?>

Derviş Yasaları

Hayati YAMAN

3 yıl önce

Başlığa bakıp da tekke ve zaviyelerde yetişen dünyadan el etek çekmiş, zevki sefayı arkasına atmış, ahiret odaklı yaşayan derviş zannetmeyin sakın!.. Ayrıca bu girişle dervişliği afişe ettiğim ve öyle bir yaşam tarzını salık verdiğim ise asla düşünülmesin! Tercihim ve önerim, “İlke, Ahlak ve Aksiyon adamı olmaktan yanadır!” onu da belirteyim.

                                   .           .           .

Mesut Yılmaz dönemleriyle uygulamaya konulan 28 Şubat kararları yine harfiyen uygulanıyordu. ABD’den getirilmiş/gönderilmiş Kemal Derviş, hükümetin de üzerinde bir güç gibiydi. Kurtarıcı görüldüğü gibi Darbelerin arka planındaki ABD’nin temsilcisi gibi de görülmekteydi. O, -şu yasalar çıkacak- şeklinde şak diye Hükümetin önüne bildirge koyuyor, Hükümet şuk diye Meclis’e sunuyordu. Meclis ise anında gereğini yapıyordu. Çünkü başka çare yoktu. Ülke ekonomisi batık, bankalar bizzat sahiplerince içi boşaltılıp soyulmuş durumda idi. Dolar almış başını gidiyor. İçerden birileri generallere “Paşam paranızı dolara çevirin!” tüyoları vererek üstünlerin kaybetmesini bir yana bırakın, kat be kat zenginleştirilmesine çanak tutuyordu. Ekonomik yasalar yanında ‘Uluslararası tahkim yasası, sertifikalı tohumla yerli tohumunun yasaklanması yasaları’ çok dikkat çekiciler arasında idi…

Hani şu Kanal İstanbul Projesi kapsamında tarlaların arsaya dönüştürülüp Araplar başta olmak üzere yabancılara satılması vardı ya! İşte o esnada Kılıçdaroğlu yerli ve yabancı sermaye gruplarına seslenmiş ve “İktidara gelirsek, o arsaları geri alıp kamulaştıracağız ve yeniden tarım alanına dönüştüreceğiz!” demişti, hatırlayın! İşte Onun bu açıklamalarına karşı Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Yav senin daha yasadan, kanundan haberin yok. Bir de ülkeyi yönetmeye kalkıyorsun! Nasıl geri alıyorsun? Uluslararası tahkim var! Söke söke senden alırlar onları!” dediği ve halkımızda “Bu nasıl açıklama ya! Mandacı bir Cumhurbaşkanı mı ülkeyi yönetiyor? Devletimizin başı kimden yana? Bu ne talihsiz ya da bilinçli ise ne acı bir açıklama?” diye şok etkisi yapan sözlerindeki tahkim yasaları işte! Varın olayın derinliğini siz düşünün!

Yine sertifikalı tohuma direnen ve yerli tohumda ısrar edip, maddi manevi yerli tohumu destekleyen dönemin Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp, bırakın milletvekilliğini siyaseten ismi silinen kişiler arasına girdi! Olay bu denli ahtapotun kollarında idi işte…

                                   .           .           .

Üstüne üslük Gölcük merkezli 7,4 şiddetli tarihimizin en yıkıcı depremi olarak kayıtlarımıza girmiş 17 Ağustos Depremi de nüfusun çoğunluğunun yaşadığı Marmara Bölgesi’ni vurmuştu!

 

İsmet İnönü’den CHP Genel Başkanlığını devralmış Bülent Ecevit, CHP’nin bölücü terör örgütü temsilcileri ile birlikte seçimlere girmesinden ve marjinal bütün sol oyları almak için ne kadar militarist sol fraksiyon varsa onlarla arasına mesafe koymamış olmasından rahatsızdı. O nedenle CHP’den ayrı bir partide yer almak için eşine DSP’yi kurdurmuştu. Sol aydınlar ve gazeteciler tarafından sol oyları bölmek ve Atatürk’ün Partisi’ne ihanet etmekle suçlansa da, Ecevit tınmıyordu. Sonuçta geçmişte Başbakanlık yapmış ve “kara oğlan” olarak siyasette yer edinmiş güçlü bir liderdi. DSP’nin kurucu lideri olan eşinin ağırlığı da hissedilirdi. Örneğin eli kanlı katiller açıklaması için -özür dilenmesi- istenip en azından ülkücü tabanın karşısında -Bahçeli’nin karizması çizilmesin ve o şekilde koalisyon kurulsun- talepleri kendisine iletilse bile, ABD’nin kendi eşine yaptığı jesti, o ülkücülere yapmamıştı bile!.. Ona rağmen koalisyonu kabul eden Bahçeli, ceketinin önü düğmeli uysal bir çocuk edasıyla Ecevit’in yanında yer alıyordu. Türkeş gibi karizmatik bir liderin yanında sürekli sönük kaldığı ve beklenmedik bir şekilde kendisini, tahmin etmediği yerlerde bulduğu için ‘Ecevit’i Türkeş zannediyor!’ siyasi mizahlarına bile konu ediniyordu.

 

Rahşan Hanım o ağırlığını, siyasi tarihimizde “Rahşan affı” olarak yer edinecek mahkumlara yönelik af kanunu çıkarttırmasıyla, daha sonra tekrar hissettirecekti. 1980 sonrası cezaevlerinde yatan sol mahkumların serbest, ülkücü mahkumların ise içerde kalmasına neden olacak bir düzenlemenin açık kahramanı olması nedeniyle…

                                   .           .           .

Kaderin cilvesi işte; ürkekler diye tanımlanmış FP ve erkekler diye oy istenip Meclis’e girmiş olan MHP’de birer tane başörtülü kadın milletvekili vardı ve bu da Ülkemiz Tarihi’nde bir ilkti!

 

Ülke ekranlara kilitlenmiş Meclis’te milletvekili yemin törenini bekliyordu! Yemin töreni il sıralamasına göre yapıldığı için ilk önce MHP Antalya milletvekili Nesrin Ünal kürsüye gelecek ve yemin edecekti. Halkımız; acaba ne olacak başını açacak mı, kapalı olarak mı yemin edecek diye beklenti içindeydi. Ve beklenen an gelmiş, millet soluk soluğa ekranlara kilitlenmişti! Nesrin Ünal -başörtüsü ensesine doğru, geriye sıyrılmış- bir şekilde kürsüye geldi. Milletvekili yeminini etti ve yerine geçti… Üst kattaki localarda töreni izleyen askeri erkan, -işlem tamam- dercesine kamaralara poz vererek, sonu beklemeden Meclis’i terk etti…

Yemin sırası İstanbul’a gelmiş ve FP’nin başörtülü kadın milletvekiline yaklaşıyordu. O zamana kadar Meclis Genel Kurulu salonuna girmemiş olan Merve Kavakçı, bir grup arkadaşıyla birlikte salona girdi. DSP’li vekillerce homurtular, yuhalamalar başladı. Ve hep birlikte ayağı kalkarak ‘Dışarı, Dışarı’ sloganları eşliğinde alkışlı bir protesto devredeydi.

 

Yine bir kadın, yine mağduriyet ve son derece aşağılık bir görüntü!

Şimdi nasıl bazı kesimlerce ‘Ak Parti Tokat milletvekili Özlem Zengin, tahammülü zor ve son derece yakışıksız açıklamalar yapıyor!’ şeklinde değerlendiriliyorsa, o dönem manzara da işte başörtülülere öyle idi. Sonuçta son derce beyefendi ve kibar olan yaşlı Ecevit birden aslan kesilmiş, kürsüye gelerek cebindeki kağıdı çıkarıp yazılı notları okuyarak “Bu kadına haddini bildirin. Burası Cumhuriyete meydan okuma yeri değildir!” diye bağıracaktı!..

 

Kime sesleniyor, belli değildi? Zira orası Meclis ve içerde polis yok, asker yoktu. Güvenlik, milletin temsilcileri olan vekillerin kendi sağduyuları idi. Üstelik duvarında “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” sözü yazıyordu. Ve sonraki süreçte yıllardır, başörtülüler Meclis’te idi, Devlet yıkılmamıştı işte. Hatta o Merve Kavakçı, ABD vatandaşı(!) olmasına rağmen, bugün TC Devleti’nin Kuala Lumpur Büyükelçisi(!) idi. Ama herkes kendisine biçilen ve üzerine düşen rolü oynuyordu…

 

Ülkeyi erken seçime götürecek açıklamaları hep kendisi yapan Devlet Bahçeli, o açıklamalardan birini ilk ve son kez yapması gerektiği yerde yapsaydı; bugün ne Ak Parti diye bir parti olur, ne de ABD’nin bu denli müdahaleleri ile karşı karşıya kalırdık!

                                   .           .           .

Nesrin Ünal’a başını açtırmayıp “Milletin iradesinin üzerinde güç tanımıyorum. Bize milletimizin yeterince destek vermediğini düşünüyor ve yeniden sineyi millete dönmek için erken seçim istiyorum.” deseydi, bakın ülkede neler oluyordu? Ama o da planlanan oyunun siyasi aktörlerindendi. Bu görüşümü destekleyen bir hamle ile kısa süre sonra bir kez daha karşımıza çıkacaktı.

Bakalım ne zaman ve hangi hamle ile!?.

YAZARIN DİĞER YAZILARI