?>

Dünya Kutup Ayıları Günü

Adem KURUN

3 yıl önce

Başlığı gördüğünüzde “Durup dururken bu saçmalık da nereden çıktı şimdi?!..” demiş olabilirsiniz. En iyi ihtimalle “Şaka mı bu?” türünde bir tepki verdiğinizi duyar gibiyim.

Belki de haklısınız… Evet, evren denen bu sonsuz büyüklükteki koskoca oluşumda bir tek insan konu edinilebilir bir edebi esere, bir gazete yazısına ancak; öyle değil mi?.. Başka bir canlı üzerine yazı yazmak da nedir?

Birçok dine göre Tanrı tarafından göre özene bezene yaratılan “Dünya” adlı şu mavi yeşil gezegen, tapusuyla birlikte insanın mülkiyetine geçmiş. İnsan da bu ölçüde adeta cennete eş var edilen dünyanın kendisi için hazırlandığının bilincinde bir varlık olarak kurulup tahtına, şöyle uzatarak bacaklarını, keyif çatmış. Evrenin merkezinde bulunan bu varlığın yanında, (doğaya özürle) “kıytırık” bir varlık olan kutup ayılarının da lafı mı olur, bağışlayın beni lütfen...

Evrenin merkezinde dedim. Elbette. Var olduğundan beri doğasında bulunan hep daha fazlaya, iyiye, güzele, çoğuna sahip olma hırsına sahip insan, gözü kararıp da Kabil’le birlikte ilk cinayeti işlediğinde bozulmuştu aslında bu büyü. O anda yırtılan masumiyet perdesi sonraki on, belki de yüz binlerce yıl hiç dikiş tutmadı. Dikilmesi dahi akla gelmedi çoğu kez..

Tarih öncesinde ve tarihi dönemlerde “toprak ve güç tapınımıyla” birbirlerine karşı sergiledikleri acımasızlıkla milyonlarca kişinin “alaca kanı” yeryüzüne döküldü Dede Korkut’un deyimiyle... Krallıklar yıkıldı, el değiştirdi; Sultan Süleyman’ların bile adı kaldı yalnızca. 510.100.000 km²lik dünya yüz ölçümünün tapu kaydında şunun ismi silindi de bunun ismi yazıldı.

“Mayalar, Aztekler, İnkalar, Kızılderililer” gibi belki de yüzlerce millet sığdırılmadı kocaman yeryüzüne; vahşice katledildi ve tarih denen dipsiz kuyu çekip aldı aramızdan onları bir bir… Oysa onların da dilleri kültürleri vardı kendilerine özgü tanınası, duyulası… Şarkıları vardı mırıldanılası, yemekleri vardı buram buram, tadılası… Şiirleri vardı yüreklerce, okunası… Göremedik, duyamadık, bilemedik…

Elbette bilirsiniz, bugünlerde yine hatırlamakta fayda var: Yıl 1854. ABD’nin bir başkanı yazdığı bir mektupla Amerika’ya gelen beyaz göçmenlere toprak bulmak amacıyla Kızılderililerden toprak ister. Bu isteği kabul edilecek olursa, Kızılderililere rahatlıkla yaşayabilecekleri bir bölgenin ayrılacağını bildirir. Bu gözler yaşartan merhametli, anlayışlı, insancıl (!) mektuba karşılık topraklarının büyük bir bölümü zaten beyazlar tarafından zorla ellerinden alınmış olan Kızılderili Reisi Seattle bir söyleviyle ABD Başkanı’nı uyardı.

Her güzel şey gibi şimdi soyu tükenen ve tarihe karışan Hunkpapa Sioux kabilesi adına ABD Başkanı’na cevap veren Şef Seattle “Beyaz adam, annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne; alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulamaz. Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenilemeyen bir şey olduğunu anlayacak!” sözleriyle tabiri caizse ayar veriyordu. 

Ne yazık ki olan olur, kurt kuzuyu yer. Bizlere eskiden Western filmlerde “yerli” şeklinde tanıtılan ve durup dururken sorgulamadan düşman bellediğimiz, hatta kimilerimizce yamyam zannettiğimiz Kızılderililer, kovboy çizmeleri ve kurşunları altında yok olup giderler sessiz sedasızca, bir film ömrü gibi..

O dönemki ABD Başkanı’na haksızlık etmeyelim şimdi… İnsan, kendi türüne karşı farklı dönemlerde sergilediği bu ve bunun gibi vahşeti, dünya tarihinin hiçbir döneminde insan dışı diğer canlılara ve doğal kaynaklara karşı işlememişti. Bugün, bakış açısı, düşünce yönü, ruhu itibariyle Kızılderili olan kimse kalmadı. Ne yana çevirsem başımı, “Beyaz Adam”la karşılaşıyorum. Paranın yenilebilen bir şey olduğunu sanan milyonlar var yeryüzünü işgal eden… O zaman yapılan insan dışılıklardan, haksızlıklardan utanıyormuşçasına bir nevi özür (!) anlamı taşıyan ve Amerika’nın birçok kentine dikilen Seattle Anıtları daha bir soğuk, öksüz ve donuk şimdilerde.

Dünyanın dört bir yanında, insanlığın ortak malı olan ve binlerce canlıya yurt yuva olan zümrüt yeşili ormanları kendi öz mülkü gibi acımasızca kesen, ona da üşenirse yakan ve daha külleri soğumadan yerlerine çirkin betonları yükseltenler, maden ocağı açanlar, aslında çocuklarımızın kesilecek nefeslerini…

Altlarında bin bir çeşit balıkla, canlıyla; üstlerinde sayısız gemiyle takayla, ezelden beri özgürce akan, kim bilir hangi ocaklara ekmek kapısı olan, canlılığın temeli masmavi suları, denizleri fabrika atıklarıyla “müsilaj” hallinde kusturana kadar kirletenler… Yavrularımızın bir yudum temiz suya muhtaç kalarak çatlayıp kuruyacak dudaklarını…

Tabiat ananın zararlı bulduğu için bağrına gömüp asırlardır uyuttuğu kömür kaynaklarını, mezarlıkta define arayanlar gibi, enerji ihtiyacını karşılama gerekçesiyle defnedildiği yerden hortlatıp yakarak atmosferi kirliliğe boğanlar, bir avuç maviliğe hasret kalacak minik gözleri…

Her ulusun bir zamanlar kendine bir şekilde şiar edindiği “Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” düşüncesini “Toprak, eğer üzerinde bina dikilirse kıymetlidir.”e evrilten zihniyetler… Kavramları darmadağın olacak körpe beyinleri…

Her yanı delik deşik olmuş, yaratılalı beri sahip olduğu iklim dengesi alt üst edilen, yakalandığı “küresel ısınma” hastalığıyla harareti yükselip buzul buzul terlemeye başlayan zavallı dünyanın talan edilmeyen tek yerinde, Kuzey Kutbu’nda…

Petrol, doğalgaz aramaları; kaçak avlanma nedenleriyle kaçacak yeri kalmayan, köşeye sıkışan... Erimelerden dolayı üzerine binip yüzecek, fok veya balık arayacak bir parça buz parçasına dahi muhtaç kalan ve bu nedenle açtığı mütevazı ininde bekleşen beyaz yün yumağı yavrularını emziremeyen, doyuramayan… Kaybedeceğini bildiği bu savaşı, sırf “yaşamak zorunda” olduğu için çaresizce veren bir avuç sayıda kalmış “Kutup Ayıları”nı…

Düşünemeyenler, elbette haklı!.. Dile kolay. Onlar, insan… Tapulu öz malı olan, anasının ak sütü gibi helal “Dünya”sını tepe tepe kullanmak hakkı... Dilediğince hüküm sürer.  İsterse her şeyini yakıp yıkıp mahveder. Kimseye hesap vermek zorunda da değil. Hem, kim ondan niçin, nasıl, ne zaman, ne hakla hesap sorabilir ki?..

Ben de kalkmış, neler diyorum?.. Bu hızla giderse önümüzdeki 50 yıl içerisinde “Kutup Ayıları” tamamen yok olacakmış… Tüketilen “su, toprak, ağaç, temiz hava” gibi ekolojik kaynakları karşılayabilmek, yerlerine geri koyabilmek için 1 değil, 1,75 Dünya'ya daha ihtiyaç varmış… İnsanlar, doymak bilmeyen iştahları nedeniyle kaç yıldır bir sonraki yıldan adeta avans alarak eksi hesapla yaşıyorlarmış, kimin umurunda…

Bir de mensup oldukları dinin özelliğine göre karınları tok, sırtları pek, geleceğe kör beyinlerle kendilerince hesap yapar, kalplerinde bir parça korku, bir parça gerilim filmi heyecan ve hevesiyle kıyametin kopacağı günü beklerler.

Ha, başlığa mı takıldınız? Evet, tarih vermemiştim, söyleyeyim: Bazı çevre bilimciler küresel ısınma ve yok olan türlere dikkat çekmek için “27 Şubat”ı “Dünya Kutup Ayıları Günü” olarak belirlemişler. Ama ne önemi var ki tarihin?.. Her gün sayısız güzellikle beraber onlar da buzullar gibi eriyip gitmiyorlar mı avucumuzdan damla damla…

Karamsar mıyım, gerçekçi mi? Ben de karar veremedim duygularıma; ancak öfkeliyim sanırım.

YAZARIN DİĞER YAZILARI