Sanat yaşamına çok küçük yaşta oryantal dansçı yani dansöz olarak başlamış olan Sibel Can, 90’lı yıllarda ortalığı kasıp kavuran, milyonlar satarak rekorlar kıran albümlere imza atıyordu. O’nun için Demirel’in has adamı Kadir Has -bütün servetimi ayakları altına serebilirim- diyor, siyasi hamisi Demirel, “Allah var, şimdi bu kıza da değer!” diye onu tasdik ediyordu. Özel davet ve konserlerde siyasetçilerin yanına gelip onlara mikrofon uzatan Sibel Can, zatı alilerini küçük kupleler halinde şarkı sözlerine eşlik ettirirdi. Açılım sürecinin akilleri arasında yer alarak karizmayı çizdiren Orhan Gencebay, sanat yaşamının her döneminde Sibel Can’a destek olmuş ve onu kızı gibi kabullenmişti! O dönemler, Türkiye’nin Orhan Abisi olan Gencebay, 1993 yılında Sibel Can ile düet yaparak çok sükseli bir albüm çıkarıp yıldızını parlatmıştı! Boya cila, sunuş satış, image maker eşliğinde kendini yapımcıya teslim ettiğin anda sen bile kendine -sen neymişsin be abi!- derdin evelallah! Her alanda reklam ve pazarlama anormal derecede kendisini hissettiriyor, “Aynaya bakan kedi, kendisini yeleleri kabarmış dev bir aslan olarak görebiliyordu!”…
. . .
Kemal Derviş’in pompalamaları ile ama daha sonra kendisinin içinde yer almayacağı bir siyasi oluşum ile DSP de ikiye bölünecekti! Hüsamettin Özkan öncülüğünde ve İsmail Cem Genel Başkanlığında 22 Temmuz 2002’de Yeni Türkiye Partisi kuruldu. Ve onlar da, bir takım milletvekili ile Meclis’te temsil edilmekteydiler! YTP ve öncüleri de, misyonları gereği görevlerini yerine getirmiş bir siyasi yapılaşma olarak, tarihteki yerini alacaktı.
Daha önce “Uzan Ailesi” başlıklı sunumumda bahsettiğim gibi 10 Temmuz 2002’de ise Genç Parti kuruldu. Genel Başkanlığını Cem Uzan yapmaktaydı. Siyasete çok hızlı bir şekilde ve paraşütle inerek giren zengin iş adamı Cem Uzan, yurt çapında teşkilatlanma şartlarını yerine getiremediği için seçimlere girme hakkını elde edememişti! Kendisine siyasetin sabır işi olduğu söylense de o, hırslı ve azimli yapısıyla -tuttuğumu koparırım- diyerek kısa sürede hedefine ulaşmak istiyordu. Onun için hazır kurulu ve teşkilatlarıyla seçime girme şartı tamamlanmış bir parti olan Hasan Celal Güzel’in Yeniden Doğuş Partisi’ne bir operasyon yaptı! H. Celal Güzel aktif siyaseti bırakmış, Tarih Ansiklopedisi yazmaya odaklanmış ve yazarlık yapıyordu. Partisi’nin son kongresinde YDP’ye katılan Uzan ve arkadaşlarına Genel Sekreter Mehmet Ali Akgül tarafından parti teslim edilmiş oldu. Durumdan haberdar olan H. Celal Güzel müdahale etmeye kalkışsa da, atı alan Üsküdar’ı geçmişti. Parayla satın alınmış delegelerin oylarıyla demokratik çerçevede(!) gerçekleşmiş bir operasyon sunucu YDP’nin adı Genç Parti’ye dönüştürüldü, Genel Başkanı Cem Uzan oldu ve seçimlere girme hakkını elde etti.
Cem Uzan helikopterle mitinglere gidiyor, kıvrık kollarla kısa kollu hale getirilmiş beyaz gömleğiyle yumruğunu sıkar, dudağını ısırır jest ve mimikleri eşliğinde zıpkın ve bıçkın delikanlı görüntülü sükseli bir Genel Başkan profili çiziyordu. Yaşlı ve yorgun siyasi arenada zengin, istediğini yapan, enerjik ve dinamik pozları şaşırtıcı bir şekilde halkta karşılık buluyordu! Döner ekmek dağıtarak, mitinglerinde sanatçılara konser verdirerek, son derece renkli ve alışılmadık kampanyalarla seçim çalışmalarını yürütüyordu!
O zamanlar Telsim diye adlandırılan ve şimdiki Vodafone GSM operatörünün atası olan şirketin sahibi olması nedeniyle il ve ilçelerde bayilikleri yaygındı. Partisine yönetici bulma sıkıntısı çekmiyor, seçmen ve yöneticilerine bedava kontör yağdırıyordu! Ayrıca ABD menşeli Motorola firmasını tarihte görülmemiş bir şekilde dolandırmış olması bile, ABD’ye öfkeli ve kızgın olan yerli halkta, Cem Uzan lehine olumlu karşılık bulduruyordu! İşte Genç Parti, böyle bir atmosferde seçimlere hazırlanan bir parti olmuştu. 2002’de ilk ve son kez girdiği seçimlerden %7 küsur oy almış ve hazine yardımı almaya hak kazanmıştı!
Yıllarını siyasete harcamış nice lider ve partiler karşısında Genç Parti ve Cem Uzan’ın bu seçim başarısı, Türk seçmen profilinin akademik araştırmalara konu edilmesi için yeterli bir sosyokültürel veri tabanı oluşturmaktaydı.
. . .
Yine Derviş Yasaları kapsamında Bankacılıkta da değişim gerçekleştirilmişti. Bankalara denetim gelmişti. Çünkü bankaların içleri ya bizzat sahipleri tarafından ya da göz yumdukları anlaşmalı şahıslara, ödenmeyeceği bariz belli olan, krediler verilerek boşaltılmaktaydı! Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) kurulmuş bütün bankaların hesapları, birbirleri tarafından görülebilir hale gelmişti. Ayrıca müracaat eden kişilerden icra takibinde olanlar, ödenmemiş çek veya kredisi olanlar görülebilir hale getirilmişti.
Fakat henüz o yasa yürürlüğe girmeden önce, TV’lerin reklam kuşaklarında reklamları dönen bankalar bile arka kapılarına yanaştırılan Panelvan araçlara, çuvallar dolusu paralar yüklenilerek soyulmaktaydı! Yoksa Allah aşkına söyleyin, hiç banka batar mı ya? Ne yapıyor ki banka batsın! Banka soyulur...
Ama soygunu yapan; medya, siyaset, sermaye üçgeninde arkası güçlü ve kravatlı kişilerse onlara hırsız denmez, onlar hırsız muamelesi görmezdi! Bilakis itibarlı işadamı olurdu onlar. O bankalar da “Batık Banka” adını alır, olay alabildiğine hafife indirgenirdi!
İşte “Devri sabık ilan edip onların ardına düşeceğim. Tüyü bitmedik yetim hakkı yiyenlerin, vatandaşın varını yoğunu çalanların yurtiçi ve yurtdışındaki malvarlıklarına el koyup ülkeye getireceğim! Getirmezsem namerdim. Siz yeter ki bana yetki verin.” diyen siyasî sadece Yazıcıoğlu idi. Gerçekte aslan olan ama oy verilmeyip Milletince hep aynaya kedi aksiyle yansıtılan Muhsin Yazıcıoğlu; dönemin o kirli, kokuşmuş ve akçeli işlerine hiç bulaşmamış, bulaştırılamamış tertemiz bir liderdi. Muhsin Başkanla ilgili sözlerim o kadar çok üst üste geldi ki, inanın anlatılarımdan propaganda yaptığımı düşüneceksiniz diye aklımdan geçirdim bir an! Asla öyle düşünmenizi istemem! Hele hele partisi BBP’nin şimdiki pozisyonu veya ondan sonra gelen yapılaşmaların hiç biri için çıkarım sağlamanızı istemem. Dikkat edin lütfen, sadece Onu ve Partisinin o dönemlerdeki tavrını analiz ediyorum!
Ülke şartlarının iyiye gitmediği, yoksulluk ve işsizliğin had safhaya ulaştığı, hükümet olarak buna çözüm üretmeleri gerektiği hususlarının değerlendirildiği her toplantıda kriz baş göstermekteydi. Kendisini bulunduğu görev için teklif etmiş ve seçilmesine katkı sağlamış olan Ecevit’e karşı bu defa Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer sahnede idi!
Cumhurbaşkanı Sezer’in başkanlığında gerçekleşen Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Başbakan’a görevlerini hatırlatmak üzere “Anayasa kitapçığını Ecevit’e fırlatıp, tabiri caizse, al bunu oku da gel!” söylem ve görüntülerinin basına yansımasıyla siyasal krizin fitili ateşlenmişti! Ortaya çıkan o siyasi kriz, devasa bir ekonomik krizin patlak vermesine neden olacaktı. Ecevit, Sezer’in bu tavrını son derece nezaketsiz bulduğunu açıklamıştı. Verdiği demeçte, “Devlet yönetme ve Devlet adamlığı ilkeleriyle bağdaşmayan bir tutum!” olarak kamuoyuna deklere edecekti.
Açıklama yapılır yapılmaz, Borsa alt üst olacak % 14 ve % 18’lik peş peşe gelen değer kayıpları yaşanacaktı. Gecelik faizler % 800’lere varacak, hazine borçlanmaları % 140’lara dayanacaktı. Dolar, Euro alıp başını gidecek ve tarihin en derin ekonomik krizi olarak yaşanacak, 2001 ekonomik krizi baş gösterecekti. Siyasi krizler, her zaman ekonomik krizlerin de derinleşmesine sebep olmaktaydı!
. . .
Tarihin en derin ekonomik krizi tanımlaması, o zamana kadar ki süreç için geçerli bir tanımlama idi. Ne acıdır ki, ülkemizin makus talihi ve insanımızın fakirleşme süreci belli aralıklarla tekrarlanan döngü ile devam edip gitmekte idi. 2022 yılında bugünkü durumumuz o günlerden daha derin ve daha kötü bir pozisyonda idi. Bugün kıytırık üçüncü Dünya ülkeleri bile % 1-3 arası faizle borç para bulabilirken, ülkemiz % 8’in üzerinde faizle borç para bulmakta ve onu da yandaşlara aktarmakta, yurtdışına hibe olarak saçıp savurmaktadır!..
. . .
Sağlık problemleri artmış, yoluna yürümekte güçlük çeken Ecevit, her alanda ve herkes tarafından eleştirilmeye başlanmıştı. Esnaf, yaşanan ekonomik krizden en çok etkilenen kesimdi. Siftah yapmadan kepenk kapatıyor ve ardı ardına iş yerleri kapanıyordu. Meşhur ‘yazar kasa eylemi’ de Ecevit, Başbakanlık binasına giriş yaparken işte o günlerde gerçekleşmişti!
Yaşanan ekonomik krizden çıkabilmek ve IMF’den borç alabilmek için ABD’den getirilen Kemal Derviş, siyasi literatüre ”Derviş yasaları” olarak giren olaya imza atmıştı. 15 günde jet hızıyla Meclis’ten 15 yasa çıkarttırmış ve A. Necdet Sezer de anında onaylamıştı.
IMF yardımları ve Derviş yasalarının olumlu geri dönüşleri sonucunda tam da ekonomik göstergeler iyiye doğru hamletmişti ki bir anda, Sayın Devlet Bahçeli bir hamle daha yaptı. Türk Siyaseti’nde tepeden tırnağa değişikliğe neden olacak bir hamle idi bu! Kendisinin ortak olduğu Hükümetin görev süresinin bitmesine 1,5 yıl kala çıktı ve erken seçim istedi!..
Herkes şok olmuştu! O derece bir şoktu ki bu, kendisi bile şokun etkisindeydi! İşaret ettiği seçim takvimi hatalıydı! Pazar gününe denk gelen 3 Kasım yerine o, 2 Kasım’ı telaffuz etmişti. Ne Başbakan’ın, ne de diğer yardımcı ve ortaklardan olan Mesut Yılmaz’ın haberi vardı! Artık nasıl bir emir komutanın etkisinde görev icra etmekteydi, onu ancak bir tek o ve onun bildikleri bilebilirdi!
O günden sonra artık rahat ve düzgün Hükümet etmek mümkün değildi. Çünkü erken seçim, iktidar tarafından bir kez telaffuz edilirse, artık geri dönülmez yola girilmiş ve seçim kaçınılmaz olmuş demektir!
Öyle de oldu ve 3 Kasım 2002 tarihinde erken seçim yapılması kararlaştırıldı!