Üzülerek belirtmek gerekirse, İslam dini de kavramlar üzerinden tahrife uğramış bir din olarak hayat bulmaktadır! Bu noktadan hareketle bir İslam soslu atalar dini olarak neşvünema bulan Geleneksel İslam anlayışı, bir de çoğunluğun tahakkümü altında sesi kısılmaya çalışılan, garip ve terk edilmişliğe itelenen Kur’an İslam’ı var. Onun için İslam’a inandım diyen veya inanan kimselerin inancını Kur’an’a arz etme zorunluluğu vardır. Öncelikle bu tespiti yaparak konuya giriş yapmayı ve ardından her iki açıdan sünnet kavramına açıklık getirmeyi doğru buluyorum.
Kur’an’a göre “sünnet” -Allah’ın asla değişmeyen doğa kanunları ve bireysel ya da toplumsal anlamda devlet ve medeniyetlerin şaşmayan ömürlü ve ölümlü yaşam kuralları- olarak tanımlanır.
Orijinal ifadeyle içerisinde “sünnet” geçen ayetleri vereceğim. Arapçasını da okumak ve buna tanık olmak isteyenler kontrol edebilirler.
Kur’an’da sünnet, aşağıda sıraladığım ayetlerde olmak üzere 11 yerde geçer.
+Fetih-23, Ahzab-38, Ahzab-62, Mümin-85, Fatır-43 ayetlerinde olmak üzere 5 yerde “sünnetullah” yani “Allah’ın sünneti” olarak geçer.
+Enfal-38,Kehf-55,Hicr-13 ayetlerinde olmak üzere 3 yerde “sünnetul evvelin” yani sizden öncekiler için de geçerli olan “evvelkilerin sünneti” olarak geçer.
+Al-i İmran-137, Nisa-26 ayetlerinde olmak üzere 2 yerde “sünen” şeklinde “sünnet’in çoğulu” olarak geçer.
+İsra-77. Ayette olmak üzere 1 yerde ise “sünnetina” yani “bizim sünnetimiz” olarak geçer.
Görüldüğü gibi sünnet kavramı, Kur’an’da hiçbir ayette -Peygamber sünneti- olarak geçmezken, Geleneksel İslam anlayışında ve ona dayalı literatürde ise -Peygamberimizin eylemleri, sözlü tavsiyeleri ve arkadaşları tarafınca yapılanlardan onayladığı şeyler bütünü- olarak tanımlanır!
Dinin tek ve yegane kurucu ögesi Allah iken, tevhit inancı bunu gerektirirken, geçmişten günümüze işte bu şekilde kavramlar üzerinden tahrifler yapılarak Allah’ın yanına bir de Peygamberimiz monte edilerek, düalist bir İslam anlayışı ikame edilmektedir!
Teslis anlayışına dayalı Hristiyanlığı ve ondaki şirki gözümüzün içine sokan teoloji/ilahiyat akademisyenlerinin kahir ekseriyeti ve tarikat cemaat liderleri kavramlar üzerinden İslam’a tahrifatın zirvesini yaşatmakta ve düalist anlayışla Müslümanları şirk bataklığına saplamaktadır.
Bu tespitim, belki bazılarınıza çok acı ve çok ağır gelecek ama üzülerek belirtmeliyim ki gerçek budur sevgili okurlarım! Bir kerecik olsun Kur’an’ı anlayarak okuyan herkes, bu saptamamı asla ağır bir eleştiri olarak görmeyecektir.
Kur’an İslam’ı ile Geleneksel İslam arasındaki makas o kadar açılmış ve tahrifat o kadar büyümüştür ki Peygamberimiz bugün İslam coğrafyasına yeniden gelse, emin olun tebliğ ettiği dini tanıyamaz! Alim, önder, şeyh, hoca adına ne derseniz deyin, onlar başta olmak üzere, günümüz Müslümanlarının çoğu da Onu Müslüman olarak kabul etmez.
Kendisinin özel hayatına ve kişisel uygulamalarına yönelik sünnet geliştiren Müslümanlarla karşılaşsa acaba onlara “Aferin size, ne güzel bir yol tutturmuş gidiyorsunuz. Sizi kutluyorum.” mu der? Yoksa “Allah’ın benim elçiliğimle göndermiş vahiyle ben size ne bıraktııım, siz ne yapıyorsunuz?” deyip “Tuu sizin sıfatınıza!” diye yüzümüze mi tükürür? Lütfen empati yapın ve kararı siz verin…
Daha vahim bir gerçek de şu ki “peygamber sünneti” adıyla din içerisine boca edilen kavramlar üzerinden din tacirlerine pazar ve piyasa açılıyor. Peygamberin sakalı, sarığı, cübbesi, şalvarı, misvakı, terliği, ayak izi, teri, sümüğü, idrarı, kanı ve en nihayetinde soyu bile satılığa çıkarılıyor. O din tüccarı hokkabazlar, sıfır sermaye ve sıfır riskle din ticareti üzerinden servetlerine servet katıyor!
Kuşkusuz ki, işte bu tahrifatın neticesi olarak hacamat da din piyasasında kendine yer edinmiş oluyor.
Velev ki, sünnet kavramına geleneksel anlayıştaki literatür tanımında olduğu gibi “peygamber sünneti” olarak yaklaşalım!
-Peygamber sünneti kapsamında olan şeyler, -sadece din ve inanç eksenli şeyler- olmalı değil mi?
-Peygamberimizin kişisel ve özel hayatına ait şeyleri taklit etmek sünnet midir?
-Bize yaşam felsefesi olarak hakikatin özü ve nüvesini yani tahkiki öğütleyen Resul Kur’an’da dururken (Ahzab-21. Ayet), onu örnek almak yerine; hayalî bir peygamber türeterek, onu taklit etmek nasıl Müslümanlık oluyor?
Müslümanlar işte bu sorulara azıcık dahi aklını, vicdanını ve fıtratını devreye sokarak yanıt arasa, emin olun problem kökünden çözülecek ve o din tacirlerinin tezgâhı ebediyen kapanacak ama nafile!
Muhammed Resulümüz tabip miydi de Onun üzerinden “Tıbbı Nebevî” diye tababet ilmini İslam sosuna bandırıyorsunuz? Ayrıca Muhammed Resulümüz hacamat yapmamış ki yaptırmış. Dahası hacamatı Peygamberimiz icat etmiş ya da ortaya çıkarmış da değil!
O zamanın koşulları içerisinde büyük bir ihtimalle en son teknik bir tıp uygulaması olarak hacamat kullanıldığı için o yöntemi tercih etmiştir. Bu gayet doğal bir eylemdir. Bunu abartmanın, İslam ile olmayan alakasını kurmanın ne anlamı var?
Hatta siyer kaynakları, aralarında zamanın şartlarına göre yetişmiş doktor olmadığı için hastalanan Müslümanları tedavi ettirmek üzere peygamberimizin Yahudi doktorlar getirdiğini, o doktorların aylarca beklemelerine rağmen, -kendilerine hiç hasta müracaat etmediğinden yakındıkları- ve sebebini peygamberimize sordukları yazıyor. Peygamberimizin de onlara “Benim ümmetim az yer, az uyur, az konuşur. O nedenle kolay kolay hasta olmaz!” dediği rivayet olunur.
Nasıl oluyor da hacamat, bu durumda nebevî tıbbı oluyor? Haşa, onu Allah mı vah yetti de o şekilde kutsallaştırarak aklımızın üzeri örtülüyor? Ne olacak şimdi, bu çelişkilere ne diyeceğiz?
Görüyorsunuz değil mi, sünnet olarak dayandıkları kaynağın, her yönden çürük bir kanıt olduğunu?
Din adına türetilen her uydurmada, her tahrifte olduğu gibi bu hususta da sanki hacamat olurken peygamberin yanındaymışçasına saniye saniye detay veriyorlar. O detaylar üzerinden ayin statülü bir ibadet olgusu ortaya çıkarıyorlar! Allah onların tuzaklarından bizi muhafaza eylesin. Onların bu kadar cüretkâr olmamaları, olamamaları için akıllarını başlarına devşirmelerine yardımcı olsun inşallah.
İnandım dediğimiz Kur’an ise İsrâ Suresi 36. Ayet ile “Hakkında kesin bilgin olmayan şeyin peşine gitme. Çünkü kulak, göz gibi vücut azaların ve vicdanının sesi gönlün, onların hepsinden sorumludur!” mealindeki mükemmel bir tespitle bizi uyarır. Lakin ne insanlarımızın çoğu o uyarıyı dikkate alır ne de din taciri o zevat, cahil cesaretiyle halkı kandırmaktan geri durur!
Ben Resulümü çok seviyor ve Onun örnekliğinde bir hayat sürmeye gayret ediyorum. Bunun yolunun vahyin izini sürmekten geçtiğini, Araplaşmaktan ve gelenekten geçmediğini çok iyi biliyorum. O nedenle evrensel dinimi mahallî inançlara mahpus etmediğim gibi ona aykırı olmayan geleneğime de sahip çıkarak -beni köyümün yağmurlarında yuyun emi!- diye vasiyet ediyorum.