştirilmesine karar verilir. Komisyon çalışmalarını sürdürürken Mustafa Kemal Paşa sekiz maddeden oluşan bir metni Rauf Bey’e gönderir. Komisyon, ana ilkeleri itibariyle Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarını yansıtan ve Mecliste oluşturulan Felâh-ı Vatan Grubunun programı olarak düşünülen bu metni bütün Meclis üyelerinin kabul edebileceği şekilde yeniden düzenler. Mustafa Kemal Paşa’nın metninde, Sivas Kongresi kararlarının birinci maddesindeki gibi, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütârekesi’nin imzalanması esnasında Türk ordularının bulunduğu hattın içinde kalan, Müslüman çoğunluğun yaşadığı toprakların fiilen veya hükmen hiçbir sebeple ayrılma ve bölünme kabul etmez bir bütün olduğu (md. 1), Arap çoğunluğun yaşadığı toprakların geleceğinin tayini hakkının Arap halkına ait bulunduğu (md. 3) açıklanıyordu.
Wilson Prensiplerini esas alan komisyon, “Mütâreke hattının içinde ve dışında kalan topraklar” kaydını koyarak 1914 yılındaki Osmanlı topraklarının bölünmez olduğunu ortaya koyar. Çünkü ABD Başkanı Wilson’un barış şartlarına göre Osmanlı toplumlarının geleceği halkın serbest oyu ile belirlenecekti. Osmanlı Hükûmeti bu prensibi esas alarak Mütâreke’yi imzalamıştı. Komisyon, Mütâreke’nin imzalandığı sırada Türk askerinin hâkim olduğu toprakların bize ait olduğunu söylemek yerine işgal edilen yerlerin dışında kalan topraklara sahip çıkarken işgâl altındaki topraklardan da vazgeçmediğini açıklamaktaydı. Ahd-i Millî (Misak-ı Milli) Beyannâmesi adı verilen metin, 28 Ocak’ta Mebûsan Meclisi’nde yapılan özel bir toplantıda 121 mebus tarafından imzalanır. Konu, dış meseleleri yakından ilgilendirdiği için yayımlanmadan önce dışişleri memurları tarafından incelenmesi ve tercüme edilmesi, bunların tamamlanmasına kadar gizli tutulmasına karar verildi. Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey’e gönderdiği bir yazıda “Mütâreke hattının içinde ve dışında” ifadesiyle sınır konusundaki prensiplerden bir hayli uzaklaşıldığını hatırlattı. “Sınır konusunda esas milliyettir” diyen Rauf Bey, Mütâreke sınırının bu milliyetler sınırını genel olarak göstermek maksadıyla zikredildiğini, bu şekilde Türk olan Süleymaniye ve Kerkük şehirlerinin de dâhil edildiğini bildirdi.
Edirne mebusu Şeref Bey (Aykut) 17 Şubat 1920 tarihli toplantıda Meclise bir önerge vererek 28 Ocak’ta komisyonun kabul ettiği bildirinin basına ve parlamentolara tebliğini ve tercihen müzâkeresini ister. Bazı üyeler doğrudan tebliğini istedilerse de başkan, zapta geçirilmesi için mutlaka okunması gerektiğini söyleyerek 17 Şubat 1920 tarihli toplantının ikinci oturumunda Şeref Bey’e söz verir. Bütün üyelerin gayretiyle ortaya “peymân-ı müebbed-i millî” çıktığını ve bunun bir mîsâk-ı millî olduğunu belirten Şeref Bey “Ahd-i Millî” başlıklı bildiriyi okur.
28 Ocak’ta oy birliğiyle kabul edilmiş olan metin aynı gün “Mîsâk-ı Millî” adıyla kamuoyuna açıklanır; Fransızcaya çevrilmiş metni bütün hükümetlere ve parlamentolara gönderilir. Altı maddeden oluşan Mîsâk-ı Millî Beyannâmesi’nin girişinde Osmanlı Mebusan Meclisi üyelerinin devletin bağımsızlığı ve milletin geleceğinin, haklı ve sürekli barışa kavuşmanın aşağıdaki esaslara tamamen uyulmasıyla mümkün olduğunu ve bu esaslar dışında Osmanlı saltanatını yaşatmanın imkânsız bulunduğunu kabul ettikleri vurgulanmaktadır. Bu barış şartlarını da içermekte olan Misak-ı Millî metninde şu hususlar yer almaktadır:
1. Osmanlı Devleti’nin sadece Arap çoğunluğunun yaşadığı ve 30 Ekim 1918 tarihli mütârekenin imzalanması sırasında işgal altında kalan kısımlarının mukadderatı ahalisinin serbestçe vereceği oylara göre belirleneceğinden adı geçen Mütâreke hattının içinde ve dışında dinen, ırken, emelen birleşmiş, karşılıklı sevgi ve fedakârlık hisleriyle dolu, örfî ve içtimaî haklarıyla mahallî şartlara tamamen riayetkâr Osmanlı-İslâm ekseriyetiyle meskûn bulunan kısımların tamamı hakikaten ve hükmen hiçbir sebeple ayrılma kabul etmez bir bütündür.
2. Ahalisi ilk serbest kaldığı zamanda genel oylarıyla anavatana katılmış olan elviye-i selâse (Kars, Ardahan, Batum) için gerektiğinde tekrar genel oya başvurulmasını kabul ederiz.
3. Türkiye barışına bağlanan Batı Trakya’nın hukukî durumunun tespiti de orada yaşayanların serbestçe beyan edecekleri oylara göre belirlenmelidir.
4. İslâm hilâfetinin, Osmanlı saltanatın ve hükümetinin merkezi olan İstanbul şehri ile Marmara denizinin güvenliği her türlü tehlikeden korunmuş olmalıdır. Bu esas saklı kalmak şartıyla Akdeniz ve Karadeniz Boğazlarının dünya ticaret ve taşımacılığına açık kalması hakkında bizimle diğer bütün ilgili devletlerin müttefikan verecekleri karar geçerlidir.
5. İtilâf Devletleri ile düşmanları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılmış olan antlaşma hükümleri çerçevesinde azınlıkların haklarına -civar ülkelerdeki Müslüman ahalinin de aynı haklardan faydalanması şartıyla- riayet edilecektir.
6. Millî ve ekonomik gelişmemizin imkân dairesine girmesi ve daha modern bir idareye kavuşmamız için her devlet gibi bizim de gelişme araçlarımızın temininde tam bağımsızlığa ve serbestliğe sahip olmamız hayat ve bekamızın esas temelidir. Bu sebeple siyasî, adlî, malî ve diğer gelişmelerimizi engelleyici kayıtlara (kısıtlamalara) karşıyız. Tahakkuk edecek borçlarımızın ödenme şartları da bu esaslara aykırı olmayacaktır.
MİSAK-I MİLLÎ’NİN KAMUOYUNA AÇIKLANMASI VE ÖNEMİ
28 Ocak 1920 tarihli gizli oturumda Misak-i Millî’yi kabul eden Mebûsan Meclisi, 17 Şubat 1920 tarihinde de bu kararını kamuoyuna açıklar. Altı maddelik belgenin esasları Amasya Tamimi’ne dayandığı gibi, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin yayınladıkları beyannâmeler de kayıtlı ayrıntıları ihtivâ eder.
Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl Paşa’nın, Müttefiklere karşı yeteri kadar dik duruş sergileyemediği Mebûsan Meclisinin verdiği bazı kararları Misak-ı Millî adı altında yayımlatması büyük bir cüretti. Çünkü İtilaf Devletleri, Talat Paşa’dan sonra kurulan Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa Kâbinesinden beri işbaşına gelen Osmanlı Hükûmetlerini sadece kendileri tarafından ileri sürülen her isteği kabul etmeye mecbur bir oluşum olarak düşünmüşlerdi. Hâlbuki Mebûsan Meclisi, bu kararıyla istenilenleri değil, ancak kendi istediğini yapmış oluyordu. Bu itibarla Misak-ı Millî, Anadolu’nun gerçek zaferidir.
Misak-ı Millî, İslam dünyasına ve mazlum milletlere yeni bir dönemin açıldığını haber verirken, sömürgeciliğe karşı mücâdelenin yöntemlerini de belirleyip çerçevesini çizmiştir. Millî Mücâdele’de de bu hedeflere ulaşmak için gayret gösterilmiştir. Diplomatik görüşmelerde de TBMM’nin hedefini oluşturmuştur. Mustafa Kemâl Paşa, Misak-ı Millî’nin sınırlarıyla ilgili sorulan bir soruya “Misak-ı Millî’mizde muayyen ve müspet bir hat yoktur. Kuvvet ve kudretimizle tespit edeceğimiz hat, hudut hattı olacaktır.” açıklamasında bulunmuştur. Mebûsan Meclisi üyeleri, devletin istiklâli ve milletin de istikbâli için alınan bu kararlara tümüyle uyulması hâlinde devletin bu ilkelerle sağlanabileceğini hükme bağlamışlardır. Millî vatan ve millî devlet düşüncesinin oluşturulmasını sağlayan ve Türkiye’nin doğal sınırlarını belirleyen Misak-ı Millî isimli bu tarihî millî siyaset belgesi sadece o dönemde Mebusan Meclisi’ndeki mebusların değil, aynı zamanda bizzat Türk milletinin yeminidir.
İTİLAF DEVLETLERİNİN MİSAK-I MİLLÎ’YE TEPKİLERİ…
Misak-ı Millî’nin kabulü ve ilânı, İstanbul’u yarı işgâl altında tutan İtilâf Devletleri’ni huzursuz etmiş ve çeşitli tepkiler göstermelerine sebep olmuştur. Paris Barış Konferansı’nda İngiltere tarafından mağdur edildiğine inanan ve Osmanlı Devleti’nin parçalanmasından beklediği payı alamamış olan İtalyanlar, Misak-ı Millî’yi bütün dünyaya duyurur. Diğer yandan Yunanistan’ın bu kararı protesto etmesi İngilizleri harekete geçirmiş, Lloyd George ve Clemanceau, Wilson’un da onayını alarak Osmanlı coğrafyasında işgâllere devam edilmesine karar vermişlerdir.
© 2024. Bu makalenin / yazının içeriğinin telif hakları yazarına ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereği kaynak gösterilerek yapılacak kısa alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.
SONNOT
[1] Wilson Prensipleri: Ekim 1917 Bolşeviklerin Rusya’daki merkezi iktidarı ele geçirdikleri Ekim (1917) Devrimi’nin ardından Bolşevikler tarafından savaş esnasındaki gizli paylaşım antlaşmalarını açıklamalarından hemen sonra ABD Başkanı Wilson, ABD’nin kapsamlı savaş amaçlarının ve barış ile ilgili öngörülerinin şekillendirilmesinde kendisine yardımcı olacak bir kurulu görevlendirir. Wilson ve onun politik danışmanı Albay House tarafından (ülkenin önde gelen akademisyenleri ile uluslararası politika uzmanları arasından) belirlenen 150 kişilik bu kurul Aralık 1917 ayı başında New York’ta çalışmalarına başlar ve yaklaşık bir ay sonra raporunu Başkan’a sunar. Başkan’ın, ABD Kongresi’nin 8 Ocak 1918 tarihli birleşik oturumunda yaptığı konuşma ile dünyaya ilân ettiği on dört maddelik savaş amaçları bildirisinin temelini bu rapor oluşturur. I. Dünya Savaşı’nın yegâne kapsamlı savaş amaçları bildirisi niteliğini taşıyan bu on dört madde, bir yönüyle, ABD’de 19. yüzyılda gelişen ve Wilson’un da önemli temsilcileri arasında yer aldığı “İlerlemecilik” adlı siyasî felsefeye ait ilkelerin (serbest ticaret, açık diplomasi, demokrasi, self-determination) dış politikaya uyarlanması olarak nitelendirilebilir. Ancak daha yakından incelendiğinde, bildirinin öncelikle savaş dönemine ilişkin stratejik hesaplar gözetilerek kaleme alındığı anlaşılmaktadır. Bu maddeleri açıklamakla Wilson her şeyden önce ABD kamuoyuna mesaj veriyor ve “Biz Avrupa devletlerinin kendi aralarında yaptıkları gizli paylaşım antlaşmalarını onaylamıyoruz; barışçı ve âdil amaçlar uğruna savaşıyoruz” demek istiyordu. Bahse konu bildiri “Wilson Prensipleri” diye de bilinir. “On Dört Madde” olarak da anılan bu 14 İlke ya da 14 Madde olarak da ifade edilen bu ilkeler/prensipler ABD'nin I. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmasını istediği dünya düzenine ilişkin görüşlerini ifade eder. Bahse konu konuşmada ifade edilen maddelerden Türkiye’ye ilişkin olan madde ise “İmparatorluğu’nun, nüfusunun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bölümlerinde Türk egemenliği güvence altına alınmalı; İmparatorluk sınırları içindeki diğer ulusların yaşam güvenlikleri ve özerk gelişimleri sağlanmalıdır. Çanakkale Boğazı, uluslararası güvenceler altında tüm gemilere ve ticarete sürekli olarak açık hâle getirilmelidir.” şeklindedir.
KAYNAKÇA
Akbıyık, Yaşar; “Atatürk’ün Hayatı”, Türkler, C. 16, C. 16, 7. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002.
Akçakayalıoğlu, Cihat; Komutan, İnkılâpçı ve Devlet Adamı Yönleriyle Atatürk, Gnkur. Bsmv., Ankara 1998.
Belen, Fahri; Türk Kurtuluş Savaşı, Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1983.
Bıyıklıoğlu, Tevfik; Atatürk Anadolu’da (1919-1921), Türk Tarih Kurumu Yayınları 1959.
Cengiz Sunay; Son Karar Misak-ı Milli, 1. Baskı, Doğan Kitap, İstanbul 2007.
Ergin, Feridun; K.Atatürk, Duran Ofset Matbaacılık, İstanbul 1978.
Jaeschke, Gotthard; Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi (30 Ekim 1918-11 Ekim 1922), TTK Bsmv., Ankara 1970.
Kaya, Erol; “Son Osmanlı Meclis-i Mebûsanı”, Türkler, C. 3, 7. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002.
Kaymaz, İhsan Şerif; “Wilson Prensipleri ve Liberal Emperyalizm”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. XXIII, S. 67-68-69, Mart-Temmuz-Kasım 2007, https://atam.gov.tr/wilson-prensipleri-ve-liberal-emperyalizm/, Erişim Tarihi: 10.11. 2013.
Kinross, Lord; Atatürk Bir Milletin Doğuşu, 13. Basım, Akdeniz Yayıncılık.
Kocatürk, Utkan; Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1918-1938, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1988.
Kuran, Ercüment; “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu”, Türkler Ansiklopedisi, C. 16, C. 16, 7. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002.
Küçük, Cevdet; “Misak-ı Millî”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 30, İSAM, İstanbul 2020.
Paksoy, İrfan; Cihan Harbi’nde Osmanlı Devleti, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 2018.
Paksoy, İrfan; “Cumhuriyete Giden Yol”, 29.10.2021, https://www.millidevletgazetesi.net/KoseYazisi/cumhuriyete-giden-yol-4536Erişim Tarihi: 20.01.2020.
Saltan, Ali; “Felah-ı Vatan Grubu”, Yeditepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisan Tezi, İstanbul 2008.
Türkmen, Zekeriya; “Misak-ı Milli”, https://ansiklopedi.tubitak.gov.tr/ansiklopedi/misak_i_milli, Erişim Tarihi: 20. 01.2024