?>

Kirli Alyans

Adem KURUN

3 yıl önce

Bir gün akşamüzeri Elifle üç arkadaşı bir lokantadan çıkarken Nuri’nin de bulunduğu bir araç geçti sanki. Önce benzettiğini sandı Elif. İlknur emindi. Kız, seninki değil miydi o? Evet, sanki oydu dedi Elif. Arasana bakalım. Nereye gidiyor bu saatte, dedi İlknur. Aradı Elif, kapalıydı? Diğer kızlar, boşver dediler. İlknur kararlıydı. Siz gidin. Bizim Elifle işimiz var, diyerek Elifi alıp peşlerine düştü.

Kısa sürede az önce yanlarından geçen araca yetiştiler. Onu mesafeli bir şekilde takip ederken, Ne oldu abla? Neden peşlerine düştük ki şimdi, diye sorguluyordu Elif.

Günlerdir bu anı bekleyen İlknur’un ağzı bir volkan yakıcılığıyla püskürdü içindeki sözleri: Kızım, sana salaksın, demek istemiyorum. Hakikaten çok safsın! Kaç zamandır nişanlındaki farklılığı sezmedim mi sanıyorsun. Nuri bu aralar hiç de normal davranmıyor. Bir haller var. Takıldığı çocukları az çok biliriz. Bu saatte telefonu kapatıp hiç tanımadığımız birilerinin arabasıyla tenha bir yola girmesi sence de normal mi? Diyelim ki normal. Ne kaybederiz takip etsek. Sıkıntı yoksa, içimiz rahatlar; öyle değil mi ama?..

Bilmem ki dedi, Elif. Aslında ben de fark ettim. Ancak, düğün telaşesine yordum. Düğünmüş, dedi İlknur. Bu kadar sürüncemede kalan nişanlılık olur mu? Hani eşyalar, hani gidip birlikte beğenecektiniz? Ne oldu? O seçmiş, dedi Elif.

Bu arada, Nuri’nin de içinde olduğu araç, Sarıoğlan’ın çıkışına doğru bir bağ evinin önünde durdu. İçinden hali ve tavrı hiç de tekin olmayan üç adam indi. En son inen Nuri’ydi. Orada bulunmaktan hoşnut bir görünümü yoktu sanki. Üçünün de muhatabı Nuri’ydi. Tartışıyorlardı. Konuşmaları duyuyorlar, fakat anlamıyorlardı. Akşamın bu saatinde ne işimiz var bizim burada abla Allah’ını seversen, dedi korkarak Elif. Sus kız, karışma benim işime diye azarladı İlknur. Bu erkeklere güven olmaz!

Birkaç dakika sonra tartışarak eve geçti hepsi. İki kızın da yüreği gümbür gümbürdü. Korka korka ilerlediler arkalarından. Eve yaklaştıkça, sesler daha bir netlik kazanıyordu. Kaba bir ses ünledi: “Oğlum. Bak bu son ikazım. Kaç zamandır bizi sallıyorsun. Bir ay içinde paramı verdin verdin. Yoksa kendine ölümlerden ölüm beğen. Yeminle ciğerlerini delik deşik ederim!..” Tehdidin bini bir paraydı. İşin şakaya gelir yanı yoktu.

İki kız tedirginlik içinde acaba kime diyor diye düşünürken Nuri’nin cılız sesi girdi bu kez devreye: Abi, kurban olayım. Dedim ya. Biraz sabırlı olun. Süzme bir salak buldum. Kendime âşık ettim. Anlayacağın, kız kafese düştü. Bana kesik. Çakma nişan bile yaptım dinime kitabıma ya! Ahan da alyansım. Ona çektirdiğim kredinin bir kısmıyla başka borçlarımı verdim. Elimde kalan da bu!

Başkası gürledi bu kez: Ulan dingil, onu kumar masasına otururken düşünecektin. Veresiye oyun mu döner? Mühletin azaldı, son duanı bir aya kadar ezberle!.. Yoksa gerisini sen düşün artık!..

O an iki kız korku ve şiddetten büyümüş gözleriyle birbirlerine bakarak sarıldılar. Gökler tepelerine çökseydi bu kadar sarsıcı olmazdı!.. Demek Nuri, kumar çetesiyle düşüp kalkacak, onlara yüklü miktarlarda borçlanacak, borcundan kurtulmak için Elif’i paravan niyetine kullanacak kadar şeref yoksunuydu!..

Sessizliği bozan İlknur oldu: Hadi gidelim! Elif’in kalın fakat canı kaçmış kolundan tutarak geldikleri gibi sessiz fakat çevik adımlarla arabaya binip hızla tüydüler. Elif’in evine geldiklerinde İlknur ne diyeceğini bilemedi. Otomatikleşmiş bir hareketle kapıyı açtı Elif, eve girdiler. Baktı, Elif kendinde değil. Bön bön bakıyor boşluğa. Yüzünde duygu namına hiçbir canlılık belirtisi yok. Önce kendi sakinleşmeliydi. İlknur, derhal gidip elini yüzünü yıkadı. Bir bardak su içti. Döndüğünde Elif hala kapının ağzında bomboş duvara bakıyordu. Bu kez kolundan götürüp onun zorla yüzünü yıkadı. Hatta yetmedi. Kafasını suyun altına sokmaya çalıştı. Faydasızdı. Elif, adeta kıyama durmuş bir ölüydü. Konuşmuyor, hiçbir yaşam belirtisi vermiyordu.

İlknur’un, Elife sarılmasıyla Elifin onu fırlatması bir oldu. Boyuna bağırıyordu: Yalancı! Nuri değildi o! Hepiniz yalan söylüyorsunuz! Nişanlım o benim! Beni seviyor! Benim insanlığımı çok seviyor! Kumarbaz değil benim Nuri’m! Eşya alacak ikimize o parayla! Hepiniz kıskanıyorsunuz beni! Kıskanç köpekler! Defolun başımdan! Defolun hayatımdan. (Bir yandan kendini yerden yere atıyor, bir yandan ağlayıp haykırarak saçını başını yoluyor, yüzlerini tırnaklıyordu.)

Bunların olacağını biraz önce sezinleyen İlknur, bir çırpıda zaten ambulansı aramıştı. Elife hemen sakinleştirici bir iğne yaptılar. Ambulansa koydular. Hemen her gün karşıladığı araca bu kez hasta olarak kendisi binmişti.

Başucundaki İlknur bir yandan sessizce ağlıyor, bir yandan da Elif’in yolunmuş saçlarını, tırnaklanmış yüzlerini, geçirdiği cinnetle parçaladığı elbiselerini okşuyor; onun, kutlu bir kaynaktan sessiz, fakat sürekli sızan taze pınara eş gözyaşlarını siliyordu. Ambulanstaki görevliye bile dokundurtmayarak damar yolunu kendi açtı, oksijeni o taktı. Yediği yatıştırıcılar etkisini gösterdikçe Elif’in bilinçsizce attığı çığlıkların yerini sayıklamalar aldı. Bu sayıklamalarda çoğunlukla geçen iki sözcük Nuri ve Necati idi.

Hastaneye götürülen Elifin, ilk müdahalesi doktorlar tarafından yapıldıktan sonra, psikiyatri polikliniğine yatışı sağlandı. Artık daha da sakinleşmiş olan İlknur, kimseye olan biteni söyleyip Elif’in özelini başkasına ifşa etmeden sinir boşalması olduğunu ifade etti servise. Diğer doktorlara da aynı camianın mensubu olunduğunu söyledi, gizliliğe dikkat edilmesini rica etti.

Başından o gün sabaha kadar ayrılmadı İlknur. Nihayet sabaha doğru yavaş yavaş kendisine geldiğinde, elini tutarak yanı başında uyuyakalmış olan İlknur Ablasından su istedi Elif. Suyu içerken olan biteni yavaş yavaş zihninde canlandıran Elif’in gözyaşları içtiği suya karıştı. Zaten hayat da öyle değil miydi? Tam mutlu oldum, dediğin anda hemen yanı başında biten bir acı, o sevincine şu damlayan gözyaşları gibi karışır, ağuya dönmüş bir halde sana yudum yudum içirip damarlarına işte şu bağlı serumlar gibi zerk etmez miydi?..

Günlerden cumartesiydi. Sabah dokuz gibi servise gelen Doktor Gülsüm Hanım’a Elif’i emanet eden İlknur, biraz evde dinlenmek için izin istedi. Artık, yirmi üç yıllık ıstırabı, toy göğsüne sığmayan Elif, Doktor Gülsüm Hanım’a olan biteni gözyaşları arasında, tane tane, bitkin bir sesle anlattı. “Pis Şişko” lakabıyla tanındığı ilk ve ortaöğretim dönemini… Annesiyle arasındaki soğukluğu… Babası Necati’nin onu nasıl koruyup yüreklendirdiğini… Sınavlara hazırlanışını, bir mucize gibi hemşireliği kazanıp hemşire oluşunu… Sonra Nuri’nin bir şeytan gibi sinsi bir şekilde hayatına girdiğini… Çakma nişanını… Hayatın ona bu kez de Nuri’nin diliyle yalan söylediğini…

Uzun soluklu bir tedavi süreci başlattı Gülsüm Hanım. Gerçekten de Elif’in öyküsüne çok üzülmüştü. Odası çiçeklerle dolup taşan Elif, burada gariban olmadığını, hastane arkadaşlarından hemen hepsinin geçmiş olsun ziyaretine gelmesiyle bir kez daha fark etti. Kısa süreli ziyaretlerde konuşulanlara bakılırsa, İlknur, Nuri’nin Elif’e oynadığı evlilik oyununu henüz kimseye anlatmamıştı. Bunu fark eden Elif, ziyaretçilerinin evlilikle ilgili kısa sorularını, sözlerini, şakalarını bağrı yanarak geçiştirdi. Bu oyun, hasta yatağında da sürecekti anlaşılan.

Gariptir, kendine bunca acıyı yaşatan o varlığı, bu en kötü anında bile Nuri’yi aradı gözleri… Sahi neredeydi o cehennem olası, bundan sonra neler olacaktı?..

Eve dinlenmek için gidiyorum diyen İlknur, hemen telefon açarak Nuri’yi kafeye çağırdı. Tatildi bugün. Nuri geç yatmış olacaktı. Kafeye geldiğinde gözlerinin önü mor mordu. Telaşlıydı. İlknur, ondan ne isteyebilirdi ki sabah sabah? Gel, otur dedi İlknur. Birer çay söyledi. Nuri, Elif’i dün gece birkaç kez aradığını, telefonunun önce cevap vermediğini, sonrasında kapandığını söyledi. Sahi, Elif neredeydi?

İlknur, Elif gibi dünya iyisi kızın cellatlığına soyunan bu karaktersizin karşısında yine de sabırlı davranmaya, öfkelenmemeye çalışıyordu. Elif’in dün akşam bir sinir krizi geçirdiğini, şu anda tedavi altına alındığını, daha iyi olduğunu ve dinlenmeye ihtiyacı bulunduğunu söyledi.

Bunları duyan Nuri’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. Ayağa fırladı. Beti benzi attı, sersemledi. Korku ve telaşla sesi çatallanarak Elif’in nerede olduğunu sordu. Nişanlımın yanına gitmeliyim, nerde şimdi? Çabuk söyle!..

Onun kolundan hışımla tutan İlknur, Elifle artık irtibatını kesmesi gerektiğini, dün onları ilçe çıkışı yakınlarına dek takip ettiklerini, gittikleri evde konuşmalarına şahit olduklarını, Nuri’nin kumar çetesiyle içli dışlı olduğunu bildiklerini, onlara olan borcundan dolayı Elif’le yaşadıkları paravan aşkı, çakma nişanı… Her şeyi öğrendiklerini tek tek anlattı.

Bütün bunları duyan Nuri’nin başından aşağı kayar sular döküldü: Yalan, vallaha iftira. Ben, benim ne işim olur kumarla mumarla!.. Tarzı savunmalara girdi. Yaşadığı şeyleri saat saat yine kendine anlatan İlknur’a bu kez gördüğü adamlarla aralarında miras tartışması olduğu yalanını kıvırdı hemen. Onlar güya akrabalarıydı. İlknur, netti: Elif’le her şeyi ikimiz biliyoruz. Bundan sonra o kızdan uzak dur! Lanet olsun senin doğduğun güne be! Elin garibinin duygularıyla nasıl da oynadın ulan, kansız! dedi. Ağzında sevgi sözcüklerini geveleyen Nuri’ye, kızın çektiği krediyi hemen vermesini, yoksa yaşananları önce başhekimliğe, sonra emniyete bildireceğini, bir an evvel ödemeyi kıza geri yapması gerektiğini söyledi.

Artık işi ağıda bozan Nuri, “Valla İlknur Abla, o insanlar çok belalı. Allah kahretsin! Bir şekilde girmiş bulunduk onların ortamına. Ama ben paranın çoğunu Hilmi’yle Tahsin’e verdim. Onlara hâlâ borcum var. Kurtulamıyom abla. Çaresiz kaldım. Kurban olayım…” şeklinde ağlamaya başladı. Dökülen yaşlar birinci sınıf tiyatroculara taş çıkartırdı.

İlknur, ortalarda görünmemesi, kimseye ağzını açmaması, tek başına herhangi bir işe de girişmemesi konusunda, Sakın ola! diyerek Nuri’yi sıkı sıkı tembihledi.

Bu işle tek başına mücadele edemeyeceğini anlayan İlknur, eşinden yardım istedi. Aslında durumu emniyete bildirip bu kumar çetesini, onlara bulaşan ve pisliğiyle Elifi de kirleten Nuri’yi, hepsini toptan göçürmek en iyisiydi. Fakat, Nuri’nin kalp hastası anası, bakmakla yükümlü olduğu düşkün bir babası vardı. Nuri’nin yaşayacağı bir sıkıntı, onlar için daha büyük bir sıkıntı demekti. Ayrıca, kurulduğu günden bu yana insanlara onuruyla hizmet eden bu kurumun adının lekelenmesinden… Her şeyden de öte, Elifle ilgili duyulacaklardan çok korkuyordu İlknur. Bu nedenle olan biteni sadece eşi Muhsin’e anlattı.

Şaşkın fakat sükûnetle dinleyen Muhsin, eşi İlknur’u alarak doğru Nuri’nin ana ve babasının bulunduğu yere geldi. Önce evlerine varmayı düşündü. İlknur’un uyarısıyla durumu annesine hiç duyurmamayı, fakat babasıyla görüşmenin daha hayırlı olacağına karar verdiler. Babasını uygun bir mazeretle arabalarına alan ikili, sakin bir şekilde, durumu tane tane anlattılar. Olaya çok üzülen adamcağız oğluna lanetler yağdırmaya başladı. Onu hiç böyle bilmediğini söyleyerek yaşananlardan dolayı onlardan özür diledi.

Şimdi çözüm zamanıydı. Ne yapılabilirdi? Adam, çaresizlikle ağlıyordu. Muhsin, Davut Baba, dedi. Bu namussuz, haysiyetsiz oğlun bir şekilde onların içine girmiş. Bu işten emniyet yardımıyla kurtulmak da mümkün, fakat kurumun adı lekelenebilir. Oğlun işinden gücünden olabilir. Siz ekmeksiz kalabilirsiniz. Senin emekli maaşın karın ve adı batası Nuriye yetmez. Hiç suçu günahı olmayan Elifin başı ağrıyabilir. En güzeli, oğlunun borcunu ödemek, Nuri’yi bunlardan bütünüyle kurtarmak.

Davut Baba, bir emekli maaşından gayrı gelirinin olmadığını söyleyen biçareydi. Ne yapabilirim ki evlat, dedi. Düşün, dedi Muhsin. Düşün Baba, n’olur düşün. Davut Baba, iki göz evim, bir de gölgeliğinde dinlendiğim bir bağım var hepsi oğul, dedi. O an, İlknur’la Muhsin birbirine baktılar. İyi ya Davut Baba, dedi. Satarsın bağını, ödersin lanet borcunu Nuri’nin. Olmaz mı?

Olur evlat, niye olmasın. Evlat bu. Atılmıyor, satılmıyor. Çıharırım elden, gitmeyiveririm bağa. Zati gocadıh eyice. Eskisi gibi değelim. Üzümlerin dibini bile bu yıl açamadım, dedi. Dedi demesine ya, gözlerinden aşağı iplik gibi süzülen yaşlar, can yakıyordu. İlknur, Nuri’nin Elifi kredi çekerek borçlandırdığını hiç söylemedi. Bir de eklediler, hanımına söyleme Davut Baba, olur mu? Olur dedi Davut Baba. Söyler miyim hiç? Anşa’m galpten gider Allah goruya…

YAZARIN DİĞER YAZILARI