?>

Nasılsa

Hümeyra Yıldırım YALÇIN

1 yıl önce

Sağlık ocağının yüksek binası, eve inen yokuşun solundaki ağaçlar, yollar, sokaklar daha bir hafta öncesi buradaymışım hissi verdi bana. Bir haftalığına gitmişim de geri dönmüşüm memlekete sanki. Yokuşu inerken çocukların hastalıkları, misafirliğe gelenler, gittiğimiz yerler tek tek yüklendi hafızama. Üzerinden bir yıl geçmemiş gibiydi.

Neden böyle olur ki? Geçen zamanda; evi taşıdık, ufak okula başladı, birçok insan tanıdım, deprem oldu, seçim oldu, çocuklar hastalandı, çocuklar iyileşti... Zile’ye giriş yapınca tüm bunlar yaşanmamış gibi bir hâl oldu.

Bu zamanın bir oyunu mu, zihnimin bir yanılsaması mı? Ahir zamanda yıllar gün gibi geçecek derler, bu doğru. Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim  diyen Efendimizin sözünü daha iyi anlıyorum bu yıl.

İnsanı yaşlandıran, yaşlıları öldüren, yerine taze bebekler sunan, bebekleri fidan gibi büyüten zaman herkes için farklı işliyor. Küçülerek dakikalara, saniyelere bölünüyor zaman. Bunlar toplaşıp saatleri, ayları, asırları oluşturuyor. Daha ötesinde ve daha gerisinde ne var peki? Zamanı en küçük anlara kadar bölünce ne çıkacak karşımıza? Asırları toplayınca ne bulacağız? Zamanı atoma benzetiyorum ben. Maddenin en küçük yapısıdır atom. Proton, nötron, elektron atomun alt parçalarıdır. Bunların da alt parçaları vardır. Ondan da ufakları vardır. Derken ötesine geçemiyor bilim. Ufağın da ufağı ne bilinmiyor henüz. Atomlardan çıkıp uzaya gidelim. Evrenin ötesinde ne var o da bilinmiyor. Zaman ve atom kavramının en küçüğü ve en büyüğü nedir, nasıldır çözülebilmiş değil. Biz önümüzdeki ile oyalanıp duruyoruz. Ortalarda bir yerdeyiz sanki. Tam vakıf olamadığımız bir sistemin içindeyiz.

Gölgelenme kadar kısa geçeceğini Efendimiz söylüyor. Bu durumda yüz yıl yaşayan çok yaşadım diyemez. On yıl yaşayan az yaşadım diyemez. Zaman doğumla beraber çeyrek altın gibi takılıyor yakamıza. Ölümle beraber düşecek yakamızdan anlaşılan. Öyleyse bize sadece dünyada lazım zaman.

Kaliteli zaman geçirmek, zamanı iyi değerlendirmek, zamanı iyi kullanmak... Öteden beri bu kavramlardan hiç hazzetmem. İbadet yoksa geçen zamanın içinde, şükür yoksa ne yaparsan yap kaliteli olmaz. Gölgelenmek gibi kısıtlı, sınırlı, geçici bir mefhum var elimizde. Bunun bilinmesi gerekir. Yoksa kalite herkese göre değişir.

Bir saat yemek yapan ev hanımı, bir saat ders çalışan öğrenci, bir saat kitap okuyan genç, bir saat ders anlatan öğretmen, bir saat oyun oynayan çocuk, bir saat dizi izleyen baba, bir saat kahvede oturan yaşlı, bir saat yüzden sporcu... Bunlardan hangisi kaliteli zaman geçiriyor, hangisi aylaklık yapıyor? Ne olduğu dışarıdan anlaşılmaz ki. Hem bu kaliteli zaman ne zaman geçirilecek? İş çıkışında mı, uyumadan yarım saat önce mi, uyandıktan hemen sonra mı? Bu modern çağ zaman gibi elle tutulup gözle görülmeyen, akıp giden bir olgu üzerinden bile canımızı sıkmayı başarıyor. Allah’ım senin rızan için yaşamayı nasip et deyince tüm tantana sona erecek gibi. Aylaklık, boş iş bizi terk edip gönle huzur veren uğraşlar yerleşecek. Bunlarda öyle büyük büyük uğraşlar değil. Su arayan bir kuşa su vermek, acıkmış bir köpeği doyurmak, yağmuru izlemek, ağaçları izlemek, yemek yapmak... Liste uzar... Kitap okumak da diyeceğim de korkuyorum. Ona zaman yok, dizilere var da. Namaz kılmak diyeceğim de yine korkuyorum. Zamanı veren Allah’a verecek zamanımız yok nasılsa.

Mühim olan şudur diye büyük cümle kuramayacağım zaman konusunda. Allah rızası için yaşamayı niyet edersek her hayırlı iş bizi O’na vardırır nasılsa.

YAZARIN DİĞER YAZILARI