?>

HİLAFET VE HALİFELİK

Hayati YAMAN

3 yıl önce

“Laiklik” başlıklı sunumumda gündeme almış ve sizinle bu konu başlığını işleyeceğimi beyan etmiştim hatırlarsanız! O kadar isabetli olmuştu ki, konu son zamanlarda daha sık köpürtülmeye başlandı görüyorsunuz! İç siyasete malzeme etme çabasındaki mahir eller, kaynattıkları kazanların üzerinden taşan -on yüz milyoncuk baloncuklar- eşliğinde köpürtüyorlar hem de…

Bir de bakmışsınız ki, tıpkı Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesine benzeyen bir hamle ile nur topu gibi bir de halifemiz oluvermiş! Şaşırmayız ve bekliyoruz…

Ben bu sunumumda sizlere, hilafet ve halifelik kurumsal yapısının dinî değil, tamamen siyasî olduğunu anlatmaya çalışacağım. Eğer Halifemiz de sürpriz yapıp aniden çıkagelirse onun da siyasî olduğunu daha iyi anlamış olacaksınız diye düşünüyorum!

Önce neden bu konuya değinme ihtiyacı duyduğumuzun sebebini açıklayayım! Amacım, “Laiklik ilkesine dayalı Cumhuriyet ve ona karşı şeriat yönetimi(!)ne dayalı Osmanlı” kıyaslamasından dolayı dindar, milliyetçi, muhafazakar diye nitelenen kesimlere verilen mesajlara dikkat çekmeye çalışmak idi. 

“Yeniden Osmanlı (Neo Osmanlıcılık) ruhunu diriltiyoruz, seksen yıllık molaya son veriyoruz, aslımıza rücu ediyoruz!” diye sloganik ama son derece şaşalı söylemlerle Cumhuriyetin tu kaka gösterilmesine de bir karşı duruş sergilemekti aynı zamanda. “Halifeliği ve Hilafeti geri getireceğiz, Müslümanların birliğini sağlayacağız, dünyaya nam salacağız, gerçek anlamda dünya lideri bir ülke kuracağız. Artık bunun zamanı geldi ve geçiyor bile!..” diye bu başlık üzerinden bir edebiyat türetiliyor. Elbette yine din siyasete alet edilerek…

Tekrar ediyorum halifelik kurumsal yapısı dinî değil, siyasî bir yapıdır. Halkının çoğu Müslüman olan ülkeler, yönetim taifesi açısından düşünüldüğünde, kimsenin bizden halifelik beklentisi ve talebi olmadığı halde kendi kendimize gelin güveyi olmamızın da tek bir manası var! O da konuyu iç siyasete malzeme edip oy devşirmek!..

Saltanat Emevîler dönemiyle, Halifelik ise Abbasîler dönemiyle İslam tarihinde kendisine yer bulmaya başlamıştır. Tarih geriye doğru ve güçlünün istediği şekilde yazıldığı için Abbasiler döneminde “Dört Halife” kavramı da literatüre girmiştir. Peygamber sonrası döneme ilişkin konulardan bahsedilirken dört halife dönemi diye ibare kullanması dahi, halifelik kurumunun dini bir kurum olduğu anlamına gelmeyecektir. Zaten o döneme ait kaynaklarda dört halifeye o şekilde ne bir hitap, ne de bir tabir kullanılmaktadır. Dört halife dönemindeki yöneticiler için  “Emir-el Müminûn” kavramı karşımıza çıkmaktadır. 

Halifelik Yavuz döneminde, Mısır seferinden sonra Osmanlılara geçmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra ise saltanat komple kaldırılmış, halifeliğin ise siyasal gücü, yetkileri ve görevi TBMM’ye devredilerek ilga edilmiştir.

İslam Tarihi’nin hangi döneminde veya günümüzde, Şeriatla yönetildiği iddia edilen hangi devlet olursa olsun, gerçek anlamda Allah’ın emrine dayalı bir yönetim icra edememiş ve edemeyecektir de… Çünkü henüz Allah’ın İslam devleti, Şeriat devleti gibi bir isteği ve arzusu olmadığı hususunda mutabık kalınamamaktadır. Halife olunca her şey süt liman olacak, kimse çatlak ses çıkaramayacak, tek bir elden bütün Müslümanlar organize bir şekilde konuşlanacak algısı ve beklentisi zihinleri meşgul etmektedir. Oysa onun küçük bir versiyonu olan tek kişiye dayalı başkanlık sisteminin ülkemizi getirdiği durum açıkça ortada iken, kula kulluğun hüküm sürdüğü hilafet çağrıları, halkımızda nasıl karşılık buluyor bunu anlayabilmiş değilim!? 

Hür ve özgür bireyler olarak, eşit yurttaşlık bilinciyle yaşamak insanımıza zül geliyor olmalı ki, yeniden teba ve kul olmaya gönüllü aday olmayı tercih edebiliyorlar… 

İslam’ın temelde iki ana siyasi kola ayrılmasına dayalı olarak “emir” kavramı; sünni kesimde sultan, şii kesimde ise imam olarak karşılık bulmuştur. Daha sonra saltanat ve sultanlar hilafet kurumsal yapısıyla birleştirilmiş ve dinsel bir kimliğe büründürülmüştür. Şiiler zaten halifeliği kabul etmezken, hangi babayiğit hilafetle İslam birliğini kuracakmış? Onu, bu işe kafa yoranların külahına anlatsınlar. Bu beyhude çaba, suyu tersine akıtmaya çalışmaktan başka bir şey değildir…

Halifeliğin dini temellere dayandırılıyor olmasındaki gerekçeler ne? Şimdi de onlara açıklık getireyim!

Birincisi Bakara-30 ayetinde geçen “…Yeryüzünde halife atayacağım...” ifadesinden yola çıkılarak insanoğluna Allah’ın halifesi olarak bakılıyor olmasıdır. 

İkincisi ise Nisa-59 ayetinde geçen “…ulül emre itaatin…” farz kılındığı ifadesidir.

Mevzu derin olduğu için bugünkü yazımı uzatarak siz değerli okuyucularımı sıkmak istemiyorum.

Bu konuyla ilgili iki bölüm halinde blogta yayınladığımız detaylı bir röportajımız var! Aşağıya linkini ekliyorum ve oradan erişim sağlayıp okumanızı öneriyorum değerli okuyucularım sevgiyle kalın… 

https://moneradanyolculuk1.blogspot.com/2020/05/kim-halife-1.html

https://moneradanyolculuk1.blogspot.com/2020/05/kim-halife-2.html

 

Hayati YAMAN

YAZARIN DİĞER YAZILARI