?>
Dini Nikah
Bir önceki paylaşımım, -İmam Nikahı- başlıklı idi. Bugün ise bu başlığı kullandım. Öncelikle ikisinin farklı manalara gelen bir terim olmadığını, aynı kavramlar olduğunu belirteyim. Zira tek olan din sosuna bandırılarak çoğaltılan -nikah- kavramına yenilerini ekleyerek ben de katkı sunmuş olma basiretsizliğini göstermiş olurum ki, maazallah! Hatta bu mevzulara giriş yapma nedenimi de unutmayın lütfen!
“Dinde yeri olmamasına rağmen, her iki başlığın da çocuk evlilikleri başta olmak üzere, pek çok ahlaksızlıklara yol açan temel argüman olması.”
Çok taze henüz ve hatırlayın lütfen. Karabük Sipahiler köyünün imamını gayrimeşru ilişki içinde olduğu kadınla, hem de camide bizzat eşi bastı. Olaylar jandarmaya ve ardından adliyeye yansıdı. Daha vahimi ise imamın eşinin babası müftülüğe şikayete gitmiş ve durumu bildirmiş. Müftünün cevabı tüyler ürperten cinsten! “Aralarında imam nikahı(!) varsa, dinen sakınca yoktur. Biz bir şey diyemeyiz.” Mealinde sözler sarf etmiş. Nasıl olsa yasalarda zina suç olmadığına göre müftü de haklı mı desek, kurumunun itibarını önlemek için refleks geliştirdi mi desek? Ben bilemedim, ona siz karar verin değerli okurlarım. Benim dikkat çekmek istediğim nokta -imam nikahı- kısmı idi…
Geçen sunumumda anlattığım üzere vaaz hocası ‘nikahın tek olduğunu ve şartlarının açık olduğunu’ bal gibi bilmesine rağmen, ‘Halka senin dediğin gibi anlatamayız. Halkın kültürel değerlerini yok sayamayız.’ diyordu. Bu yaygın kanaatle her din görevlisi veya gönüllüsü din, iman, inanç adı altında yaptıkları ya da yapamadıkları izahları ile kart zamparaların, sapıkların, aklı bir türlü apış arasından başına çıkmayan kıllı saptırıcıların ekmeğine yağ sürüyor.
Hiç kimse kusura bakmasın kardeşim, biz de suçluyuz! İslam eseri diye türetilen onca kaynaktaki defolarla yüzleşmek istemediğimiz için, onları olduğu gibi nakleden kişilere hoca diye hala hürmet gösterdiğimiz için…
Ahkaf-9. Ayetle “Bana da size de ne yapılacağını bilmiyorum.” diyen bir Peygamberin ağzından, “Kim unutulmuş, unutulmaya yüz tutmuş sünnetimi kıyamete kadar bir kez olsun yerine getirirse, cennetteki yerine hazırlansın.” rivayetini hadis diye dillendireceksin ve kaynaklarında barındıracaksın! Ardından peygamber ‘6 yaşında veya başka bir rivayete göre 9 yaşında evlendi’ diyeceksin! Sünnet kavramının “Peygamberlerin özel yaşamına, yeme içme, giyinme kuşanma, yatma uyuma kalkma, gibi kişisel eylemlerine bağlı bir mahiyet taşımadığını, tebliğ ettiği vahyin en güzel örnekliği ile yaşantıya dökülmesi” olduğunu anlatmayacaksın! İşte olayın varacağa sonuç bu çıkmaz sokak olacaktır. Hiç kıvırmanın, topu taca atmanın alemi yok.
Onun için -cı olanlara değil, -lı olanlara itibar ederek ancak bu çıkmaz sokaktan kurtulmak mümkündür. Naçizane benim amacım da sonuçları konuşmak değil, o istenmedik sonuçlara götüren sebepleri göstermek ve gücümüz yettiği ölçüde o sebepleri ortadan kaldırmaktır, kaldırmaya çalışmaktır.
Şimdi sizlerle dini nikah konusunda mahiyet ve eylem arasında, son derece çelişki gösteren yaşanmış bir hayat kesitimi daha paylaşmak istiyorum.
Bundan sekiz veya on yıl kadar önce, kuzenlerimden birinin düğününe iştirak etmek üzere memleketim Samsun Ladik’e gittim. Gelin alma işleminin gerçekleşmesiyle birlikte düğün dernek işlerinde, eğlence ve oyunlarda, yeme içme fasıllarında bir rahatlama olur bilirsiniz. Sorunsuz bir aşamadan geçmişlerse, (pek de öyle olmaz ama şimdilik onlar konu dışı) ebeveynler de işin sonuna gelmenin rahatlığını ve huzurunu yaşar, evlatlarının mürüvvetine tanık olmanın bahtiyarlığını tadarlar…
Ben yakınım olması nedeniyle düğün bitse de büyüklerimiz müsaade etmedikçe, oradan ayrılamazdım. O gece yine orada konakladım. Yatsı namazını kıldırdıktan sonra imam eve geldi. Tekrar hoş beş eşliğinde sohbet edildikten sonra bazı kişiler arasında fısıltılı gizli konuşmalar oldu. Pek oralı olmadım. Ortamdan birileri teker teker ayrılıyordu. Aradan bir müddet geçtikten sonra kuzenlerimden birisi yanıma sokularak kulağıma “Abi dışarı gelir misin?” dedi. Dışarı çıktık ve bana “Abi imam nikahı kıyılacak, senin de nikah şahidi olmanı istiyoruz.” dedi. “Hay hay. Neden olmasın?” dedim. Evde kalabalıktan uzak gizli bir odada toplanılmış, rehberlik eden kuzenim beni de onların yanına götürdü.
İçeri girdim. Gelin hanım yok, damat var. Kuzen imama “Daha başka kimse ister misin?” diye sordu. İmam, “Tamam bu kadar kişi yeterli.” dedi. Ben bu arada “Ben kimin şahidiyim?” diye sordum. Hoca “Orası önemli değil. Akıl baliğ olmuş, en az iki kişinin bu nikahın kıyıldığına dair şahitlik etmesi önemli!” dedi. Erkeklerden birisi de gelin hanımın vekiliymiş. Biz üç şahit, bir gelin vekili, bir damat ve bir de imam olmak üzere, toplam altı erkek içerdeyiz.
İmam, damat beyin beyanı ile gelin hanıma takılan takıların mihri misil olduğunu ve mihri muaccel olarak daha ileriki zamanda bir ödeme yapılmayacağını ve takılar üzerinde damadın ya da ailesinin hak iddiasında bulunmayacağını sözlü olarak bizlere açıkladı. Gelinin vekili de gelin hanım adına o beyanlara onay verdi. Bizi ise o akitleşmeye şahit tuttu. Ardından Arapça ve sonrasında çoğu o Arapça duaların manası olmak kaydıyla Türkçe dua yaptı ve duanın sonunda fatiha ile nikah merasimini sonlandırdı.
Tabi biz görevimizi tamamladık, pişmiş aşa su katmadık ama beni yine içten içe kemiren durumlar vuku bulmuştu! Yeri ve zamanı olmaması nedeniyle ertelediğim o arızaları mutlaka muhatabı ile konuşmalıydım!
Gel zaman git zaman, bir şekilde beraber olduğumuz bir gün o imama açtım mevzuyu! İmamlar artık o kadar tedirgin olmuş olmalı ki bir husustan, hemen o da kendisini savunmaya geçti ve “Hocam biz resmi nikahı olmayan hiçbir çiftin nikahını kıymıyoruz!” dedi peşinen…
Ben ona “Ya ben resmi nikahınız var mı, yok mu diye sorup sormadığın üzerinde durmayacağım. Zaten adamlar düğün yapmış. Neden öyle bir soru sorayım ki sana?” dedim. “Ne soracaksın o zaman?” dedi.
-Nikahta en önemli şartın; “İki gencin dünya evine girdiklerinin, karı koca olduklarının, sözleşmeyle birlikte aile olmak üzere yuva kurdukları gerçeğinin” etrafa duyurulması değil mi? Nikahın aleniliği ve aşikar olması şart değil mi? Diye sordum.
-Evet hocam. Onun için düğün yaptılar, düğün yemeği verdiler işte. Diye beni yanıtladı.
-Ben düğünden söz etmiyorum. Benim de şahit olarak katıldığım ve senin dini nikah adıyla kıydığın nikahı, biz neden gizli ve topluluktan uzak bir odada kıydık? Dedim.
-Haa. Hocam art niyetli kimseler büyü yapar. İplere okur üfler onları düğümler ve damadı bağlarlar. Damatta iktidarsızlık olur. Onların önüne geçmek için nikah ânını kimse bilmesin istiyoruz! O nedenle öyle kıydık, dedi.
-O zaman, senin kıydığın nikah geçersiz. Çünkü en önemli şartlarından birisini ihlal ettin. Ya da düğün ve sizlerin resmi nikah diye adlandırdığı alenen bütün tanıklar huzurunda yapılan nikah, gerçek nikah olduğu için senin kıydığın anlamsız ve son derece gereksiz bir nikah olmuş olmuyor mu? Dedim. Sonra biz nasıl bir Müslümanız ki, din ve inanç örgümüze hurafe ve masallar yön veriyor? Hafîz olan Allah bize yetmiyor mu? Onun koruyup kollayıcılığı üzerinde nasıl bir güç tanıyoruz da yuva kurmada, aile olmada aleni olarak atmamızı istediği ilk adımımızı gizlilik içinde atıyoruz? Diye sordum.
-Benim oralara aklım ermez. Biz bize öğretileni uygularız. Yıllardır bu şekilde gelmiş böyle gidiyor. Eski köye yeni adet getirmeyelim hocam dedi. Aslında çok doğru söylüyorsun ama inan ben dahi o nikahı kıymasam, görevini yapmayan imam konumuna düşmüş olurum. Şikayet ederler, başımı kurtaramam. Ben hiç olmazsa para almıyorum, bu işlerden para alanlar bile var hocam diye sözlerini tamamladı.
Şimdi çaresizliklerini de dile getirmek kaydıyla; imamlar böyle, vaaz hocaları böyle, müftüler böyle olunca nasıl önüne geçilebilir ki, bu yaşanan olumsuzlukların?
Oysa kolayı var çok bariz ve makul gerekçeleri olmak kaydıyla eşlerin özellikle kadının razılığı olması halinde ve aralarında adaleti tesis etme zorluğunu göze alma cüretini gösterebilecek erkeğe yasal olarak da ikinci eş edinme hakkı tanınabilir. En azından gayri resmi evlilik yapmış pozisyonunda olan kadının havada kalan pozisyonu ortadan kalkmış, çocuklarını kendi üzerine kaydedebilmiş, mal mülk konusunda yaşanan mağduriyetlerin önüne geçilebilmiş olunur. Ama bu durumun istismar edilmemesi için aile avukatlığı kurumu ihdas edilmeli ve hukuksal temelleri sağlam atılmalıdır.
Ondan daha da önemlisi aile olmak ve yuva kurmak için karar veren gençlerin ya da çiftlerin hem psikomotor, hem tıbbi, hem ekonomik, hem de eş ve çocuk hakları konusunda yetkinlik şartlarını taşıyıp taşımadığına dair testlerden geçmesi gerekmektedir. Devlet bu konuda Aile Bakanlığı öncülüğünde koordineli ve kapsamlı bir çalışma yaparak kararlarını çok acil bir şekilde faaliyete geçirmelidir.
YAZARIN DİĞER YAZILARI