Bazı gençler sonunu aşk ile bitirse de çok da âşık olunacak hali yok Tofaş arabaların. Bir Tofaş'ınızın olması demek, hele ki 25-30 yıllıksa, sık sık sanayiye gitmek demek. Kapıların kapandığından hiçbir zaman emin olamamak demek. Ön camın içine kaçması, akü ile ilgili sorun çıkması, göstergelerin çalışmaması, vites geçmemesi ya da başkaca sebepten kaynaklı hır hır seslerinden tedirgin olmak demek. Seveni bol olsun ne diyelim.
Bir zamanlar etrafıma baktığımda hep onlar vardı; Doğan, Şahin, Kartal, Toros, Serçe. Yollarda bunlar cirit atardı. Zıplayarak seyahat, tüm camları açma lüksü, sigara dumanın içeriye dolması, küllüklerin kapılara monteli olması ve onun getirisi çevrecilik anlayışı herkeste hâkimdi. İlkokul, ortaokul zamanlarım böyleydi. Sonra başkaca markalar girdi yollara. Daha parlak, daha hızlı, sigara karşıtı, koltukları sert süngerli, her camı kendi düğmesine basılınca açılan arabalar kapladı yolları. Birisi yerli, Anadolu'nun bağrından kopmuş da diğeri ecnebi kalmış gibiydi.
Bu asi, bu yağız, bu güneş yanığı arabalar; yeni yetme, şehirli, kravatlı, sessiz, havalı arabalar karşısında bir değişim geçirmeliydi. El mi yaman bey mi, hesabının adına ‘modifiye’ dendi. Hoparlör takıldı iri iri, led döşendi yanıp sönmeli. Hakkını yemeyelim, kimisi ilk üretildiği halini korusa da birçoğu modifiye için uygun zemindi. Parçası bol, sanayi masrafının az olması bu işi kolaylaştırdı tabii.
Bunların zararı, yarar, geçmişi derken konuyu çok dağıtmadan bizim Tofaş’ın hikâyesine geçelim. 92 model, Doğan L. 30 yaşında tanışmak nasip oldu kendisiyle. Normalde Toyota'nın bir aracı vardı bize eşlik eden; sessiz, şehirli, işini iyi yapan. Biz ondan ayrılmazdık da şu ev işi ortalığı karıştırdı. Hesapta yokken bir ev almak nasip oldu. Yarısının parasını verdik, gerisini kredi çekeriz dedik. Dedik ama bir yandan da içim rahat etmedi. Hani faiz haramdı? Hani ben dua ederken; haramla helali ayırt edecek akıl, bunu ortaya koyacak irade ver Allah'ım diyordum? Ben böyle derken devlet de 0.99 da düşürdüm kredi faizlerini, dedi. TOKİ için kredi çekmek faize girmez lafları döndü bir zaman ortalıkta. Benim kafam iyice allak bullak oldu. Harama haram, helale de helal diyemiyor muyduk ülke olarak, yoksa başka şeyler mi vardı?
Bunu Hayati Yaman Hocama sordum aylar önce. O da araştırıp beraber yazabiliriz deyince, ben bir faiz yazısı yardım. Okuyanlar hatırlar. Bir iki ay sonra da hocamın yazısı geldi. Bizim evin yarı parası hala ödenmedi bu süre içinde. Ev temelden olunca, kredi çekmek için yüzde 85'inin bitmesi lazımmış. Zaman geçti ama boşa koydum sığmadı, doluya koydum almadı. Falan evim, filan evim sistemleri için zaten çok geçti. Kredi de dile kolay. Çektiğinin çok daha fazlasını ödüyor insan yıllarca. Maddi manevi yük oluyor kişilere. Tüm oklar bizim arabayı gösterdi ve biz de onu satmaya nihayet karar verdik. Peynir ekmek gibi gider denilen araç, piyasa durgunluğundan bir buçuk aya anca satıldı. Acaba satılmayacak mı? Öyleyse yine kredi çekmek zorunda kalacağız… Böyle düşünerek çok üzüldüğüm zamanlar oldu. Şükür ki zaman dolmadan satıldı araç. Üç dört gün sonra da bir Tofaş’ımız oldu. İçindeyken beni eskilere, çocukluğuma götüren Tofaş’ımız.
İlki bizi faizden kurtardı, ikincisi de ayağımızı yerden kesti. Eşyanın da bir ruhu olduğuna inanan ben; “ Sen de hakkını helal et. Bizi çok getirip götürdün.” dedim Toyota’ya. Diğeriyle de yeni tanışıyoruz. Yazının başında saydığım şeyleri yaşatsa da bazen, memnunuz kendisinden. Aldıktan sonra fark ettim ki yaşadığımız ilçe Tofaş kaynıyor. Ev için arabayı sattıktan sonra da fark ettim ki böyle yapan çokmuş. Biz bu kararı verene kadar akla karayı seçtik. Rabbim iyi niyetlerimizi kabul etsin. Yaşadığımız süreci şöyle bir özet geçmek istedim.
Bizim Tofaş'ın çalışmayıp bizi yayan bıraktığı günün öncesinde, sevdiğim bir arkadaşıma rastladım durakta. Beklerken ölümden açıldı konu. Bakalım bizim ölüm hikâyemizi kim anlatacak arkamızdan dedim. Ölümle ilgili yazı yazdın mı? diye sordu. Evet dedim. “Güzelleşsin Gidişimiz” diye bir yazı yazmıştım. Ertesi gün onca yolu yürümek zorunda kalınca, Tofaş'ın ettiği canımı sıkmıştı biraz. Epey yürüdükten sonra okula gidecek araca bindim. Az gitmedik ki cenaze arabasıyla karşılaştım camdan dışarı bakarken. İyisi olsun, kötüsü olsun son bineceğin araç bu dedim. Ölümle ilgili yazmak değil, ölümle ilgili yaşamak gerek, bunu anladım. Yani ölmek için yaşamak, yaşamı ölüme ayarlamak gerek. Bülent Parlak bir programda, “Bu okumalar, yazmalar, kitaplar, hikâyeler… Hepsini daha güzel ölmek için yapıyoruz.” demişti. Benimkisi o hesap. İnşallah hesaplar tutar o büyük günde.