İnsanın özgürlüğünü kısıtlayan konuların başında gelen ve görünmez zincirlerimizden biridir,
"el alem ne der?"
Bu basit ama güçlü cümle, bireyin kendi hayatını şekillendirmesinin önünde büyük bir engel oluşturduğu gibi özellikle biz Türk toplumunda bu kaygı, kültürel ve sosyal dinamiklerin içine öylesine işlemiştir ki, birçok insan kendi mutluluğundan ve özgürlüğünden ödün vererek başkalarının onayını kazanmaya onların dikkatini çekmemeye çalışır.
Toplumun beklentilerine uymaya çalışırken, bireyler gerçek arzularını ve kimliklerini her daim ikinci plana atarlar. Giyeceğimiz kıyafetten seçeceğimiz mesleğe, kiminle evleneceğimizden nerede yaşayacağımıza, nerde eğleneceğimize, düğünümüzü nerde yapacağımıza, bayram gezmesinde konuşacaklarımıza kadar birçok karar, başta akrabalar olmak üzere çevremizin görüşleri doğrultusunda şekillenir.
Çoğu zaman, bu kararların bize ne hissettirdiğini bile düşünmeyiz; önemli olan, başkalarının bunu nasıl değerlendireceğidir bizim hakkımızda ne diyeceğidir.
Oysa, "el alem" dediğimiz kavram aslında belirsiz ve değişkendir. Kimdir bu el alem? Sayısı kaçtır? Bizi ne kadar tanır ve gerçekten ne kadar önemser? Kaçı akraba, kaçı iş çevresi hatta kaçını kaç kez göreceğiz onu bile bilmeyiz.
Çoğu zaman, başkalarının bizim hakkımızda düşündüklerini sandığımız şeyler, kendi zihinlerimizin yarattığı korkulardan ibarettir. Başkalarının onayını kazanmak uğruna kaybettiklerimiz ise bir daha geri gelmez: hayallerimiz, cesaretimiz, özgürlüğümüz ve mutluluğumuz.
Bu sorunun kökeninde, geleneksel ve kolektivist yapının birey üzerinde yarattığı baskı yatar. Bizde bireyden çok, toplumun genel düzeni ve uyumu önemlidir. Ancak bu anlayış, bireyin özgürleşmesini engellediği gibi, gerçek anlamda güçlü bir toplum yaratmanın da önünde büyük bir engel teşkil eder.
Özgürce düşünen, sorgulayabilen ve kendi kararlarını alabilen bireylerden oluşan bir toplum, her daim gelişir ve yenilenir.
Oysa korku ve onay arayışıyla el alem ne der diyerek şekillenen bir toplum, hissettiğimiz gerçeklerle bize zorlanan simülasyon içinde sıkışıp kalır.
Tavsiye ve içses.
Amaan, el alem ne derse desin!
Üç günlük dünyada ona ayıp olmasın, buna ayıp olmasın derken esas kendimize ayıp etmiyor muyuz?
Hayat, yalnızca başkalarının gözünde doğru görünmek için yaşanmaz. Kendi mutluluğumuzu, tutkularımızı ve özgürlüğümüzü ikinci plana atarak başkalarını memnun etmeye çalışmak, en büyük haksızlığı kendimize yapmaktır.
Kendi hayatımızı yaşamak, bize düşen en büyük sorumluluktur.
Başkalarının onayına bağımlı kalmadan, kendi değerlerimizi ve mutluluğumuzu öne almalıyız. Kültürel baskılara rağmen, bireyselliğimizi korumak için küçük adımlarla başlayabiliriz. Kendi kararlarımızı sorgulamak, ne istediğimizi netleştirmek ve bu doğrultuda cesur olmak yani oynamamak.
Özgür bireyler olmadan özgür bir toplum mümkün değildir. O halde, kendimizi bulmaya ve "el alem" kaygısını aşmaya bu yazımı okuduğunuz andan itibaren başlayalım.
Son söz
El alem ne derse desin….