Yaklaşık 250 bin yıl önce yeryüzünü kan gölüne çeviren, bozgunculuk yapan Homo türleri arasından seçilerek bembeyaz bir sayfayla mavi gezegende konuşlandırılmıştı Ademoğlu dediğimiz insan türü!Melekler kıskanmış, "Biz varken niye o?" demişti...Yüceler Yücesi Kudret: "Siz bilmezsiniz benim bildiğimi, Ben onu bilgiyle donattım. O yeryüzünün halifesi olacak!" Mealinde beyanlarla Homo sapiens'e GÜVENDİĞİNİ ifade ediyordu.Meleklere bilginin karşısında boyun büktüyor, diz çöktüyor ve Adem için Allah'a secdeye kapandırıyordu! Hatta sadece dünyayı değil, belki evreni(!) imar için de bir görev üstlendiyordu…İnsanoğlundan burayı cennete çevirerek, ahiret yurdunda ebedi ödüle talip olması istenirken o, güzelim dünyayı cehenneme çevirerek cennet ödülüne erişeceği şeklinde virüslü kodlara mahkum olmuş ve hızla dünyayı Adem’den öncesine çeviriyordu!..Homo sapiens'in bir parçası olarak ne dersiniz, başardık mı?
O güveni taşıyor muyuz?
Bizi seçen ve bize güvenen kim?
Onun hayal kırıklığını kim, nasıl düzeltebilir?
Haydi can dostum, biricik kardeşim güveni boşa çıkarmayanlardan ol. Uyan, titre ve kendine gel. Sen beni dürt, ben seni uyarayım! Vakit erken değil artık ama çok da geç kalmayalım ne olur…Mavi gezegende açılan o beyaz sayfayı lekeleye lekeleye karartıyor ve sanki güneşin ışığına güneş gözlüğü yapıyorduk!
İnsanlık tarihinde asla unutulmayacak kara lekelerden birisi de 1992 yılında başlayan Sırp-Kosava Savaşı’nın devamında 3 yıl sonra Bosna'da Srebrenitsa katliamı ile yaşanıyordu. Sırplar, barış anlaşması gereği silahlarını bırakmış Boşnakları kurşuna dizerek çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden toplu katliamlar yapıyordu. Daha sonra kimsenin bulamayacağı düşüncesiyle cesetleri toplu mezarlara gömüyorlardı. Oysa aynı ırktan gelmelerine rağmen Hıristiyanına Sırp, Müslümanına Boşnak denilen kardeşlerdi onlar!
Mavi gezegenimizin mavi kelebekleri o katliamların toplu mezarlarını bulduran indikatör tür (ayraç canlı türü) olmuştu.
Bosna Hersek devleti kurulduktan sonra uzun araştırmalarla toplu mezarlar bulunmaya çalışılıyordu! Araştırmacıların dikkatini belli bölgelerde öbeklenmiş mavi kelebekler çekmişti.
Dünya tatlısı o kelebek türü, şuurunu kaybettiğinde dünyanın en şerli türü olan Homo sapiens'in katliamlarını çözüyor, öbeklendikleri yerden ayrılmıyor ve adeta "Aradığınız şeyler burada, bu toprağın altında!" diye avaz avaz bağırıyordu.
Sadece ölüm çiçeği denilen bitki türünü habitat olarak seçen kelebeklerin öbekleri usulca kazıldıkça hakikat gün yüzüne çıkıyordu. Toplu mezarlar ve arkasından göz yaşı döken çocuk, baba, eş, hısım akraba, ... buluşup koklaşıyordu. Belki barut kokusu genizlerini yakıyor, belki çocukların küçük kurşunlarla öldürülmediklerine tanık oluyorlardı... Ama en azından ağıt yakıp, derdini hafifleteceği bir iz, bir sembol bulabildikleri için Tanrı'ya el açıp teşekkür yakarışında bulunuyorlardı.
Görevini hakkıyla yap(a)mayan Homo sapiens dünyayı Adem’den öncesine çevirerek bir türlü Primatlıktan insanlığa yükselmek istemiyordu! Tanrı'ya "Neden müdahale etmiyor ve dünyayı barış yurduna çevirmiyorsun?" diye serzenişte bulunarak görevi iade etmek istiyordu. Oysa onu primatlıktan insanlığa yükseltmek için kendisine uzanan eli/kolu bir türlü görmüyor ya da görmek istemiyordu! Çünkü görmek, sorumluluk demekti ve o, işine gelmiyordu. Uzanan vahyin kolunu elleriyle sıyırmaya, ondan behemehal kurtulmaya çalışıyordu!Haydi uzanan o eli/kolu fark eden Atanın evladı ne durumdasın? "Yurtta sulh, dünyada sulh!" ne muhteşem bir tefsir! Anla artık ne olur?