?>
Devamke…
Önemli ve gerekli bir dinlenceden sonra zihnimizi toparlamış bir vaziyette, kaldığımız yerden yakın siyasi tarihimize göz atmaya devam edelim.
Siz gençlerimizin tabiri ile “Devamke” diyelim…
Darbelerin perde arkası müdahili olan ABD’nin siyaset dizaynı örneklerinden bir kaçıyla daha sizleri tanıştırmak istiyorum.
1995 seçimlerinde bütün şartların lehine geliştiği, siyasi yaşamında bir ilk olarak %10 seçim barajını aşıp Meclis’e girmesine kesin gözüyle bakılan Alparslan Türkeş ve partisi MHP, o seçimlerde dışarda kalmıştı(!) Ve enteresan bir hamle ile...
. . .
PKK eylemleri tırmanmış, yine hemen her gün şehit cenazeleri geliyordu. Baraj sorununu ya sol partilerle ittifak yaparak, ya da bağımsız olarak seçimlere girip kazanarak Meclis’e girebilen günümüz HDP’sinin o zamanki temsilcileri ise Meclis’te çatır çatır siyaset yapmaktaydı. “Vatanperver milliyetçiler neden dışarda?” sorgulaması insanların zihninde yer ediniyordu. Şimdi hiç görmüyor olsak da, o zamanlar liderler TV’lere çıkar gayet demokratik bir şekilde kendilerini ve politikalarını halka anlatırdı. Alparslan Türkeş, “Verin bana yetkiyi altı ay hazırlık, ikinci altı ayda eylem olmak üzere bir yılda kökünü kazıyayım bu PKK’lıların!” diye vaatlerde bulunuyordu. -Bütün şartlar MHP lehine gelişiyordu!- cümlesini o şartlara ve bu söylemlere dayanarak kurmuştum. Tam işte böylesi bir atmosferde o gizli el devreye girerek seçimlere birkaç gün kala, MHP’den Milletvekili adayı olan Devlet Güvenlik Mahkemesi (2004 yılında bu kurum kaldırılmıştır.) Başsavcısı Nusret Demirl’a “Ezan Türkçe okunmalıdır!” açıklamalarını yaptırıyordu.
Hani günümüzde de her seçim öncesi ortaya çıkan bir CHP’li Milletvekili’nin veya eski partilinin ya da solcu bir gazetecinin benzer açıklamalar yapması var ya! Hah işte, tam da onun gibi…
Böylece MHP’nin önü bıçak gibi kesilmiş, seçimlerde %8 küsur oy alarak baraj altında kalmış ve Meclis’te temsil edilememişti. Fakat ANAP ile seçim işbirliği yapan BBP ise 8 Milletvekili ile Meclis’te temsil edilme hakkını sağlamıştı! Alparslan Türkeş, 4 Nisan 1997’de vefat etti ve bir sonraki seçime girmeye ömrü kifayet etmedi ve hayattayken Partisinin barajı geçtiğine tanık olamadı! Allah kendisine rahmet eylesin. Onun emeklerinin, çaba ve gayretinin kaymağını da, kendisinden sonra koltuğa oturacak olan Devlet Bahçeli anasının ak sütü gibi yiyecekti…
Yine 1995 seçimlerinde DSP’nin de ikinci sol parti olarak seçimlere girmesiyle, %10 küsur oyla kıl payı barajı geçen CHP için ‘Aslında baraj altında kalmıştı ama Atatürk’ün partisi baraj altında kalmamalı’ diyerek, askeri yerleşim yerlerinde yapılan müdahaleler sonucu ‘baraj geçirildi’ söylentileri de dillendirilmekteydi…
28 Şubat darbesiyle iktidardan uzaklaştırılan Erbakan ve Çiller Hükümeti’nin yerine Süleyman Demirel’in görevi Mesut Yılmaz’a vermesi üzerine, 30 Haziran 1997’de 55. TC Hükümeti olarak AnaSol-D koalisyon Hükümeti kurulmuştu…
Erbakan Hükümeti’nin uygulamadığı tavsiye kararları Mesut Yılmaz tarafından “Siyasi hayatıma mal olsa bile uygulayacağım!” sözleriyle deklere edilerek tıpış tıpış yerine getiriliyordu. Yılmaz’a göre dindar ve mütedeyyin insanlar yarasa, Demirel’e göre başörtülüler Suudi Arabistan’a gitmeliydi!
Daha sonra Mesut Yılmaz’ın adının da karıştığı Türkbank ihalesindeki yolsuzluk iddiaları nedeniyle CHP, hükümete desteğini çekti ve Meclis’te verilen gensoru ile Kasım 1998’de Hükümet düşürüldü.
Ardından seçime gidilmek üzere Ecevit Başbakanlığı’nda neredeyse aynı hükümet 56. Hükümet olarak göreve başladı. Bu kaotik ortam ekseriyetle bütün siyasilere, oldukça itibar kaybettirmekteydi…
Yine o gizli el devreye girmişti. Ve 16 Şubat 1999’da PKK elebaşı, bebek katili Abdullah Öcalan ABD /CIA destekli bir operasyonla Kenya’da paketlendi ve Türk Ordusu’nun Bordo Bereli özel kuvvetlerine teslim edildi.
Fakat olay, çok gizli bir operasyon ile Türk istihbaratı ve özel kuvvetlerin başarısı olarak sunulmaktaydı. TV’ler o özel kuvvetlere mensup aslan parçalarının nasıl yetiştiğini, nasıl operasyon yaptığını haber ve belgesellerle halka gösteriyordu. Aslında halkın zihnine ilmek ilmek işlenerek son derece bilinçli bir seçim propagandası yapılıyordu… Öyle olmalıydı! Çünkü o zamana kadar Türk siyasetinde “Karaoğlan” lakabıyla yer edinmiş olan Ecevit vardı sahnede.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda, ABD’nin Türkiye’de haşhaş üretimi engellemelerine vetoda, Başbakanlıktaki Pentagon ve CIA unsuru NATO Gladyo yapılanmalarının ortaya çıkarılmasında hep yerli ve milli duruş sergileyen Karaoğlan idi o. 1980 öncesindeki iktidarında uygulanan ekonomik ambargolarla -bugün bile dillendirilen yağ ve mazot kuyrukları var ya, işte onlardan bahsediyorum- iktidarı al aşağı edilen Bülent Ecevit, bu defa ABD destekli bir şekilde başa getiriliyordu ve halkının karşısında karizması çizilmemeliydi!
Hatta belli bir süre sonra kendisi bile sürçü lisan ile “Bize Öcalan’ı ABD’nin neden teslim ettiğini anlayamadım!” itirafında bulunmuştu. Ancak daha sonra ABD Başkanı Bill Clinton’nın karşısında el pençe divan durarak kendisi minnet borcunu ödemiş, Türk Milletine hak etmediği acziyeti yaşatmıştı. Çünkü o da görevini tamamlamıştı sonuçta… İşte dost ve müttefik ABD, işte ülkedeki kahramanlar(!)…
Bu arada çok önemli bir bilgi daha vermek istiyorum ki; gözleri bağlı ve elleri kelepçeli şekilde uçaktaki tedirgin görüntüleri medyaya servis edilen Öcalan’ın, gözleri açılıp uçaktan indirilirken etrafını korku içinde kolaçan eden gözleri, jest ve mimikleri ‘her an bir kör kurşunla tahtalı köyü boylayacağım’ şeklinde idi. Fakat idam cezası ile yargılanmak üzere duruşmaya alındığında zırhlı camekanlı, sanık kabininde ‘Ben devletimin emrine hazırım, devletim için bana ne görev verilirse onu yaparım!’ diyecekti.
Çok enteresandır ki yürekli, yerli, milli, sol görüşlü ve Atatürkçü gazeteci Uğur Mumcu Kesire Öcalan üzerinden PKK’nın MİT ile bağlantılarını çözmüştü. O bağlantıları ve kamufle edilen uyuşturucu kaçakçılığı ağını açıklayacağı anda 24 Ocak 1993’te evinin önünde canına kast edilmişti! Aracına yerleştirilmiş bombayla, kontağı açtığı anda, havaya uçurulup dokümanları da yok edilmişti. O hain suikastı ve cinayeti, şeriatçı örgütler yaptı diye anında açıklamalar yapılmıştı. Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu RefahYol Hükümeti’nin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’dan suikastın araştırılması için yardım talep ettiğinde kendisine; utanmadan, sıkılmadan “Olayı karıştırmayalım. Bir tuğla bile çekilirse, Duvar yıkılır, Devlet çöker!” demişti. Meğer duvar dediği kendisinin de içinde etkin rol aldığı çeteler; Devlet dediği de, devletin içine sızmış mafya derin devletiymiş! Onu da son dönemde Sedat Peker’in açıklamalarıyla daha net öğrenmiştik. Neredeyse bütün karanlık noktalarda onun adının geçtiğini dost düşman herkes anlamış ve görmüştü! Güldal Mumcu 2007-2011 yılları arasında 23. Dönem İzmir CHP Milletvekilliği yapmış, TBMM’de Grup Başkan Vekilliği yapmış olmasına rağmen suikast çözülememiş ve netice Allah’a havale edilmişti!
Gizli elin organizesiyle Mumcu suikastı anında tahvile çevrilmişti. Geçerli ve trend sloganlar manşetler hazırdı. “İrticaya dikkat. Şeriat geliyor, Türkiye’de İranlı şeriat örgüt elemanları cirit atıyor.” diye laik-antilaik karşıtlığı ve kamplaşmalarının tohumları ekilmişti.
Yani bir taşla kaç kuş vurulduğunu, benim diyen Matematikçiler bile hesaplayamazdı. İnsanlar sokaklara dökülüyor “Kahrolsun Şeriat” mitingleri yapılıyordu. İyi de ne oluyor, gol nereye atılıyor, kim üzülüp kim seviniyor? Hakem kim, düdüğü kim çalıp santrayı gösteriyor?
O, yine belli değildi!
İşte o Öcalan, yargılandığı meşhur sanık camekanı içinden ‘devletimin emrindeyim’ derken; o zamana kadar yasalarında idam cezası var olan Devletimize, ‘gereğini yapın, beni kurtarın’ mesajı veriyormuş meğerse! Ama biz onu da sonra anlayacaktık…
Nasıl gidiyor? Böyle daha iyi oldu değil mi? Siz eura24 olarak bizi izleyin anacığım…
YAZARIN DİĞER YAZILARI