?>

Kaçak

Hayati YAMAN

3 yıl önce

Kelime anlamı nedir acaba diye Google’a “kaçak” yazar ve sorarsanız karşınıza;

1-Bulunması gereken yerden, yapması gereken görevden ya da yasadan kaçan kimse.

2-Yapılması için gerekli izin alınmamış olan yapılması yasa yönünden yasak bulunan şey.

Şeklinde iki tanım çıkacaktır…

Gördüğünüz gibi birisi kaçak insana, diğeri kaçak nesnelere işaret etmektedir.

Şimdi soruyorum sizlere bu iki tanımın ikisi de ülkemizde mevcut değil mi? Sağduyu ile elinizi vicdanınıza koyun ve öyle cevaplayın.

 

Ülkenin başı olan Cumhurbaşkanımızın resmi konutu, ikametgah adresi bir kere kaçak ya! Ve balık baştan kokuyor işte. Yapılış sürecinde Danıştay’ın kaçak yapılaşma diye vermiş olduğu karar halen geçerliliğini korumaktadır. Fakat mantık, kural tanımamazlık üzerine kurulduğu için garabet, gömleğin ilk düğmesi olan o düğmenin iliklenmesinden buyana kaçaklar serisi olarak yanlış iliklenmeye devam ediyor!

 

Hatırlayın lütfen! Atatürk Orman Çiftliği arazisinde Başbakanlık Binası olarak inşaatına başlanan ve günümüzde “Külliye” diye adlandırılan o Sarayı! O zamanlar Tayyip Erdoğan Başbakandı ve kaçak bina olması nedeniyle yapılmasına karşı çıkanlara“Ülke kaynaklarını israftan kurtarmak için yapıyoruz! Bakanlık binalarının pek çoğu kiralık ve plazalara dünyanın parasını kira olarak ödüyoruz. Bakanlıkların hepsini yeni inşa edeceğimiz işte bu Başbakanlık Binası’nda tek bir merkezde toplayacağız! Hem parasal anlamda tasarruf sağlayacak hem de koordinasyonda süratlilik sağlamış olacağız!” diye takdim etmişti inşaatı! Şimdi bu cümleleri duyan halk, nasıl kebap olmasın! Niye hak, hukuk, yasayı önemsesin ki? İşte onun için o ne yapıyorsa, onun yanında yer alıyor! O da “Milli İrade” diye her şeyi mübah görüyor. Bundan sonra kural, ilke, yasa, yönetmelik ne varsa hak getire…

Sonuçta zatıalileri Cumhurbaşkanı oldu. Yapılan o Başbakanlık Konutu da Cumhurbaşkanlığı Konutu oldu. Günlük masrafı güncel rakamlarla on milyon lira üzerine çıkabilmekte, daha acısı bakanlıklar adına o plazalara kira ödenmeye de devam ediliyor! İsraf unutulduğu gibi katmerlendi. Ve hepsinden mühimi israf, tabanından yine alkış alarak - itibardan tasarruf olmaz- moduna dönüşmüş oldu.

Adına, ilk önce hamileri ABD’nin “White House”undan esinlenerek, “Ak Saray” dediler, baktılar ki antipati topluyor vaz geçtiler. Nasıl olsa Cumhurbaşkanlığı konutu olduğuna göre bu defa Çankaya izlerini silmek için Beştepe dediler, halen kullanılsa da istenilen boyutta tutmadı! İçinde saray geçmeyen bir şey bulunmalıydı! Çünkü muhalifler “Kaçak Saray” diye vurmaya başlamıştı! Ve aranan ad bulunmuştu. Saray’a abdest aldırıp, adına “Külliye” dediler. Bir kişiye hizmet etmiyormuş imajı vermek için yerleşke içerisine önünde “Millet” kelimesi eklenmiş şekilde cami, kütüphane, bahçe, … yerleştirdiler. Yapımı halen devam etmekte olduğu için daha nelerin geleceği şimdilik meçhul!

 

Kaçak yapılar, kaçak insanları doğurmaya başlamıştı…

Ülkemizde barındırılmaya çalışılan “kontrolsüz sığınmacılara” veya “düzensiz göçmenlere” bal gibi “kaçak” tanımlaması da yapabiliriz. Fakat Devleti yönetenlerin yasa ve kural tanımaz tutumu çerçevesinde o kişilerin yurda girmesine göz yumması veya bürokratları kullanarak izin vermesi neticesinde kaçak tanımlamasını yapmakta insan zorlanıyor. Aslında esas olarak ihanet derecesindeki bu aymazlığın neden yapıldığı sorgulanmalı diye düşünüyorum!

 

Kocaman bir ülkenin modeli olarak insanı, insanın prototipi olarak da hücreyi baz alalım! O küçücük hücre bile, seçici geçirgen zarı sayesinde her önüne geleni içine almazken; adeta pasaport vize mahiyetinde gerekli önlem ve tedbirlerden geçirerek madde alırken, insanın aklını örterek kabullendirilmeye çalışılan sınır geçişleri, kamyon ve tırlar dolusu kaçak insanların ülkenin içine girdirilmesi ne oluyor arkadaş? Koskoca ülkenin sınırlarını kevgire çevirip elini kolunu sallayarak herkesin girmesine müsaade etmek ne oluyor arkadaş?

Girenler hırsız mı, haydut mu, terörist mi, masum mu, ırzcı mı, kaçakçı mı, katil mi belli değil? Bu nasıl bir iştir anlayan var mı? Bu bir proje değil de nedir? Öyle hamaset nutukları çekerek, ümmet kardeşliği güzellemeleri düzerek insanları kandırmanın lüzumu yok. Bilerek ve isteyerek bir proje uygulanıyor ve üzülerek belirtmem gerekirse, birileri bu işten gayri resmi servet ediniyor. Savaş ekonomisi, kaçakçılık, bina ve mülk satışı üzerinden ülke topraklarının peşkeş çekilmesi boşuna değil! Yanında bonus olarak da TC Vatandaşlığı veriliyor…

 

Pakistan uyruklu adamlar İstanbul’da “İstanbul Information” adında bir şirket kurmuş ofislerinde, cayır cayır kimlik kartı basıyor. Sahte evlilik cüzdanları düzenliyor. Bir de sosyal medya hesaplarından paylaşarak reklam yapıyorlar. “Suça karışmış olsanız, hapis yatsanız bile hallediyoruz. Yeter ki on günlük süre içinde bize müracaat edin.” diyorlar. Üzülerek belirtmem gerekirse ekipleri içinde Avukatlar da var. Töre Nuhoğlu adında bir avukat bizzat video çekimlerinde yer almaktadır.

 

Katar başta olmak üzere diğer Arap ülkelerinde yayın yapan TV’lerin reklam kuşaklarında İstanbul’da ev alana TC vatandaşlığı verildiğine dair bilgiler dönmekte. Yeni kurulmuş şirketler aracılığıyla arsa ofisleri üzerinden, tarım arazisi olarak gözüken yerlerin arsa tahsisine onay verildiği, bakanlık resmi belgeleri yayınlanarak “Kanal İstanbul” projesi kapsamında arsa satışları devam etmektedir.

Birkaç gün önce bir KHK ile çıkan karara göre; “Ülkemizden mülk satışı yapmak üzere, Yurt dışında açılan emlakçı ofislerini sübvanse ederek Devlet olarak kira desteği sağlayacakmışız” iyi mi? Allah’ım aklıma mukayyet olur musun!

 

Dahası yurda sokulan yabancılar nedeniyle ülkemizin demografik yapısı hızla bozulmaktadır. Hatay, Kilis, Gaziantep, İstanbul başta olmak üzere bazı illerimizde ilçe nüfusları ve okullardaki öğrenci mevcutları yabancılar lehine dönmeye başlamıştır. Ayrıca sosyokültürel açıdan doku uyuşmazlığı kendi vatandaşlarımızı sokağa çıkamaz hale getirmiştir. Gizli çekimler yaparak Tik Tok hesaplarından yayınladıkları video görüntüleri kadınlarımızı kızlarımızı korkutmaktadır. Sokaklarda kavga ve gürültüler almış başını gitmektedir. Bunları yaşamaya neden mecbur ve mahkum olduk biz? Ne gereği vardı!

Resmi ve özel kurumlardaki duyuru ve ilanlar, trafik işaret ve levhalarına varıncaya kadar niye Arapça yazılarla yapılıyor? Hangi ülkede böyle bir uygulama mevcut? Adamlar kendi işyerlerini kurmuş ve çalışmak üzere kendilerine müracaat eden Türklere “Biz yabancı çalıştırmıyoruz!” diyebilme güç ve cesaretini kendilerinde bulmuş durumdalar! 

Peki bu projede olayın perde gerisindeki gerçek ne? Etnik veya mezhepsel temelli olarak bir türlü bozmayı başaramadıkları kardeşlik iklimimizi, ülkemize transfer edilen yabancılar aracılıyla bozmak!

Bakın size ütopik gelmesin. Açılım süreçlerinde yapılan yanlışlar dile getirildiğinde de “Ya ne var ki bunda! Denensin, analar ağlamasın!..” şeklinde aymazlık ve süslü sloganlar üzerinden olaya yaklaşılarak PKK’ya olan %2’lik sempati, %10’luk seviyelerin üzerine çıkarılmadı mı? Müzakere ve mücadele alanları rayından çıkarıldığı için sorunlar katlanarak artmıyor mu?

 

Benzer şekilde kontrolsüz göçler de bilinçli yapılmaktadır. ABD ve AB’nin piyonu konumuna düşmüş manevra alanı kalmamış, adalet mekanizması yerlerde sürünen, malvarlıkları üzerinden sıkıştırılarak itibar suikastına tabi tutulan yöneticilerin yürüttükleri siyasetin ülkemize ve vatandaşına kestiği ağır faturadan başka bir şey değil! İç kamuoyuna kendi bekalarını ülkenin bekası gibi göstererek mesaj verip halkı uyutmak da kolay! Adamlara sorunlardan bahsediyor ve sorular soruyorsunuz. Onlardan “Vatan bölünmeyecek, bayrak inmeyecek, ezan susmayacak, gemileri karadan yürütürüz. Gözler yalan söylemez, gözlerime bak!...” gibi ninnili cevaplar dinliyor mışıl mışıl uyuyorsunuz. Veya yalakalıkta sınır tanımayan şoförlükten Meclise transfer ettirilmiş Yeliz lakaplı A. Hamdi Çamlı’nın güzellemeleri ile tatmin olabilirisiniz. “Astronomi, Matematik, Tıp, Fizik, Kimya atalarımın çabasıyla doğdu. Rakamları benim dedem buldu. Yoksa o ABD hapı yutmuştu şimdi. O Trump bırak ülke yönetmeyi hesap bile yapamaz, bakkal bile yönetemezdi! Astım hastaları ilk şifasını benim tabip atamın elinden buldu. Aşıyı ilk bulan benim dedelerimdi. Deri altına enjeksiyonu ilk benim atam yaptı. Ameliyatlarda ilk narkozu benim dedem kullandı. Narkozdan önce biz tedavide -dağlama- ile tedavi bulmuş ve tıp literatürüne girdirmişiz. Adamın aklını başından alır, ciğerini dağlarız biz. Atara atar. Gidere gider. Heeeyt be! Sen salına salına yürü bakim koçum! Kasımpaşalıyız, eli maşalıyız biz...” İşte bu kahvehane kültürü ve ağzı yönetici ve seçilmiş zümeranın ağzıysa eğer varın ötesini siz düşünün! Oysa işin hakikati ise kendi vatandaşına ıban vermek, yardım diye kredi açmak iken; içte ve dışta hibe olarak milyar dolarları saçıp savurmaya dayalı -cıbırın kabadayılığı!- olarak karşımızda durmaktadır.

 

Ama biz uyarmaya ve uyandırmaya devam edeceğiz.

 

İsrail’in güvenliği için planlanan BOP adım adım uygulanmaktadır. Eğer öyle değilse şu sorulara cevap verelim:

-Allah aşkına neden o ülkelerde kamp çadırları kurularak BM bünyesinde o insanların ihtiyaçları giderilmiyor da, milyonların yurdumuza girmesine izin veriliyor?

-Neden komşu ülkelerimizin iç işlerine karışarak onların acısı üzerinden savaş ekonomisi ile servet edinmeye çalışan sırtlan ruhlu insanların habis emellerine alet oluyor ve çanak tutuyoruz?

-Dahası o kirli ekonominin uzantıları devleti yönetenlere de ulaştığı için ülkemizin çıkar ve itibarı, neden şahısların çıkar ve itibarına peşkeş çekiliyor?

-Neden vatandaş olarak biz bunu görmüyor, görmek istemiyoruz?

-Ya da neden bunlar vatandaşa gösterilmek istenmiyor?

-Bunları dile getiren gazeteciler casus, vatan haini diye tutuklanırken onların söylediklerinin doğruluğu neden bir mafya liderinin açıklamasından sonra ortaya dökülüyor?

-O mafya liderini susturabilmek için etmedik hakaret bırakılmayan ülkelere niye yalım yalım yalvarılıyor?

-İstenilen sonucu almanın bedeli olarak neler ödeniyor?

-El pençe divan durularak sıcak para dilenciliğine neden düşülüyor?

 

Bu soruları sormayacak ve üzerinde düşünmeyecek miyiz?

YAZARIN DİĞER YAZILARI