Genel
103 yıl önce bugünlerde (10.08.1920 tarihinde) Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığındaki Osmanlı delegasyonu tarafından, Paris Barış Konferansı’nda, Osmanlı Devleti ve Türk milleti adına bir utanç ve esâret belgesi imzalanmıştı. İsmi de Sevr Barış Antlaşması. Bugün bu sayfanın sınırlılıkları kapsamında sizlerle bu utanç ve esâret belgesi hakkında bilgi paylaşacağım.
Müttefikler nezdinde Türk Boğazları konusunda uzlaşma…
İngiltere ve Fransa’nın 1915 yılının başında Çanakkale Boğazı’nı zorlamaya başlamaları bu ikilinin müttefiki olan Rusya nezdinde kaygı uyandırmış ve Mart 1915 ayında İstanbul ve Boğazlar üzerindeki isteklerini İngiltere ve Fransa nezdinde dile getirmiş, bu isteklere muhatap iki devlet her ne kadar Rusya’nın Boğazlar üzerinden Akdeniz’e sarkması istemiyor olsa da devam eden I. Dünya Savaşı’ndaki muhtemel riskleri ve menfaatleri dikkate alarak bu istekleri kabul etmiş, akabinde bu üç ülke arasında gizli olarak imzalanan (18.03.1915) Boğazlar Antlaşması’na göre Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul da dâhil olmak üzere İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın Rusya’ya bırakılması öngörülmüştür.
İtalya’ya taahhüt edilenler…
Boğazlar Antlaşması imzalandıktan sonra (İngiltere, Fransa ve Rusya’nın başını çektiği) Müttefik (İtilaf) Devletler(i), savaş öncesinde (Almanya’nın başını çektiği) İttifak Devletleri safında olmakla birlikte savaşın başladığı esnada tarafsızlığını ilan eden İtalya’yı kendi saflarına çekmek için 26 Nisan’da gizli bir antlaşma olan Londra Paktı’nı imzaladılar. Bu antlaşmaya göre İtalya, bir ay içerisinde İttifak cephesinden ayrılacak ve İtilaf cephesine katılacaktı. Fakat 3 Mayıs’ta İttifak cephesinden ayrılan İtalya, Almanya yerine sadece Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na karşı savaş ilan etmekle yetindi. Bu antlaşma, İtalya'ya Adriyatik Denizi kıyıları boyunca bölgeyi (Dalmaçya, Hırvatistan ve Arnavutluk), 12 Adaları, Trablusgarp'taki tüm Osmanlı hak ve ayrıcalıklarının devredilmesini ve Afrika'daki bazı Alman kolonilerini vadediyor, ayrıca Osmanlı İmparatorluğu bölünürse Antalya bölgesinden de İtalyanlara toprak verilmesini öngörüyordu.
De Bunsen Komitesi
Geleneksel İngiliz politikası, Rusya'nın Akdeniz'e inmesini engellemek için Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü korumaktan yana olmakla birlikte İngiltere’nin Boğazlar Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalması Asquith hükûmetinin Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasını planlamasına neden olmuştur. Başbakan Asquith, Boğazlar Antlaşması imzalandıktan sonra, savaş sonrası Osmanlı topraklarında uygulanacak politikaları belirlemek amacıyla 8 Nisan 1915 tarihinde Sir Maurice de Bunsen başkanlığında De Bunsen Komitesini kurdurmuş, bu komitenin "İngiltere’nin çıkarların korunması için rapor: Asyatik Türkiye" ismiyle 30 Haziran 1915 tarihinde yayımladığı rapor dört muhtemel çözümü şu şekilde sıralamıştır:
- Osmanlı Devleti'nin bölünmesi ve Anadolu'da küçük bir devlet olarak bırakılması,
- Osmanlı Devleti'ni, büyük devletlerin politik ve ticari nüfuz bölgelerine ayırmak şeklinde bir taksimat,
- Osmanlı Devleti'ni olduğu gibi muhafaza etmek,
- Merkezî otoriteden yoksun, federal bir Osmanlı devleti kurmak ve ülkeyi (Anadolu, Suriye, Irak, Filistin ve Ermenistan’dan - Doğu Anadolu’da Ermenilerin gözü olan ve sözde Batı Ermenistan denilen bölge - oluşan) beş vilayete ayırmak.
Petrograd Protokolü ve Sykes- Picot Antlaşması
Bu rapor üzerine İngiliz çıkarları gereği en kolay ve doğru tercihin dördüncü seçenek (Osmanlı'yı birbirinden ayrı beş vilayete bölmek) olacağı belirtildi. Sonrasında bu doğrultuda 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve aynı yılın Ekim ayında da (Mart 1916 ayında imzalanan Petrograd Protokolü gereği Rusların Doğu Anadolu’da işgâl ettiği toprakların kendilerine bırakılması karşılığında) Rusya tarafından onaylanan, Osmanlı Devleti'nin Orta Doğu’daki topraklarının paylaşılmasını öngören diğer bir gizli antlaşma olan Sykes-Picot Antlaşması imzalanmıştır.
Saint-Jean-de-Maurienne Antlaşması
Müttefik Devletler bahse konu toprak paylaşımını İtalyanlara bildirmişler, İtalya da bunu savaş sonrasında Antalya, Konya, Aydın ve İzmir’in kendisine verilmesi şartıyla kabul ederek Saint-Jean-de-Maurienne Antlaşması (19.04.1917) ile onaylamış, ancak bu antlaşmanın geçerliliği Rusların onayına bağlı kılınmış, Rusya'da da merkezî yönetim, Bolşevikler tarafından 1917 Ekim Devrimi ile devrildiği için bu antlaşma hiçbir zaman yürürlüğe girmemiştir. Ayrıca Yunanistan'da da Alman yanlısı ve Alman İmparatoru II. Wilhelm’in eniştesi olan Kral I. Konstantin’in İngilizler tarafından devrilmesi ve oğlu Aleksandros’u kral yapılıp Venizelos’un da başbakan yapılmasıyla Haziran 1917 ayında Yunanistan, İtilaf Devletleri safında I. Dünya Savaşı’na katılmıştır.
Wilson Prensipleri…
I. Dünya Savaşı’nın son yılında ABD Başkanı Wilson’ın 8 Ocak 1918 tarihinde açıkladığı Wilson Prensipleri gereği galip devletlerin mağlup devletlerden toprak talep etmemesi hususu Sykes-Picot Antlaşması’nı uygulanamaz kılmıştır. Wilson Prensipleri doğrultusunda, Sykes-Picot Antlaşması yerine Türkiye'nin parçalanmaması, Suriye’de ile Fransa denetiminde, Irak’ta da ise İngiltere denetiminde manda yönetimi kurulması planlanmıştır.
I. Dünya Savaşı’nın sonu
I. Dünya Savaşı’nın sonunda “ikili birlik” şeklinde bir devlet olan Avusturya-Macaristan parçalanmış, savaşın mağlupları olan Bulgaristan’ın Sofya Mütârekesi’ni (29.09.1918), Osmanlı İmparatorluğu’nun Mondros Mütârekesi’ni (30.10.1918), Avusturya’nın Villa Gusti Mütârekesi’ni (03.11.1918), Almanya’nın Rethondes Mütârekesi’ni (10.11.1918), Macaristan’ın da Belgrad Mütârekesini (13.11.1918) imzalayarak savaştan çekilmeleri sonucu I. Dünya Savaşı, İtilaf Devletlerinin (Müttefiklerin) zaferiyle sona ermiştir. Mütâreke sonrasındaki hedef ise savaşın galipleri ile mağlupları arasında imzalanacak barış antlaşmaları olacaktır.
Paris Barış Konferansı’nın toplanması ve Türkiye’ye yönelik niyetler…
I. Dünya Savaşı’nın ardından Müttefikler tarafından, mağlup devletler ile imzalanacak barış antlaşmalarını belirlemek üzere 18 Ocak 1919 tarihinde toplanan Paris Barış Konferansı’nda Türkiye hakkında ABD Başkanı Wilson, ‘savaş sonunda Türkiye’nin haritadan silineceğini’ iddia ederken, Clemenceau’ya göre, ‘Türkler uygarlık dışı bir toplum’, Lord Curzon’a göre, ‘Türkler bir veba çıbanı’, ABD Dış İlişkiler Bakanı Henry Cabot Lodge’ya göre de ‘Türkiye uygarlığın başına bela’ idi. Müttefiklere göre ‘Türkiye Avrupa’dan çıkarılmalı, Ermenistan kurulmalı, Araplar Osmanlı’dan kurtarılmalıdır’. Türkiye üzerinde bu planlarda hemfikir olan Müttefik Devletler, iş Türkiye topraklarını paylaşmaya gelince toprakların paylaşımı konusunda anlaşmazlığa düşmüşlerdir.
Müttefikler cenahındaki anlaşmazlıklar…
Paris Barış Konferansı’nda Yunanlar, İzmir'de Yunan nüfusun çoğunlukta olduğunu iddia ederek Wilson Prensipleri gereği bölgenin Yunanistan'a ilhâkını talep etmiş, İtalyanların karşı çıkmasına rağmen azılı Türk düşmanı İngiltere Başbakanı Lloyd George, ABD Başkanı Wilson’ı iknâ ederek Yunanların 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir'e asker çıkarmasını sağlamış, İzmir’in işgâli de dâhil olmak üzere Konferanstaki İtalyan çıkarlarına aykırı gelişmeler İtalyanları kızdırmış ve Müttefiklerden uzaklaştırmıştır. Aynı dönemde Fransızlar, Suriye ve Filistin topraklarının Fransız mandası altında Suriye'ye bırakılmasını talep etmiş ve İngilizlerden bölgeyi boşaltmalarını istemiştir. İngiltere ise Fransız mandası yerine bağımsız bir Suriye talep edince Konferans’ta İngiliz-Fransız bölünmesi ortaya çıkmış ve Fransa, Suriye ve Kilikya’da karşılaştığı direniş faaliyetlerinin arkasında İngiliz casus propagandaları olduğunu düşünmüştür.
Anadolu’da bir Amerikan Mandası fikri…
İngiltere Başbakanı Lloyd George’un aksine Yunan işgâlinin haksız olduğunu savunan ve İzmir'in işgâl edilmemesi gerektiğini belirten İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon ise Nisan ayına kadar Osmanlı İmparatorluğu ile yapılacak olan barış antlaşmasının asla geciktirilmemesi gerektiğini savunduğu hâlde, İzmir’in işgâlinin ardından bu işgâle İngiliz hükûmetindeki tepkiler ve artan muhalefet üzerine yapılan 19 Mayıs’taki kabine toplantısında Anadolu'da bir Amerikan mandası fikrini savunmuş, bu da ABD’den gelecek cevabın hayli zaman alması nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu ile yapılacak olan barış antlaşmasının hayli gecikmesine sebep olmuştur. Bu gecikme ise Anadolu’da bir Türk direnişinin oluşması için Millî Mücadele adına büyük bir avantaj sağlarken, Yunanistan'ın ise ekonomik ve askerî harcamalar nedeniyle tamamen aleyhine bir gelişme olmuştur. Paris Konferans heyeti, Lord Curzon'un önerisi üzerine, ABD hükûmeti Türkiye'nin herhangi bir bölgesi için manda yönetimi üstlenip-üstlenmeyeceği karar verene kadar 27 Haziran’da Türkiye ile Barış Antlaşması'nın askıya alınmasına karâr vermiştir.
İmzalanan Barış Antlaşmaları…
Paris Barış Konferansı'nda mağlup devletlerden ilk önce Almanya ile Versay Barış Antlaşması (28.06.1919), sonrasında Avusturya ile Sait Germain Barış Antlaşması (10.09.1919), Bulgaristan ile Neuilly Barış Antlaşması (27.11.1919) ve Macaristan ile de Triannon Barış Antlaşması (20.06.1920) imzalanmıştır.
Müttefiklerin Londra Konferansı…
Paris Barış Konferansı'nda, her ne kadar mağlup devletlerle imzalanacak antlaşmaların taslağı hazırlanmış ise de Osmanlı Devleti ile yapılacak barış antlaşması Müttefik Devletlerin çıkar çatışmaları yüzünden oldukça gecikmiş ve en sona kalmıştı. Bu durum büyük güçlerin bu kez de Şubat ve Mart 1920 aylarında Londra'da toplanmalarına sebep olmuştu. Londra Konferansı'nın hazırlık toplantıları İngiliz, Fransız, İtalyan ve Japon yetkililerinin katılımıyla 12 Şubat - 10 Mart 1920; son toplantıları ise 11 Mart - 10 Nisan 1920 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş, bu konferansta hem çatışan menfaatlerin uzlaştırılabilmesi hem de hızlı karar alınabilmesi hedeflenmiştir.
Ermeni Sınırları, İngiltere ve ABD…
Ermenistan Sorununu üzerinden atma yolunda sürekli diplomatik manevralar yapan İngiltere, daha önce ABD nezdindeki çabalarından sonuç alamamış olsa da Osmanlı İmparatorluğu'na uygulanacak barış antlaşmasının şartlarını müzâkere etmek üzere toplanan San Remo Konferansı'nın (19-26.04.1920) son günlerinde yine Washington merkezli iki seçenekli teklif sunma kararı almıştır. Buna göre ABD’nin Ermenistan mandaterliğini kabul etmesi için Başkan Wilson'a çağrıda bulunulması, ABD’nin bu teklifi kabul etmemesi durumunda Wilson’dan Ermenistan sınırları hakkında hakemlik yapması istenecekti. Müttefik Devletlerin yanı sıra çeşitli misyoner ve lobi teşkilatlarından gelen yoğun baskılar, Wilson'un, Ermenistan sınırları konusunda hakem olmayı kabul etmesini kolaylaştırırken böylesi bir misyonun kabul edilmesi ABD’den istenen mandaterlik talebinin de geçiştirilmesini mümkün kılmıştır. Büyük güçler kendi çıkarları çerçevesinde diplomatik manevrâlar yaparken Millî Mücâdele’nin lideri olarak Mustafa Kemâl Paşa, Türk dış politikasına da yön veren vererek tam bağımsızlık ruhuyla hareket etmiştir. Bu anlayış hem mandaterlik ihtimalini kaldırmış hem de daha sonra Saltanat Şûrâsı tarafından kabul edilecek olan Sevr Barış Antlaşması’nın geçersiz hâle dönüşmesine zemin hazırlamıştır.
Müttefiklerin, Osmanlı Hükûmetini konferansa daveti…
İtilâf Devletleri, 20 Nisan’da Damat Ferid Paşa hükûmetine verdikleri bir nota ile barış şartlarını almak üzere bir Osmanlı heyetinin 10 Mayıs’ta Paris’te hazır bulunmasını isterler. Ankara Hükûmeti 30 Nisan’da İtilâf Devletleri’ne bir nota vererek İstanbul işgalden, Padişah da esâretten kurtuluncaya kadar devletin yegâne meşrû yönetiminin Büyük Millet Meclisi (BMM) [1] Hükûmeti olduğunu bildirdi. Buna rağmen İstanbul hükümeti Ahmet Tevfik Paşa’nın başkanlığında bir heyeti aynı gün Paris’e gönderdi.
İngiltere’de devlet ricâli ve askerî erkandan alınan görüşler...
11 Mayıs 1920 tarihinde Sevr Barış Antlaşması’nın ana hatları, düşüncelerine başvurulmak üzere İngiltere’de devlet ricâline ve askerî erkana dağıtılmıştır. Bu konuda kimi askerî erkan, barış şartlarının çok ağır olduğunu, Türklerin bu barışı imzalamayacaklarını, eğer imzalayacak bir Türk hükûmeti çıkarsa bunun da halkın güvenini kazanmamış zayıf bir hükûmet olacağını ve bu şartların uygulanmasının da çok zor olacağını, hatta Türklerle yeni bir savaş ihtimâlinin dahi söz konusu olabileceğini ifade etmiştir. Bu isabetli öngörü kısa bir süre sonra da gerçekleşecektir.
Ahmet Tevfik Paşa’nın Paris’teki izlenimleri…
Paris Barış Konferansı, hazırladığı barış şartlarını 11 Mayıs’ta Paris’teki Osmanlı heyetine bildirdi. Bir ay zarfında yazılı cevap istenen antlaşmanın bir ölüm fermanından farkı yoktu. Mustafa Kemal Paşa Paris’e giden heyetin Türk milletini temsil etmediğini, konferansın kararını kabule de yetkili olmadığını açıkladı. Ahmet Tevfik Paşa, İstanbul'a gönderdiği telgrafta barış şartlarının “devlet kavramı ile bağdaşmadığını” bildirerek görüşmelerden çekilmiştir.
Paris, Londra ve San Remo Konferanslarından sonra artık şartları iyice oluşturulan 431 maddelik barış antlaşması metni 31 Mayıs’ta İstanbul’a ulaştırılmış ve Türklere de 26 Haziran’a kadar cevap süresi verilmiştir. Metni incelemeye başlayan İstanbul’daki kabine, kabul edilemez şartları gören ve antlaşmanın sorumluluğunu üzerine almak istemeyenlerin tepkileriyle karşılaşmıştır.
Ankara ve İstanbul arasında yükselen tansiyon
BMM Başkanı Mustafa Kemâl Paşa’yı ölüme mahkûm eden Nemrud Mustafa Paşa başkanlığındaki sözde mahkemenin bu kararını 24 Mayıs’ta ilân etmesi, İstanbul ile Ankara’nın arasını daha da açtı. Damat Ferid Paşa’nın bir oldu-bitti ile barış antlaşmasını imzalamasını önlemek için BMM’ye verilen bir önerge kabul edilerek İstanbul’un resmen işgâl edildiği 16 Mart 1920 tarihinden sonra İstanbul hükümetinin imzaladığı bütün antlaşma ve sözleşmelerin geçersiz sayıldığı ilân edilir (07.06.1920). Ayrıca BMM, İstanbul’da yasal bir idare oluşuncaya kadar Bâbıâli ile ilişki kurmayacağını, tek başına ve bağımsız biçimde davranacağını İstanbul hükûmetine bildirir (14.06.1920). Ankara İstiklâl Mahkemesi de Damat Ferid Paşa’yı vatana ihanet suçundan ölüme mahkûm eder (05.07.19202).
Müttefiklerin, Yunan işgâlleri ve Saltanat Şurâsı…
Damat Ferid Paşa 10 Haziran’da yeni Paris Barış Konferansı’ndaki Müttefik devletlere bir tasarı sunmak üzere ikinci defa Paris’e gider. Barış antlaşmasının sorumluluğunu üzerine almak istemeyen Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nâzırı (İçişleri Bakanı) Reşid Bey’i Paris’te bırakarak 14 Temmuz’da İstanbul’a geri döner. Paris’te kalan Reşid Bey’in İstanbul’a gönderdiği telgraf ise büyük bir gerilime sebep olur. Telgrafa göre, Müttefikler antlaşma taslağının Türkler tarafından kabul edilmemesi hâlinde İstanbul’a Yunan birliklerinin çıkarılacağı ve idarenin de Yunanlılara verileceği bildirilmiştir. Aslında Müttefikler böyle bir karar almamışlardı, bu tamamen bir blöften başka bir şey değildi ve Reşid Bey’in kulağına ulaştırılmıştı.
Bu gelişmeler esnasında İtilaf Devletleri, Millî Mücadele’yi başlatan Türk milletinin direnişini kırmak için 21 Haziran’da İzmir'de bulunan Yunan kuvvetlerini Anadolu içlerine sürmeye karar vermesinin ardından Balıkesir, Bursa, Uşak ve Trakya kısa sürede Yunan kuvvetleri tarafından işgâl edilir. Bu işgâllerden cesâret alan İngiltere, 8 Temmuz’da Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgal edilmesiyle birlikte İstanbul hükûmetine barış antlaşmasını kabul etmesi için sadece on günlük bir süre tanır. Bu işgâller ve İngiltere’nin emrivâkîsi üzerine çok ağır maddeler içeren barış antlaşmasını tek başına imzalamak istemeyen Damat Ferit Paşa, sorumluluğu sadece kendi üzerine almak yerine Saray’a başvurarak barış antlaşmasının bir Şûrâ-yı Saltanat tarafından karara bağlanmasını talep eder. Padişahın başkanlığında 22 Temmuz’da Sultan toplanan Şûra-yı Saltanat’ta, Sadrazam müzakereye izin vermedi. Âyan’dan (Senato’dan) Topçu Feriki (korgeneral) Rıza Paşa hâriç tüm üyeler “zayıf bir mevcudiyeti, mahva tercih” ederek barış antlaşmasının onaylanmasına karar vermiştir. Damat Ferit Paşa aynı günün akşamında İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck’e barış antlaşmasını antlaşmayı imzalamak üzere Âyan’dan (Senato’dan) Hâdi Paşa ve Rıza Tevfik Bey ile Bern Elçisi Reşad Halis Bey’in görevlendirildiğini bildirmiştir.
İngiltere’nin azılı Türk düşmanı Lloyd George, Osmanlı Devleti’nin Sevr’i imzalamaya karar verdiği zaman “Turkey is no more” (Türkiye artık yoktur) diyerek memnuniyetini göstermişti. Ancak iki yıl iki ay sonraki Büyük Zafer’le Millî Mücâdele’nin başarıya ulaşması sonucu Lloyd George’un siyasî yaşamı sona erince “Lloyd George is no more” (Lloyd George artık yoktur) gerçeği söz konusu olacaktır.
Hükûmet içinde bazı nâzırların (bakanların) antlaşmanın imzalanmasına karşı olmaları yüzünden Damat Ferid Paşa yeni bir kabine oluşturmak için istifa eder (31 Temmuz) ise de aynı gün tekrar hükümeti kurmakla görevlendirilir. Bu hükûmet de 2,5 ay daha sürer ve 17 Ekim’de sona erer.
Paris’te imzalanan Sevr Barış Antlaşması…
Damat Ferit Paşa başkanlığındaki Osmanlı delegeleri barış antlaşmasını imzalamak üzere bir Fransız gemisiyle Fransa’ya gönderildi. Paris’te barış antlaşmanın hükümlerinin yumuşatılması için yapılan son rica da reddedildi.
Paris’in Sevr banliyösünde imzalanan, bu isimle anılan, 433 madde ve eklerden oluşan Sevr Barış Antlaşması 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalandı. Bu antlaşmayı İtilâf Devletleri’nin yanı sıra, Yunanistan, Japonya, Ermenistan, Belçika, Hicaz, Polonya, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti ve Çekoslavakya da imza etmişti. Miras ortadaydı artık, bölüşülebilirdi. Böylece yüzyıllardan beri paylaşılamayan Osmanlı İmparatorluğu kâğıt üzerinde de olsa paylaşılmıştı.
Sevr Barış Antlaşması hakkında…
Bu antlaşma ile Orta Doğu haritası adeta yeniden çizilerek paylaşılmaktaydı. Antlaşmanın maddeleri oldukça ağırdır ve Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmak için hazırlanmıştır. İstanbul ve civarından oluşan küçük bir bölge ile Orta Anadolu’nun küçük bir kısmı Kastamonu kıyılarına kadar Türklere bırakılıyordu. Boğazlar, İtilâf Devletleri’nin işgâline bırakılmakla birlikte Boğazların trafiğe açık olması ve karma bir komisyon tarafından yöneltilmesi kararlaştırılmıştır. Doğu Anadolu’da ise Kürdistan ve bazı vilâyetleri Ermenistan’a dâhil edilmiş bir büyük Ermenistan devleti kuruluyordu. Ermenistan’ın sınırlarını ABD çizecekti (ABD Başkanı Wilson 22 Kasım 1920’de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan’a verdi.). Arabistan Osmanlı Devleti’nden ayrılacak ve Müttefiklerin isteklerine terk edilecekti. Müttefikler tarafından daha önce işgâl edilen yerler, Fransa, İtalya ve İngiltere’de kalıyordu. Azınlıklar, Osmanlı Devleti’nde eşit haklara sahip olacak ve Meclis’te temsil edileceklerdi. Kapitülasyonlar yürürlükte kalıyordu. Devletin askerî ve maddî işleri kontrol altına alınıyordu. İç güvenliği sağlamak üzere 50.000 kişilik askerî güç dışında silahlı kuvveti olmayacaktı. Liman ve demir yolları uluslararası bir komisyona bırakılıyordu. Osmanlı Devleti savaş tazminatı ödeyecekti. Kendi aralarında paylaşamadıklarından İstanbul, Osmanlı Devleti’nde kalacaktı. İzmir’in yönetimi Yunanlılara bırakılmıştı. Bunlara ek olarak da savaşa girmiş ve idarî kademelerde bulunmuş Türk vatandaşları “savaş suçlusu” olarak yargılanacaktı.
Antlaşmanın maddelerine bakıldığında çok ağır şartları içerdiği görülmektedir. Bir anlamda bu topraklarda bir devleti ve milleti ortadan kaldırmaktaydı. Türklere bırakılan çok küçük bir bölgenin antlaşma şartlarına göre uzun süre yaşayabilmesi mümkün değildi. Bu antlaşmaya göre Türkler zaten asimile olup yok olup gidecektir.
Müttefiklerin, Sevr’i BMM’ye kabul ettirme çabaları…
Müttefikler tarafından, Sevr Barış Antlaşmasını BMM’ne kabul ettirmek ve Millî Mücadele’yi çökertmek amacıyla bir yandan Yunan taarruzu diğer yandan da iç isyanları desteklenmiştir. Batıdan ve doğudan iki ateş arasında kalacak olan BMM’nin böylece anlaşmayı kabul etmek zorunda kalacağı düşünülmüştür.
İstanbul tarafından onaylanmamış antlaşma…
Antlaşmanın yürürlüğe girmesi için Anayasa gereği önce Mebusân Meclisi’nin antlaşmayı görüşüp kabul etmesi, sonra da imzalamak üzere Padişah’a göndermesi gerekiyordu. Fakat antlaşma imzalandığı tarihte Mebûsan Meclisi kapalı (Mart 1920'de faaliyeti sonlanmış ve 11 Nisan’da da kapatılmış) olduğundan antlaşma Meclis’te görüşülememiş ve Padişahın önüne de gelmemiştir.
BMM’nin Sevr’e tepkisi…
BMM, bir utanç ve esâret belgesi niteliğindeki antlaşmayı sert bir bildiri ile kınamış ve antlaşmayı imzalayanlar ile Saltanat Şurası'nda olumlu oy kullananları 19 Ağustos 1920 tarihinde “vatan haini” ilan etmiştir. Antlaşmada imzası bulunan heyet üyeleri de 23 Nisan 1924 tarihinde TBMM tarafından “150’likler Listesi”ne eklenmiş, 28 Mayıs 1927 tarihli yasayla da yurttaşlıktan çıkarılmıştır.
Sevr’in Osmanlı Devleti tarafından imzalanması üzerine, Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, BMM Başkanlığına 16 Ağustos 1920 tarihli gönderdiği bir telgrafta Sevr’i imzalayanların “vatan haini” ilan edilmesini teklif etmiştir. Bu öneri mecliste görüşülerek 19 Ağustos 1920 tarihinde kabul edilmiş ve anlaşmaya imza atan Hadi Paşa, Rıza Tevfik Bey, Reşat Halis ve kırk iki kişinin daha “vatan haini” olduğu ilan edilmiştir. Antlaşmada imzası bulunan heyet üyeleri de 23 Nisan 1924 tarihinde TBMM tarafından “150’likler Listesi”ne eklenmiş, 28 Mayıs 1927 tarihli yasayla da yurttaşlıktan çıkarılmıştır.
Sevr’in Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmesi üzerine TBMM’nde yapılan görüşmelerde de Bolu mebusu Tunalı Hilmi Bey, Padişah’ı, Sevr Barış Antlaşması’na boyun eğdiği için “taçlı hain” olarak nitelemiştir.
Sevr’in hükümsüz kalması…
Sevr’i imzalayan devletlerin 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması’nı imzalayıp onaylamalarıyla artık Sevr Barış Antlaşması yok sayılmıştır. Çünkü Lozan Barış Antlaşması, Sevr Barış Antlaşması’nı tanımıyor ve Sevr’deki hükümleri tamamen değiştiriyordu. Lozan’ı imzalamakla Sevr’i imzalayan aynı devletler, Sevr’in milletlerarası alanda artık mevcut olmadığını da kabul etmiş oluyorlardı. Ayrıca, daha Sevr imzalanmadan önce BMM Hükümeti 16 Mart 1920 tarihinden itibaren İstanbul tarafından imzalanan bütün antlaşmaları hükümsüz sayacağını dünyaya ilan etmiş olması ve Sevr’in de BMM tarafından onaylanmamış olması münasebetiyle sadece bir tasarıdan ibaret kalmıştır.
Sonuç…
Sevr Antlaşması, Türkleri Anadolu ve Avrupa coğrafyasından tamamen çıkarmayı amaçlayan bir antlaşma idi. Nitekim Mustafa Kemâl Atatürk’e göre Sevr, Türkler için yüzyıllardan beri hazırlanmış büyük bir suikasttı.
Kezâ, bir utanç ve esâret belgesi olan Sevr Barış Antlaşması’nı iradî olarak görmezlikten gelip emsâlsiz bir zaferle taçlanan Şanlı Millî Mücadele’nin siyasî sonucu olan, Sevr denen o aşağılık belgeyi yırtan ve hükümsüz kılan, kezâ Türkiye Cumhuriyeti’nin de siyasi tapusu olan Lozan Barış Antlaşması’nı ise basit, mesnetsiz ve gerçek dışı argümanlarla eleştirmeye ve değersizleştirmeye çalışmak da su götürmez bir pespâyelik ve zillet hâli, hamiyetsizlik [2] ve gayrı millîlik olsa gerek…
© 2023. Bu makalenin / yazının içeriğinin telif hakları yazarına ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereği kaynak gösterilerek yapılacak kısa alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.
SONNOT
[1] BMM / TBMM: Bir esâret belgesi niteliğindeki Sevr Barış Antlaşması'nı (10.08.1920) kabul etmeyen BMM, İtilaf Devletleri'ni yurttan çıkarmak için silahlı mücadele de dahil faaliyetlerini kararlı bir şekilde sürdürüyordu. BMM, Millî Mücâdele sırasında güneyde Fransızlara karşı yürütülen gayrı nizamî harpte başarılı olmuş, BMM kuvvetlerinin 1920 güzü sonunda Doğu Cephesinde başarılı bir şekilde sonuçlandırdığı Ermenistan Harekâtı (28.10-06.11.1920) ile Batı Cephesinde Yunan kuvvetlerine karşı kazandığı I. İnönü Zaferi (11.01.1921) üzerine tereddütleri kalkan Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti (RSFSC) temsilcileri ile BMM temsilcileri arasında Türk-Sovyet görüşmelerini başlatmış, Yunan ilerleyişini durdurmuştu. I. İnönü Zaferi üzerine İtilaf Devletleri, Sevr Barış Antlaşmasında bazı değişiklikler yapmak üzere Yunanistan ve TBMM temsilcilerinin de katıldığı bir Londra’da bir konferans düzenlemiş, 23 Şubat’ta başlayan konferansta Sevr Barış Antlaşmasında değişiklik yapılması görüşmelerini Türkiye adına konferansa davet edilen TBMM temsilcileri ile yapmışlar, İtilaf Devletlerinin Sevr Barış Antlaşması'nda küçük değişikliklerle yetinmek istemelerine Türk delegeler tarafından şiddetle karşı çıkılmış, TBMM delegeleri, Misak-ı Millî gereği Sevr Antlaşması'nı hiçbir şekilde kabul etmediklerini dile getirmişler, şiddetli tartışmalardan sonra konferans sonuç alınamadan dağılmış, TBMM Heyeti Başkanı (ve Hâriciye Vekili) Bekir Sami (Kunduh) Bey, Londra Konferansı'nın dağılmasından sonra savaş esirlerinin karşılıklı geri verilmesi ile ilgili olarak, 11 Mart’ta Fransızlar, 12 Mart’ta İtalyanlar, 16 Mart’ta da İngilizlerle ayrı ayrı antlaşmalar imzalamış ise bu anlaşmalar TBMM tarafından onaylanmamış, Londra Konferansı her ne kadar sonuç alınamadan dağılmışsa da İtilaf Devletleri'nin zımnen TBMM'yi tanımaları açısından diplomatik bir başarı olmuş, TBMM temsilcileri ile RSFSC temsilcileri arasında devam eden görüşmeler 16 Mart’ta Moskova Antlaşmasının imzalanmasıyla sonuçlanmış, böylece RSFSC, Misak-ı Millî'yi ve BMM'yi tanıyan ilk Avrupa ülkesi olmuş, BMM de uluslararası bir antlaşmayı onaylamış olması münâsebetiyle uluslararası süje hâline gelmiş olduğundan bu antlaşmadan sonra BMM artık “TBMM” olarak anılır olmuştur.
[2] Hamiyet: Bir insanın meşrû çabalarla kendisinin, ailesinin, toplumunun / milletinin, ülkesini iyileştirme, yüceltme ve geliştirme çabası içinde olması.
KAYNAKÇA
Cevdet Küçük, “Damat Ferit Paşa (1853-1923)”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 8, İSAM, İstanbul 1993.
İrfan Paksoy, Cihan Harbi'nde Osmanlı Devleti, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 2018.
Gülnihal Bozkurt, “Sevr’i Bilmek, Lozan’ı Anlamak”, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1666170, Erişim Tarihi: 10.08.1920.
Mehmet Sait Dilek, “Londra Konferansı’nda Ermeni Sorunu ve İngiltere’nin Tutumu (12 Şubat-10 Nisan 1920)”, https: //atif.sobiad.com/index.jsp?modul=makale-detay&Alan=sosyal&Id=AXC-fdyuyZgeuuwfWCow, Erişim Tarihi: 10.08.1920.
Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasî Tarih Metinleri, Cilt 1 (Osmanlı İmparatorluğu Andlaşmaları), Türk Tarih Kurumu Bsmv., Ankara 1953.
Resul Yavuz, “Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan Sevr Barış Antlaşması’na Giden Süreçte Türk Diplomasisi”, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlke ve İnkılapları Tarihi Enstitüsü, Doktora Tezi, İzmir 2016.
Şayan Ulusan, “Sevres (Sevr) Antlaşması (10 Ağustos 1920)”, https://ataturkansiklopedisi. gov.tr/ bilgi/sevres-sevr-antlasmasi-10-agustos-1920/
Şayan Ulusan, “Şark Meselesi’nden Sevr’e Türkiye”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Sayı VIII/18-19, 2009/ Bahar-Güz, İzmir 2009.