?>
Gelin, "Gelin"leri Konuşalım
Bir önceki paylaşımımı, erkek egemen din diline sahip din baronlarının yedikleri herzelere “İmam Nikahı” veya “Dini Nikah” adı altında kılıf uydurduklarını ve kendilerince yol bulduklarını beyan ederek sonlandırmıştım. Bugün o başlıkla yeni bir sunum yapmayı hedeflemiştim. Lakin, açıkçası bizleri şaşırtma pahasına, geçtiğimiz Cuma günü Diyanet tüm camilerde “Çocuk evliliklerine” dair hutbe okuttu. O nedenle “İmam Nikahı” başlığını bir sonraki paylaşıma bırakmak üzere, konu ile alakalı olduğu için Diyanet’in hutbesi üzerinden mevzuya biraz daha mercek tutayım istedim!
Doğrusu beklemiyordum öyle bir hutbe irad edeceklerini! Gözlerim yaşardı ama açıkça belirtmem gerekirse yine durumu kotarma, halkın infiali karşısında mecbur kalma ve siyasi otoritenin de kamuoyu tepkisi karşısında günler geçtikten sonra açıklama yapma zaruretine paralel bir gelişme olarak hutbe okuttuğunu düşünüyorum. Eskilerin deyimi ile “idareyi maslahat” tütünden bir zorunluluk…
Zaten içerik o kadar özenle kaleme alınmıştı ki “Ne Allah’ı gücendirelim, ne de toplumu üzelim” hassasiyeti üst boyutta olan bir hutbe idi. “Kalabalık kitle olarak cemaat ve tarikat yapılaşmalarından kimseyi küstürmeme” çabası o kadar belli idi ki, anlatamam! “Henüz yargılaması sonuçlanmamış bir olay üzerinden İslam’a saldırı(!) ortaya çıkmasın. Yaşanan münferit vahim olaylar, kasıtlı olarak(!) muazzez dinimize zarar verecek boyutlara taşınmasın.” mealinde beyanlar içermekteydi.
Tabi bu arada, toplumsal baskı ve sosyal medyanın dayanılmaz gücü karşısında utanç verici olayın faillerine yönelik tutuklama kararı çıkmıştı. Her ne kadar anne tutuklamaya dahil edilmemiş olsa, ağabeyin bizzat çocuk yaşta evliliklerin dinde sakıncası olmadığına yönelik eski video kayıtları da ortaya çıkmış olmasına rağmen, kardeşlerin açıkça delil karartma eylemleri faş edilmiş olsa da onlara yönelik adım atılmamıştı!
Bu tutuklu yargılama kararına karşı bahsi geçen cemaatin önderleri ne yaptı? İstanbul Anadolu Adliyesi önünde kararı kınama eylemi yaptı! “Bu karar, iki yıl önce mahkemeye intikal etmiş bir olayken, azgın azınlığın(!) baskı ve tazyikleri neticesinde Yusuf Ziya Gümüşel hocamızın ve Kadir İstekli kardeşimizin haksız yere tutuklanması ile sonuçlanmıştır!” şeklinde açıklamalar yaparak protesto ettiler. Her ne kadar bazıları başları önde eğik bir görüntü sergilemiş olsa da, adamlar bırakın özür dilemeyi ve utanmayı pişkinlikte sınır tanımıyorlar!
Tam da halkta oluşan infial gerekçelerini hak ve hukuk arayışı gibi sunmaları insanı çileden çıkarmaktadır.
Neden iki yıldır, yargının kılı kıpırdamadı? Devletin içinde bunları koruyup kollayan kim? Sağlık raporlarındaki sahtecilik, yargılamadaki görmezden gelmeler neden yaşanıyor? Olayın arkasında siyasal baskılar mı var? Bakan bile “Evet iki yıldır olaydan haberdarız!” açıklamasını yaparken, -özrü kabahatinden büyük- bir beyanat verdiğinin farkında değil mi? Kimden ne emir bekliyordu?
Gettolaşmış bu yapılar eskiden olsa o sözde protesto eylemini asla yapamaz, yapmaya cesaret edemezdi. O kadar siyasetle içli dışlı oldular, o kadar palazlandılar ki yaşanan iğrençlikle sanki kendileri azgın azınlık değilmiş gibi hedef saptırıp kutuplaşma ile başkalarını suçlu gösterip siyasal iktidara gözdağı verme çabasındaydılar!
Seviye o kadar yerlerde ve yaşananlar o kadar aklıselime aykırı ki, bakın biz bile, yine olayları ve sonuçları konuşuyoruz değil mi? Ama ne yapalım, neresinden tutsak dökülen bir yapı ile karşı karşıyayız.
Kim öğüt alır, kim azıcık da olsa mesuliyet taşır ve kim sivrisinek mücadelesi yerine bataklığı kurutarak sıtmanın kökünü kazımak isterse -bundan sonrası onlara gelsin, diğerleri dilerse okumayı burada kessin- koşulu ile biz “nedenleri” konuşmaya başlayalım…
-Be hey diyanet ve din adına kanaat önderi diye geçinen geleneksel anlayışı din diye bize yutturmaya kalkışan zevat!
+Bir taraftan çocuk gelinlere hiçbir şey dini gerekçe olarak sunulamaz temalı hutbe okutacaksın. Diğer taraftan evlilik için kızlarda 9, erkeklerde 13 yaşına onay vereceksin!
+Bir yanda çocukların evliliğine muazzez dinimiz geçit vermez diyeceksin. Diğer yanda saçma sapan görüşler ışığında Talak-4. Ayeti delil gösterip çocuk evliliklerine kapı açan fıkıh literatürünü baş tacı edeceksin!
+Bir yandan “Ümmetim içerisinde ahir zamanda koltuklarına yaslanıp -Kur’an bize yeter- diyen sapıklar çıkacak. Onlara uymayın!” mealinde bir yalan rivayeti Peygamberin ağzından dökülmüş hadis gibi hutbe okutacaksın. Arkasından hadis diye sunulan ve tarafınızca en güvenilir kaynak olduğu iddia edilen Buhari ve Müslim’in Sahihleri’nde geçen Peygamber Efendimizin Ayşe annemizle evliliğini 6-9 yaşları arasında bildiren rivayetlere dört elle sarılacaksın.
+Bir yandan “Hadisler Kur’an’a değil, Kur’an hadislere muhtaç” diye anlayış türetenlere hiç itiraz etmeyecek, “Bir konu ile ilgili beş yüz tane ayet de olsa, selefin uygulamasına öncelik veririm, nakille hareket ederim.” diyenlere karşı tavır almayacak ve onlarla paralel gideceksin! Ama işine gelmeyecek bir çuvallama ile karşılaşınca -dinde böyle bir şey yok- kıvırmalarına ve kolaycılığına kaçacaksın!
+Bir yandan hadislerin tamamı bizim için ana kaynaktır, onlar da vahiydir. Onlara inanmak dinin ve imanın gereğidir diyeceksin. Diğer yandan o külliyata ve kaynaklara dayanarak soru soran, sorgulayan ve “Dinde böyle bir şey varsa, peygamber böyle bir kimse ise ben orada yokum.” mahiyetinde beyanda bulunan kişilere sapık, ateist, deist, kafir damgası vuracak ya da vurulmasına zemin hazırlayacaksın.
+Bir yandan Allah ile Peygamberi yarıştırırcasına veya ortak din kurucusu ve din adına ortak hüküm koyucu gibi din sunumları yapacaksın! İşte bu yaşanan sapkınlıklar gibi olaylar deşifre edildiğinde “Bunlar dinde yok, dine saldırı yapmayın.” diye işin içinden sıyrılmaya çalışacaksın!
+Bir yanda yaşanan yüz kızartıcı iğrenç olayların dinin özünde olmadığını ve bunların rivayet kültürünün dinin içerisine ayrılmaz bir parça olarak girmesinden dolayı yaşandığını, bunların ayıklanması ve Kur’an’a dönülmesi gerektiğini savunan ilahiyatçıları oryantalist ve reformist diye suçlayacak “ehli sünnet” diye sanki ayrı bir din ihdas etmiş olduğunuzun farkına bile varmadan o insanları peygamber düşmanı, hadis inkarcısı gibi lanse edecek ve dışlayacaksınız! Öte yanda işte bu yaşanan elim hadisedeki gibi sözüm ona din temelli içinden çıkılamaz olaylar yaşandığında da -münferit olaylardan hareketle dine saldırı yapmayın- sloganlarına tutunacaksın!
+Bir yandan “Sahabe gökteki yıldızlar gibidir. Onlara uyan cenneti garantiler.” öğütleri vereceksin. Öte yandan hiç kimsenin garantisi olmadığını tebliğ eden bir peygamber anlatarak çelişkiler içinde bir din dili kullanacaksın!
+Hop bir bakmışsınız, peygamberin ağzından birilerinin cennetle müjdelendiğine dair bilgiler vereceksin. Peygamber dönemi asrısaadettir, diye hiçbir tarihi veriye ve vahye dayalı gerçekliği olmayan literatür türeteceksin. Kişi ve devir kutsayıp sürekli geçmişe özen duyan ve geleceğin daima kötüye gittiğine inandırılan bir anlayışta nesil yetiştireceksin! Öte yandan sanki cennet babanızın çiftliği gibi veya sizler Allah’ın danışmanıymış gibi, insanlığı yücelten buluş ve gelişmeleri ile insanlığa katkı sağlayan başka din mensubu insanların cennete gidip gitmeyeceğini tartışarak genç kuşakların zihninde Allah’ın adaletini sorgulattıracak beyanlar vereceksin!
+Bir yandan haklı olarak, ırkçılığın ne kötü bir illet olduğunu ve asla İslam’da yeri olmadığını anlatacaksın. Öte yandan peygamber soyunu kutsayacaksın. Halen seyit, şerif diye o soydan geldiği iddia edilen kimselere karşı mücadele vermek ve onların ayrıcalıklı olmadığına dair en ufak bir açıklama yapmak yerine onların sırtını sıvazlayacaksın!
İnsan her dönemde aynıdır ve her dönemde kötüler ve iyiler vardır. Zaten yaratılış gayemiz ve yeryüzü halifesi olarak seçilme gerekçemiz işte o iyiler ve kötüler ayrımını yapmaktı! O ayrımda ne tarafa düşecek olmamızın bilinci içerisinde yaşamak temel gaye iken;
+Bir yandan peygamber dönemini kusursuz ve hatasız yaşamış insan kuşağı olarak sunacaksın. Öte yandan peygamber soyuna karışmak için sayısız evlilik yapan sahabeleri, peygamberimizin torunu Hasan efendimizin evliliklerini, annesi Fatıma’ya talip olmuş ama evlenememiş Hz Ömer’in, yıllar sonra Fatıma annemizin kızı Ümmügülsüm ile çocuk yaşta evlenmiş olmasını gizlemeye çalışacaksın!
+Resmen ırkçılık kokan bu zihniyetin, bir Arap örfü olarak çocuk gelinlere kapı araladığını ve o eylemleri yapan sahabelerin davranışlarının, fiillerinin din ile iman ile uzaktan yakından bir bağlantısı olmadığını herkesin hesabını Allah’a vereceği gerçeğini hiç anlatmayacaksın.
Daha bu yazdıklarım, sünni geleneğin yaşanmışlıklarına dayalı örnekler. Ve rivayet kültürü ile onların İslam üzerine yığınla getirdiği defolu yüktür. Şii dünyasına hiç girmedim bile…
Kısacası, Cumhuriyetle birlikte kurulan Diyanet’in kurulma amacı; “Arı duru İslam’ı Kur’an kaynaklı olarak doğru ve düzgün öğretsin. Dini tekke ve zaviyelerin kuşatmasından kurtarsın. Müslümanları hurafe ve uydurmalarla uyutan, uyuşturan ruhbanların ve tarikatların elinden kurtarsın” idi. Ama yıllar için Diyanet’in kendisi o yapılaşmalar tarafından kuşatıldı. Kuşatmayı yarmaya çalışan aydın ve münevver alimler dışlandı. Ve toplumun önünden yürümesi gereken diyanet görevlisi din gönüllüleri günü kurtarma, durumu idare etme pozisyonunda bir göreve talip edilmiş oldular! Öte yandan toplu törenlerde, düğün, nişan, sünnet, cenaze gibi özel ve genel belirli gün ve haftalarda dua ile Allah’a iş buyurma liderleri konumuna yükseltildiler. Özellikle bu dönemde, siyasetle aşırı içli dışlı olmalarının bir sonucu olarak, bizzat Ali Erbaş’ın tüm personeline beyan ettiği gibi çok büyük kazanımlar(!) elde ettiler. Doğal olarak onlar da sahada el altından veya Sayın Cumhurbaşkanının Sarayda ağırladığı il müftülerine talimat verdiği üzere açıktan ve cesaretle gereğini yapmak üzere konuşlandırılmış oldular.
Hepsini anlamak mümkün de, 35 milyar liralık devasa bütçe ile bir Ahmet Hakan’ın, bir Abdülkadir Selvi’nin yaptığını yapamaz mı insan! Onu anlayamıyorum…
YAZARIN DİĞER YAZILARI