Gazi’nin “Vatan savunmasında yaralananlarımıza” verilen unvan olduğunu bilmeyenimiz yoktur.
Kurtuluş Savaşı döneminde Anteplilerin önce İngiliz, ardından Fransız işgal güçlerine karşı direnişi ve yöresel kent savunması, stratejik önem kazanmıştı. Şehitkamil ilçesi adını, o dönem Fransız askerlerinin annesine sarkıntılık etmesine direnmesi sonucu şehit edilen Mehmet Kamil isimli bir çocuktan almaktadır. Kamil’in babası, sorumluların yakalanacağı sözünü veren Fransız komutanın kendisine teklif ettiği kan bedelini; “Oğlumun kanını ve canını parayla satacak kadar alçalmadım ben. Kamilim şehit oldu ama intikamını Milletim alacaktır.” diye reddederek o direnişin milli mücadeleye dönüşmesini sağlamıştır.
Henüz kuruluşunun birinci yılını dahi tamamlamamış olan TBMM, vefa göstererek 8 Şubat 1921’de çıkardığı yasayla Antep’e “Gazi” unvanını vermişti. Antep artık, Gaziantep idi ondan sonra…
Hatta hemen yanı başındaki Maraş’a da yıllar sonra kurtuluş mücadelesindeki başarılarının ve sembolleşmesinin nişanesi olarak, 7 Şubat 1973’te “Kahraman” unvanı verilecekti. Çünkü kol kola giren bu iki şehir, misakı milli sınırlarımızın güney hattında sur idi adeta.
Onlara göre biraz daha yakın tarihte ise bu defa, kendileriyle birlikte safları sık tutan, ülkemizin bölünmez bütünlüğünü şanına yakışır şekilde bayraklaştıran sembol şehrimiz Urfa’ya 1984 yılında “Şanlı” unvanı verilmişti.
Hattın ötesine geçerek bütün vatan sathına yayılmaya yön veren kurtuluş mücadelesi, Güneydoğu hattındaki direnişin sembolü bu üç kardeş il’in ödüllendirilmesiyle taçlandırılmıştı artık. Milletimiz adına vefa borcumuz TBMM’ce ödenmişti…
Güney hattının sıfır noktası olarak ise sırada, Mustafa Kemal Atatürk’ün çok önem verdiği ve mutlaka ülkemiz sınırları içinde olmasını arzuladığı Hatay vardı. Farklı ırk ve inanç sahiplerinin barış içinde kardeşçe yaşadığı medeniyet ve kültürler şehri Hatay!
Kurtuluş Savaşı yıllarında Fransız işgali altında olan Hatay, 2 Eylül 1938’de başkenti Antakya olmak kaydıyla bağımsızlığını ilan etmiş ve Türk Devleti olarak kurulmuştu. Devlet Başkanı Tayfur Sökmen idi. Bilmiyorum tarihte ondan daha kısa ömürlü bir ülke kurulmuş ve var olmuş mudur? Ama bir yıldan kısa bir süre devlet olarak kalmış olan Hatay, adeta “Atatürk’ün gözleri açık gitmesin” diye 29 Haziran 1939’da Devlet Meclisi kararıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletine katılmıştır. Ondan sonra Hatay, Güney savunma hattımızın abide bir sur il’i olmuştur. Ve deprem sonrası yerle bir olan, yıkımın en fazla olduğu Hatay’ımız, yeniden diriltilecek yine abide şehrimiz olarak kalacaktır evelallah!
Neden anlattım bu şanlı tarihsel kesiti biliyor musunuz?
Ramazan’dan önce Ahbap gönüllüsü olarak insani yardım faaliyetlerinde bulunmak üzere deprem bölgesine gitmiştim. Vatan sathına dönmüş o illerimiz, aynı zamanda çeşitli Anadolu fay hatları üzerinde idi. Fay sathı ile vatan savunma hattı ilişkisini kurabilmek için…
Ahbap Derneği, 6 Şubat’ta yaşanan ve 10 ilimizi kapsayan yıkıcı depremin etkilerini azaltmak, yaralarını sarmaya çalışmak üzere Ana İkmal Deposunu Gaziantep’e kurmuştu. O kadar isabetliydi ki bu tercih, onu görevli olarak Gaziantep’e gittiğimde görmüş ve anlamıştım! Çünkü Gaziantep, depremin de gazi şehri gibiydi. Özellikle Merkezde çok fazla yıkımı yoktu. Kahramanmaraş istikametindeki İslahiye ve Nurdağı ilçelerinde yıkımı vardı depremin gazi şehri Antep’in.
Ahbap, yıkımı fazla olan, depremin şehit kardeş şehirlerine, onların en yakınındaki Gaziantep’ten uzanan el olmak istemişti. Artçılara karşı dirençli ve güvenli olan Gaziantep, bölgeye erişimin en kolay yoldan sağlanması için stratejik bir kararla seçilmişti anlaşılan!
Siz değerli okurlarımdan uzak kalmamın sebebini de çaktırmadan açıklamış oldum bu vesileyle… Birkaç sunumla bölge halkına ve onların yanında olmak üzere seferber olmuş ülkem insanlarına dair hatıratımı sizlerle paylaşmak ve tarihe not düşmek istiyorum ki unutulmasın!
Tam da bu noktada ismini anarak sayfamın müşerref olmasını arzuladığım okurum, eski öğrencim, evladım Tuğba Vural’dan söz ederek başlamak istiyorum ülkem insanına dair… Kendisinin ilk günlerinden itibaren, ilçemizden, deprem bölgesine yardım malzemeleri göndermek için nasıl canhıraş bir şekilde çalıştığına, bizlere de vesile olduğuna atıfta bulunarak …
“Yazın hocam, yazın ki unutulmasın bu kıymetli anılar, hikayeler.” demişti özelden yolladığı mesajında! “Auschwitz’in Külleri diye bir kitapta okumuştum. Nazi zulmünden kurtulan birisi yazmış o kitabı. Nasıl karar verdiniz bu kitaba? Diye sorduklarında; -Unutulmaması için yazdım. Çünkü unutursak aynı acıları bir daha, bir daha yaşarız- diye cevaplamış. Siz de o kıymetli hatıratınızı yazın ki unutmayalım, unutturmayalım hocam.” diye beni kamçılamıştı. Selam olsun Tuğbacığıma ve onun nezdinde kıymet bilen tüm değerli okurlarıma…
13 Mart Pazartesi günü Gaziantep’e ulaştığımda devasa büyüklükte bir depoda sekiz günlük yardım faaliyetlerinde bulunmak üzere göreve başladım. Oradaki Ahbap hatıratımı okumak isterseniz eğer https://moneradanyolculuk1.blogspot.com/2023/03/gaziantep.html linkinden erişim sağlayabilirsiniz.
Öncelikle liseden öğretmenim olan Özcan Hocamı aradım ve şehirlerinde olduğumu, her ne konuda olursa olsun, yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sordum. O kadar duygulandı ki anlatamam! Daha önceden ev almış olduğu Mudanya’ya kalıcı bir şekilde göç etmiş artık. Çünkü bu süreçte yaşadığı muamma yıldırmış meğerse onu ve eşini. “Evimiz yıkılmadı ama depremzede miyim, değil miyim bir türlü anlayamadım? Eşyalarım ağır hasarlı olan evimde kaldı. Resmi makamlar arasında gidip gelmekten bıktım usandım. Ve en sonunda göç etme kararı aldık. Keşke orada olsaydım da sana eşlik etseydim.” dedi. Ben kendisine “Yaşadığınız acılara üzülmüş olmakla birlikte, en azından sağ salim sesinizi yeniden duymuş olmamla bahtiyar oldum hocam, hürmetle ellerinizden öperim.” dedim. “O halde sizin vereceğiniz bilgiler bizim için teyitli bilgi olacağından etrafınızdan, yakınlarınızdan, komşu ve akrabalarınızdan yardıma ihtiyacı olan varsa, onları bana bildirin. İsim, soy isim, telefon numarası verin. Biz onlarla iletişim kurar adreslerine ulaşırız.” dedim. Tekrardan gözleri doldu hocamın. Ve “Seni Allah gönderdi Hayaticiğim. Sana iki kişi ismi vereceğim. Gerçekten çok mağdur insanlar olduklarını göreceksin.” diye ekledi.
İkisiyle de anında irtibat kurduk. İlk etapta gıda, su ve temizlik maddesi ihtiyaçlarını depomuzdan tedarik ettik. İkinci günümün gecesinde saat 23.00 ile ertesi günün 01.30 arasında ailelere ulaştık. Adresleri, yukarıda anlattığım, Şehitkamil ilçesine ait idi. İnanın Brezilya veya Hindistan varoşlarının görüntüsünü andıran dar, dik ve harabe sokakları inip çıkarak, enkazın tıkadığı yollardan zar zor geçerek ulaştık ailelere. Gerçekten tam nokta atışı yapmıştı Özcan hocam tavsiyeleriyle.
O insanlar ne internet kullanabilir ne de online olarak bir yerden yardım isteyebilirdi. Koah hastası erkek, sekiz ameliyat geçirmiş yatalak bir eş ve epilepsi hastası bir kız ile üç kişilik bir aile ki, evlerinin yarısı uçmuş. Gündüz gökyüzünü, geceleyin yıldızları seyret! Kadıncağız “Kırık dökük kanepede ağrı sızıdan yatamıyorum. Bana yapacağınız en büyük iyilik bir kanepe ya da yatak olacak koltuk.” dedi. En kısa sürede tekrar ziyarete geleceğimizi bildirerek ayrıldık. İkinci aile de, yaşlı karı kocadan oluşuyordu. Onların da sağlık problemleri vardı. Derken o gariplere ulaşmanın ve kimsesiz olmadıklarını hissettirmenin huzuru içinde depoya döndük.
Benim aklımda artık yatak sorununu çözüme kavuşturmak vardı. Depomuzda yoktu ama bir şekilde temin etmeliydim. Tam da o gün, aramıza Gaziantepli üniversite öğrencisi Aybüke kızımız katılmıştı. Evde online derslerini tamamladıktan sonra babası, bize yardımcı olması için onu depoya getirmeye başlamıştı. Aybüke de çok samimi ve candan bir kızımız ve yöre insanının gani gönüllülüğünü bize hissettiriyordu. Evden gelirken hiç eli boş gelmez kek, çorba, sıcak yemek getirirdi. Ayrıca “çamaşırlarınızı yıkarız makinada, burada elinizde yıkamayla uğraşmayın” diye sımsıcak teklifleriyle bizi mest etmişti kültürlü ve donanımlı kızımız… İşte kanepeye ihtiyacı olan o aileden söz ettiğimiz bir anda, o konuda babası aracılığıyla bize yardımcı olacağından bahsederek yükümü almıştı Aybüke kızımız. Çözeceğine inanmıştık ve halletmiş çok şükür.
Biz görevimizi tamamlamadan söz verdiğimiz üzere, başka bir grup arkadaşımız aracılığıyla tekrar o iki aileye yardım eli uzattık.
Memleketimiz Zile’de Seyifoğlu Baklava olarak esnaflık yapan Gaziantepli Ertan Kılınç ustama da ulaştım. Memleketindeyiz ve yardıma ihtiyacı olan kimseler varsa tanıdıklarından bana bildirebilirsin dedim. O da çok müteessir oldu ve “Hocam ben WhatsApp gruplarımıza yazayım. Dönüş olursa sana bildireyim.” dedi. Çok şükür ondan yardım talep eden tanıdığı hiç çıkmamış. Bu dönüşle, yöre halkının ne kadar gani gönüllü olduğunu ve o ifadeyi hak ettiğini anlayın isterim. Elbette bu teklifim karşısında Ertan Ustam da “O ki siz bizim memlekette hemşerilerimize ve bölgedeki depremzede vatandaşlarımıza yardımcı oluyorsunuz, biz de üzerimize düşeni yapalım hocam.” diyerek biz Ahbaplara çok büyük bir sürpriz yaptı. İki tepsi fıstıklı baklava göndererek ağzımızı tatlandırdı. Nasıl tek yürek olmayalım bu yaşadıklarımız karşısında?
Depomuzun vardiyalı çalışan iki güvenlik görevlisi kardeşimiz de depremzede olmasına rağmen o kadar utangaçtılar ki, bir türlü ihtiyaçlarını alamazdık ağızlarından! Sonunda bir sohbet ortamında, yağlı güreş sporu tabiriyle, onları açık düşürerek tuş ettik. Evli çocukları ve bebek torunları olduğunu tespit ederek, onlar için mini yardım setleri hazır etmeyi ve vicdanımızı rahatlatmayı başarmıştık.
Emin olun, malzeme almaya ya da boşaltmaya gelen bölge şehirlerinden olan tır şoförleri bile bizimle çalışmaya koyuluyordu. “Siz yola gideceksiniz dinlenmiş ve zinde bir vücuda sahip olmalısınız” diye istirahat etmeleri ve uykusuzlarsa eğer, uyumaları için onları zar zor ikna edebilmekteydik!
Beyran, kebapların envai çeşiti, lahmacun, pide, ciğer aklınıza ne geliyorsa ve hatta “nohut dürüm” diye bir yemeği ilk kez duymuşluğumla aklınıza ne gelmiyorsa bile diyerek, yemek kültürü zengin Gaziantep halkı, insanın önce gözünü doyurarak gönlünü tok tutma sırrını keşfedebilmişti. Onu anlamış ve yaşamış olduk Gaziantep’te…
Köylere ve çadırlara yardım anılarımı bir sonraki yazımda anlatacağım…