Hayatın değişik dokularına zaman zaman çizikler atan bir keskinliktir ölüm. Soğuktur, katıdır, hızla duvara çarpmış hissi uyandırır. Baharsa bile buza çalar hava, ayaz olur. Ölümle ilk karşılaşma böyle olur genelde. Sırtında soğuk bir ürperti bırakır insanın. Neden böyle? Ölüm bir kesinti mi acaba? Her şeyi tuzla buz eden bir yıkılış mı?
Gün içinde unutulur ama bir sela ile birisi ölümü hatırlatır cızırtılı bir sesle. Pencere açılır, kafalar uzatılır, pür dikkat dinlenir ölüm. Cami hoparlörleri de tüm teknolojik ilerlemeye rağmen alabildiğine geri kalmıştır; ses boğuktur, kalındır, cızırtılıdır.
Sıranın kimde olduğu, henüz çembere dahil olmayışı gelir insanın aklına hoparlör sustuktan sonra meydana gelen sessizlikte. Bu ölüm nasıl bir şeyse; hep başkasını bulur, hep başka muhitte dolanır. Oysa hayat hep; bir güneş, bir ay ve çokça yıldız sunacaktır bize. Daha yapılacak işler, daha planlar, daha...
Minarede "ölü var!" diye bir acı salâ...Er kişi niyetine saf saf namaz.. Ne alâ!Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ!Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan...
Bir şeyler lazımdır ki bizi ölüme inandırsın. Yoksa biz ölümle ayrılığı yarıştırma hevesine giriyoruz.
Karacoğlan der ki kondum göçülmezAcıdır ecel şerbeti içilmezÜç derdim var birbirinden seçilmezBir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Dertlerini bir bir sıralayan Karacaoğlan
Gurbet eli bizim için yapmışlarÇatısını çok muntazam çatmışlarÖlüm ile ayrılığı tartmışlarElli dirhem fazla gelmiş ayrılık
Diyerek ayrılığın ölümün önüne geçtiğini haber veriyor bize. Ölümde giden bir daha gelmiyor, umudu üzülüyor insanın. Ayrılıkta ise gidenin hep bir gelme umudu yeşerip yeşerip soluyor insanın içinde. Zor olan, ağır gelen bu belirsizlik işte. Ölümdeki kesinlikse, ayrılıktaki belirsizliktir.
Kavramları yerine oturttuysak devam edelim. Ölümün kesinliği, değişmezliği, devri daimi bizi iki türlü harekete iter. İlki yokmuş gibi yapmak göz ardı etmek bir nevi unutmak. Tabutu mezara koysan da, toprağı kazsan da ölüm nefsine uğramayacakmış gibi yapmak. Çoğumuzun yaptığı bu zaten. Fıtratımız da müsait.
İkincisi, olayı hem nefsi hem de diğerleri açısından sükunetle kabullenmek. İkinci gruptakiler madem ölüm var, bir şeyler yapalım o zaman diye düşünür. Yapılacak en güzel şey de ibadettir. İbadet ederek birikim yapan insan, giderken ölüm ötesine yatırım yapmış olarak gitmenin ferahlığını duyar. Böyle olunca da durduk yere ölüm var, öleceğiz, kabre gireceğiz diye an be an kendini dara sokmaz. İbadet bizi ölüme ikna eder yavaş yavaş. Teskin eder. Elimden geleni yapıyorum zaten güveni gelir insana.
O tel ne zaman kopar da ses kesilir, o yaprak hangi rüzgarla düşer yere, o testi ne zaman kırılır belli değildir.
İlk gruptakilerde hayattan daha fazla alma isteği peyda olur. En iyisini hak ediyorum, en güzeline layığım, ben her şeye değerim duyguları belirir. Reklam cümlesi gibi değil mi? Hayatları da reklam gibi geçer bunların zaten. Ölümü düğün gibi görenler, sevgiliye kavuşma bilenler, müjdeler olsun öleceğiz diyenler hepsi ikinci gruptakiler.
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?...Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun !Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!Kapı kapı, yolun son kapısı ölümse;Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!O demdeki, perdeler kalkar, perdeler iner,Azraile hoşgeldin,diyebilmekte hüner...O dem çocuklar gibi sevinçten zıplar mısın?Toprağın altındaki saklambaçta varmısın?Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var;Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var.!...Ufka bakarlar; ölüm uzakta mı uzakta...Ve tabut bekler, suya inmek için kızakta.....Sultan olmak dilersen,tacı,sorgucu unut !Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut!
Bu güzel şiiri okumak insanın içini çiçeklendiriyor. Bu pencereden bakınca ölümün soğukluğu dağılıyor ve ılık ılık bahar rüzgarı esmeye başlıyor. O zaman karınca gibi tek tek ibadet toplamaya başlıyor insan. Eyvah kış gelecek, eyvah kar yağacak diye endişelenmez karıncalar. Yavaş yavaş toplar buğdayını, arpasını işine bakar. Kendine güveni buradan gelir. Ağustos böceği hepimizin malumu. Masalın buraya kadar olan kısmı bizim Doğu toplumuna uyuyor, sonrası sıkıntılı. Acından ölen arkadaşına, kışın ayazında çat diye kapıyı kapatmak tam da Batılıların icadı. Ben de olsun da, gerisi nerede kalırsa kalsın tam onlara yakışan zihniyet. Biz darda zorda olana yardım eli uzatan bir milletiz. Masalın yarısı bizi anlatıyor ama diğer yarısı bize uyası değil.
Erdem Beyazıt’ın çok sevdiğim ‘Bulmak’ şiirinin sözleri şöyle bitiyor.
Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm
ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm.
Rabbim doğumumuzu bildirmediği gibi ölümümüzü de bildirmesin, Aminn.