Bilmiyorum siyaset bilimi tezlerine konu olur mu ilerleyen süreçte ama bir insan bu kadar mı kötü bir final yapabilir?
2023 Genel seçimleri sonrasında akla ziyan gelişmeler ışığında Kemal Kılıçdaroğlu siyaset sahnesinden indirildi geçtiğimiz Cumartesi günü!
“Pu hah hah! Sanki seçim öncesinde çok önemli hamleler yapmış, oldukça doğru adımlar atmış mıydı ki, akla ziyan gelişmelerini sadece -seçim sonrasına- sıkıştırıyorsun hocam?” dediğinizi duyar gibiyim!
Anlıyorum ama benim işim doğrudan siyaset yapmak olmadığı için olayın o boyutlarını siyasetçilere ve siyaset bilimcilerin değerlendirmesine bırakmayı doğru buluyorum. Ben burada olayın eğitsel boyutunu ve gerçeklik zeminindeki yanlışlıkları dile getirmek istiyorum.
Bir insan hiç mi kendi iradesini kullanmaz? Bu kadar mı etrafına çöreklenmiş insanların kuklası olur? Bu denli menfaatperest, çıkarcı ve şakşakçı taifeyi etrafında toplar? Ve nihayetinde acınası bir yalnızlık ve son derece kötü bir finalle siyasi hayatının sonlanmasına sebep olur? Bunları anlamakta güçlük çekiyorum.
Girdiğiniz her seçimi kaybetmiş olsanız bile, öyle ya da böyle, her seçimde rakibiniz olan Tayyip Erdoğan’a karşı şahsınız dışında başka adaylar çıkararak koltuğunuzu korumayı başarmışsınız!
O adayların seçim sonrasındaki eleştirilerini haklı bulmayıp, bir şekilde onları ekarte ederek on üç yıl ülkenin Ana Muhalefet Partisinin genel başkanlığını yapmış bir insansınız. Son olarak ise kendiniz karşısına çıkmışsınız. Bu defa bütünüyle sorumluluğun size ait olduğu bir seçimde resmen kendiniz yenilmişsiniz. Normal bir şekilde erdemli davranış gösterip koltuğunuzu bırakmak varken, ısrarla beş altı aydır partililerinizin, seçmenlerinizin ve bütünüyle muhalif kesimin beklentilerine rağmen oturduğunuz koltuğu bırakmak istemiyorsunuz! Bu ne iğrenç ve ne çirkin bir eylem değil miydi de bu kötü gidişle siyasi hayatınızı noktalamak zorunda kaldınız Sayın Kılıçdaroğlu?
Buradaki esas sorunun kaynağı, Siyasi Partiler Yasası’nın genel başkanlara tanıdığı olağanüstü antidemokratik haklarda yatmaktadır.
Hangi parti olursa olsun, hasbelkader bir şekilde birisi o koltuğa oturduysa kendisi istemedikçe gitmiyor arkadaş! Güya demokrasinin en temel unsuru olan siyasi partiler, demokratik süreci işleten mekanizma idi öyle mi? Dikkat edin, yamalı bohçaya dönmüş olan ve neredeyse değişmedik bir, ilk dört maddesi kalan Anayasa’nın değiştirilmesi siyasilerce her yıl gündeme getirilmektedir. Ama ne hikmetse o siyasiler, siyasi partiler yasasına bir türlü dokunmak istememektedirler. Neden acaba? Çünkü o gücün ellerinden gitmesini asla istemiyorlar da ondan.
Halka hizmet maksadıyla kurulmuş olan partiler, bu yasa sayesinde genel başkana hizmet eden yağcı, çıkarcı ve şakşakçı güruh istifleyen bir kurum haline dönüşüyor. Şark kültürü genlerimize işlediği için bir türlü demokrat olamıyoruz! İleri demokrasi, Batılı demokratik anlayışı hakim kılma vaatleri hep bir başka bahara kalıyor. Parti içinde muhalifler barındırılmıyor, makam mevki ve vekillikler ahbap çavuş ilişkisi ile dağıtılıyor. Hatta şeffaflık olmadığı için siyasetin finansmanındaki kirlilik kokuşmuşluğu, rüşvet ve milyon dolarlık pazarlıkları doğuruyor.
Kim daha çok kaypaklık yapıyor, kim daha çok yıkama yağlama yapıyor, kim daha çok para dağıtıyor, genel başkanlara kim daha çok mafyatik yapılaşmalar doğrultusunda destek veriyor işte onlar siyasetin parlayan yıldızı ve vitrin mankeni oluyor!
Bu durum, temiz siyasetin ortaya çıkmasının önündeki en büyük engel olduğu gibi dürüst ve namuslu insanların da siyasette çoğunlukla yer alamamasının nedeni oluyor!
Hani partiler, kimsenin babasının çiftliği değildi? Hani partiler milletin malı idi? Hani partiler tüzel kişilik olarak kurulmuş olsa da isteyen her Türk vatandaşının gönül rahatlığıyla kendisine yer edinebileceği kurumlar idi? Yapmayın Allah aşkına! İnanın çocuklar demokrasicilik oynasa bu denli absürt uygulamalara imza atmaz! Hele sağ partilerde bu aşiret yapısı veya tarikat ve şeyhlik kültürü ile birebir aynı olan yapılaşma bir türlü kırılamıyor! Biat ve itaat anlayışına dayalı siyasal atmosfer, liyakati olduğu gibi ortadan kaldırıyor. Ondan sonra düzelme bekliyoruz! Kişiler değişse de kurallar ve zihniyet değişmedikçe, daha çoook bekleriz.
Genel Başkan parti delegelerini seçiyor. Delegeler de kurultaylarda parti genel başkanlarını… Bu mu demokrasi, bu mu siyaset, bu mu adalet? Gömleğin ilk düğmesi yanlış ilikleniyor, ondan sonra niye bu gömleğin iki yakası bir araya hizalanamıyor? Diye düşünüp duruyoruz…
Allah’tan ki CHP delegeleri, artık bu oyuna bir son vermek gerektiği ferasetini gösterdi. Cumartesi gününün en yürek ferahlatan sonucu bence o idi! Yoksa her iki genel başkan adayının da pkk sempatizanlığıyla yanıp tutuştuğunun tescillendiği kongredeki değişim, ne kazanım idi ne de umut! Atatürk’ün kurduğu, Cumhuriyetin kurucusu bir liderin emaneti olan bir partinin bu denli bölücüler aşkına bürünmesindeki kuşatıcılığın sebebini bundan sonra artık partililer düşünsün!
Adam ilk turda kendi seçtiği delegenin oyunu dahi alamamış ve sadece iki oy farkla salt çoğunluğu elde edemeden yarışı önde bitirmiş rakibinin elini kaldırmak istemesine ve hiç olmazsa giderayak tabanında hoş bir seda bırakmak istemesine rağmen ona müsaade etmeyen güruh, şimdi mutlu mesut mudur acaba?
Oysa onlar henüz 14 Mayıs seçimlerine girmeden önce bile Kılıçdaroğlu’na Cumhurbaşkanım demeye başlamışlardı bile. Kesin 12. Cumhurbaşkanı siz olacaksınız diye, 74 yaşındaki adamı boni bon şekeri vererek kandırmayı başarmışlardı bile! Rahmetli dedeme artık ömrünün son demlerinde doktorlar ilaç yüklemesi yapmanın anlamsızlığını belirttikten sonra ağrıları çok arttığı zaman boni bon şekeri verirdik ve rahatlardı! Ardından nöbetleri geldikçe kendisi isterdi “yavrum o ilaç bana iyi geliyor ondan verin” diye. Sen bizim cumhurbaşkanımızsın, sen kazandın, artık cumhurbaşkanımız olarak köşene çekil ki alttan gelenler yorulsun, terlesin diyemediniz. Kendi menfaatleriniz için ha bire onu sürdünüz öne. Sonunda boni bon şekerini bile çok gördünüz adama! Yazıklar olsun size. Sözüm ona değil, yaşlı sonuçta, ama onu kuşatan menfaatperest zümresine…