Tedavi sürecimde raporlu ve evde istirahat halindeyken Netflix’te bol bol film, belgesel ve dizi izleme imkanım oldu. Bunlardan birisinden özellikle bahsetmeliyim ki o da yazımın başlığına da konulmaya neden olabilmişti. Kuş Uçuşu ile söz dizilerden açılmışken Parazit, Üç Cisim Problemi gibi aklıma gelenleri de araya sıkıştırayım isterim.
Bir film veya sinema eleştirmeni değilim. Dolayısıyla ben “Kuş Uçuşu” dizisine teknik ve sanat yönünden eleştiride bulunamam. Bu had ve hak bilmezlik olur. Fakat her izleyici gibi dizinin, kendime hitap ettiği ölçüde beğenme ya da beğenmeme görüşlerimi aktarabilirim. Onun yanında eğitimci kimliğimle dikkat kesildiğim ve çıkarım elde etme veya uyarma hissettiğim yönlerini beyan etme zorunluluğum olduğuna inanıyorum.
Her ne kadar bu işin uzmanı olan kişiler senaryoların birer kurgu olduğunu ve gerçekle bağdaştırılmaması gerektiğini, her senaryonun topluma öğüt verici, eğitici ve öğretici amacının olmadığını kabullenmek gerektiği yönünde açıklamalar yapıyor olsalar da ben onu başaramıyorum maalesef…
Kaldı ki, Netflix uygulamasında oldukça başarılı bir performans göstermiş bu dizi. Sadece ülkemizde değil, diğer ülkelerden de önemli bir kitleyi izleyicileri arasına katabilmiş!
Film, dizi, kitap benzeri yapıtlar hakkında detaylı açıklamanın izleyici ve okuyucu nezdinde isteksizlik ve çekiciliğinin azalmasına, İngilizce spoiler denilmektedir. Ben burada sizlere spoiler vererek o pozisyona ne düşmek, ne de sizleri düşürmek isterim!
Ancak şu kadarını belirtmeliyim ki, dizide “iç ses” kullanılarak olaylar arasındaki bağlantının kopması önlenmiş oluyor. Ve bir bütünlük içinde akış sağlanıyor. Bu yönüyle farklı bir rota izlenmiş. Oldukça başarılı buldum. Sadece “iç sesi” ilk duyduğumda Hakan Ural seslendiriyor zannettim! Sonra akışı durdurup tekrar tekrar dinledim. Emin olamadım ama çok benzettim. Ardından araştırdım ve onun seslendirmediğini öğrenince derin bir ohhh çektim ve gönül rahatlığıyla izledim. Yoksa ne yalan söyleyeyim, diziyi seyretmekten vaz geçecektim. Aksi halde ruh halim o sese tahammül edemeyecek zafiyet içindeydi…
Açık konuşmak gerekirse çok beğendim, rollerini çok başarılı oynamışlar. Resmen sizi nefretin, kinin, öfkenin, dedikodunun, fitne fücurun olduğu gibi sevginin, saflığın, berraklığın, içine çekebiliyorlardı. Diziyi izleyip de bütün her şeyi altüst eden o stajyer bücüre kızmayan var mıdır? Onu bilemiyorum doğrusu!..
Neyse seyredenler bundan sonra yazacaklarımı zihinlerinde tekrar harmanlasın, seyretmeyenler ise bunlara dikkat ederek izlesin bakalım fikrime katılıyor musunuz?
Dizi medya sektörü içindeki allı pullu hayatı, onun perde gerisinde yaşanan ayak oyunlarını ve bir de o karakterlerin yaşamakta olduğu birer gerçek hayatlarının olduğu gerçeğini yansıtan bir konular bütününü işliyor. Fakat benim özellikle dikkatimi çeken yönü, dizide kadınların resmen erkekler gibi küfretmesi idi!
Şok geçirdim desem, sizi inandıramam biliyorum. Fakat hiç olmazsa bu kadar absürt görülen küfürlerin dizi aracılığıyla ve oldukça yaygın kullanılarak normalleştirilmesinin önüne geçilebilirdi! Orada işlenen konularla medya sektörü içinde yaşanan konular eğrisi doğrusuyla başarılı bir şekilde ortaya konulmuşken; toplumdaki bu çelişkili tutumdan kurtulmanın da yolları araştırılıyor olsaydı keşke! Ya da diğer sezonlarda konu oraya da evrilecek mi acaba diye bekleyip göreceğiz. Yapımcıların kulağına gider mi bu yazdıklarım? Benimle birlikte o duyarlılığı yaşar ve hissedebilirler mi? Bu sorularıma hiç cevap bulamayacağım biliyorum ama şundan eminim ki bir şekilde kontak kurabilsek mutlaka ortak bir noktada buluşacağız onlarla…
Ben erkek egemen bir toplum olmanın, cinsiyet eşitsizliği doğurmanın yanında hem kadının hem de erkeğin üzerine yığınla anlamsız yük yüklediğine inanmaktayım. Bunun çok acı ve ağır faturalara neden olduğuna tanık olmaktayım. Ve ben hep, bu mücadeleye acaba “küfürlerimizi düzeltmekle mi başlasak?” diye düşünürken, yığın dolusu yüklerimin üzerine bu dizideki küfürler eklenince resmen biyokimyam bozuldu!
Bizde erkekler hemcinsleriyle yaşadığı sorunlar karşısında küfür ederken bile kadın cinselliği ve cinsiyet organları içerikli küfür etmekteler değil mi? Oysa küfür ettiği kişide o cinsiyetin nüvesi ve cinsiyet organları bulunmamasına rağmen o şekilde küfür edilmektedir. Oysa teknik olarak bakıldığında son derece saçma ve usul açısından yanlış ve değersiz bir söz. Hukuksal anlamda hakim ya da savcı karşısına çıksan, usul açısından bozuk ve kovuşturmaya gerek yoktur gerekçesi ile hükümsüz kılınacak bir sözlü ya da yazılı beyan olarak nitelenebilecektir. Oysa büyük bir ihtimalle, çok af edersiniz, “amk” diye söven kişinin o esnada karşısındaki kişinin karısı aklının ucundan bile geçmez. Zaten o kişi bekar bile olabilir. Ama sonuç gelip sen benim karıma veya müstakbel eşime sövdün, noktasına dayanır.
Bu kanıksandığı için yine erkekler arasında olmasına rağmen, bu defa “ana, bacı, soy sülale” kelimelerini de katarak küfürlerin dozu arttırılır. Ve bunlar artık bile isteye yapılır ki, kavga gürültü, küçük kıyamet orada kopar.
İşte ben, önce küfürlerimizi nötürleştirerek kadın cinsiyetinden soyutlayıp onları erkekleştirerek işe başlayalım derken, bu dizide oldukça fazla miktarda erkek gibi küfür eden kadınları görünce, erkenden pes ettim desem yalan olmaz. Artık işimin suları yokuş yukarı akıtmak kadar zor olduğunu daha iyi anlıyorum fakat henüz “Ben yenildim, ben yoruldum Allah’ım. İşimiz sadece Sana kaldı!” diye dua etmiyorum…