Aşırı yoğunluktan ve yurtdışı seyahatlerimden dolayı bir süredir köşem boş duruyordu. Kıymetli okuyucularımdan bu nedenle özür dilemek isterim.
Bugün benim uzun zamandır üzerine yazıp-çizdiğim, televizyonlarda dile getirdiğim bir konu üzerine yazmak istedim.
Türkiye’deki düzensiz göçmen, sığınmacı ve kaçak sorunu…
Bu konuyu konuşan, eleştiren herkesi ırkçılıkla suçlayan üç farklı grup ve bir kişi var. Siyasal İslamcılar, HDP’liler, solculuk ve hümanizm maskesiyle ulus bilincinin dışına çıkan bazıları ve Doğu Perinçek…
Türkiye’de nüfusun yüzde onuna yakın bir nüfus yabancılardan oluşuyor. Bu sayı açıkçası Almanya’da da aynı oranda. Ancak arada çok büyük bir fark var.
Birincisi bu sayı Almanya’da on yıl gibi kısa bir süre içinde oluşmadı. Almanya’nın ekonomik ihtiyacı gereği yıllardır süre gelen bir göç politikasının bilinçli bir sonucu olarak karşımızda duruyor.
Almanya’ya göçmen olarak gitmek için onlarca sayfa evrak hazırlamanız, Almanya’ya ile iş, eğitim, evlilik gibi bir bağınız olması gerekiyor. Finansal olarak kendi geçiminizi karşılayabilmeniz bekleniyor. Yani açıkçası seçilirseniz gidebiliyorsunuz. Ülkeye kaçak girmek çok zor.
Türkiye’de ise durum çok farklı. Türkiye Cumhuriyeti tarih boyunca hiçbir zaman farklı ülkelerden göç alan bir ülke kimliğinde olmadı. Elbette yabancılar Türkiye’de eğitim aldılar, çalıştılar, yaşadılar ama Türkiye Avrupa ülkeleri gibi işçi ihtiyacını gidermek için göçmen davet eden bir ülke olmadı, aksine bu ülkelere işçi gönderdi. Hoş böyle olsaydı bile sınırlardan kitleler halinde geçen ve sadece erkeklerin oluşturduğu bir göç dünyanın hiçbir ülkesi tarafından kabul edilemeyecek benzersiz, garip bir şeydir. Düzensiz göç bile kavramsal olarak içinde bulunan durumu açıklayamıyor.
Hiçbir ülke kendi demografik yapısının bu şekilde göz göre göre değiştirilmesine müsaade etmez. Buna bir de sosyal medyada Türk kadınlarını çektikleri videolarla taciz eden ve bu videoları gülerek paylaşan kaçaklar eklenince toplumda bir öfke patlamasının oluşması kaçınılmazdır. Tekil örnekler bir topluma mal edilmemelidir. Kesinlikle katılıyorum ama o tekil örneklere gereken ceza verilmediği takdirde iş içinden çıkılamayacak bir hale gelecektir. Hele ki geçmişinde ve hatta bugününde kanayan bir yara olarak sızlamaya devam eden namus kavgalarının olduğu bu toplumun içinde başka bir toplumdan gelen kişilerin bu provokatif videoları konuyu çok tehlikeli noktalara götürebilir.
Bunun yanında demografik olarak Araplaşan bir toplum olduğumuz gerçeğini de herkesin görmesi gerekir. 10 yıl içerisinde 6 milyona yakın Suriyeli Arabın Türkiye’ye gelmesiyle gettolaşan bazı şehirlerde Türkçe’nin kullanılmayacak noktaya gelmesi, coğrafyanın geçmişi düşünüldüğünde son derece tehlikelidir. Bu kontrolsüz ve plansız yerleşim devam ederse Hatay’ı nasıl aldıysak öyle kaybedebiliriz. Bu bir teori de olsa aksini kesin olarak kim söyleyebilir?
Kaçaklar ve sığınmacı konusu ciddi bir milli güvenlik meselesidir. “Oy benim mazlum Müslüman kardeşim” romantizmiyle devlet yönetilemez. Devlet realizmle yönetilir. Devlet aklı önce kendi milletinin birlik ve beraberliğini düşünmek zorundadır. Sınırlarını korumak zorundadır. Bu ciddi problemi siyasi partisinin mottosu haline getiren Prof. Dr. Ümit Özdağ bu konudaki sert ama gerçekçi açıklamalarıyla toplumdan destek görmeye başlayınca tüm partiler “biz de göndereceğiz” yarışına girdiler.
Ancak bir çok partinin yetkilileri iki gün öncesine kadar bu konuyu konuşan insanları ırkçılıkla suçluyorlardı. Elbette bu kadar toplumsal bir krizin içerisinde ırkçılık şeklinde tanımlanacak davranış veya söylemler olmuş olabilir ama genel perspektifte bakıldığında söylenenlerin ve itirazların milli birlikle alakalı olduğunu unutmamak gerekiyor. İngiliz-Amerikalı Antropolog Ashley Montagu birçok davranışın ırkçılık değil yabancıdan korkma anlamına gelen heterofobi olduğunun altını çiziyor. Sinan Özbek’in “Irkçılık” isimli kitabında aktardığına göre Montagu’ya göre ırkçılık kendi ait olduğu milleti, ulusu veya ırkı (değişkenlik gösterebiliyor) diğerlerinden üstün görme olarak ifade edilirken, heterofobi yabancıları tehdit olarak algılayıp onları istememe, dışlama olarak ifade ediliyor.
Türkiye’de yukarıda da söylediğim gibi dünya tarihinde görülmemiş bir şey yaşanıyor. Sınırlardan isteyen istediği gibi geçip, Türkiye’ye yerleşebiliyor. Bunu anlamak, bunu kabul etmek mümkün değil. Geçici Koruma Statüsündeki sığınmacıların durumu da çok farklı değil. Geçici olarak geldikleri ülkede hukuksal olarak da kalıcı olamazlar. Bayram tatiline giden sığınmacı savaştan kaçtığı yere el öpmeye gidiyor.
Türkiye tüm geçici sığınmacıları ve kaçakları sınırının dışına göndermelidir. Bu yabancı düşmanlığı değil, düzen sağlamaktır. Sonraki süreçte gerçek bir göç politikası ve prosedürü ile elbette yabancılar Türkiye’ye gelebilirler. Belli bir süre ülkede yasal olarak çalıştıysa, dili konuşuyorsa, vatandaşlık ile ilgili yapılacak sınavı geçtiyse de vatandaşlık kazanabilir. Yani anlatmak istediğim şu aslında…
Konu yabancı düşmanlığı, ırkçılık değil. Konu 2 kişilik odaya sorgusuz sualsiz 15 kişi alınmasıyla başlayan huzursuzluk, endişe, korku, kavga…
Unutmayın! Hiç bir toplum kendiliğinden yabancı düşmanı olmaz. Toplumu buna iten sosyolojik nedenler vardır. Ve siyasetçiler bunu körükleyebilir. Türkiye'de Türk vatandaşından daha çok Suriyeliler devlet tarafından koruyup kollandığında, Pakistanlı, Afgan, Bangladeşli genç erkekler ülkeye devletin göz yumması sonucu dolduğunda halk doğal olarak tepkisini hem kendi devletine hem de bu gruplara verir. Acıdır ama bu böyledir.
Gerçek bir ülke gibi davranıp, ona göre belli kurallarla göçmen kabul etmeli, vatandaşlık vermeliyiz.
Türkiye’de bir buçuk yıl içinde, sıfır Türkçe konuşarak vatandaş olan Suriyeliler tanıyorum. Ev alana vatandaşlık bedava kampanyasından yararlanan aileler tanıyorum.
Buna itiraz eden ırkçı değildir belki ama bana göre esas bu uygulamayı kabul eden Türk milletinin bir parçası değildir.