?>
Örtmeniiim
Ülkemizde zorunlu eğitim kapsamında olmayan “Okul Öncesi Eğitimi” her ne kadar bayağı yaygınlaşmış durumda olsa da, belki ilerleyen süreçte zorunlu eğitim kapsamına alınsa bile, her insanın hayatında çok önemli yer tutan ilkokul eğitimi ve ilkokul öğretmeninin yeri hiçbir zaman değişmeyecek ve asla pabucu dama atılmayacaktır! Çünkü rakam ve harflerle tanışma, onlar üzerinden öğrenim yapma, eğitim ve öğretimin temel nesneleri ile karşılaşma her zaman olduğu gibi ilkokulla başlayacaktır. Bir kez daha gerekçe sunmalıyım ki; çünkü okul öncesi eğitimi harf ve rakam eğitimi vermeden oyun, eğlence ve semboller üzerinde yürüyen kazanımlar elde etmeyi ilke edinmiştir ve edinecektir de!
Taşralısı şehirlisi, köylüsü kentlisi, Anadolu’nun her yöresine özgü ağız gereği yetişeni ile İstanbul Türkçesi ile yetişeni her insanımızın ortak dili olur “Örtmenim” sözcüğü ilkokul çağına girdiğimizde! Öğretmenim yazılır, örtmenim okunur…
Belki de Milletimizin pratik zeka, çabuk sonuca gitme, keskinlik ve kestirmelik üzerinden gitme özelliğinin ilk dışa vurumudur. Ve ayrıca biz eğitimcilere bu kadar dönüşüme değişime açıklığa, çabukluğa yatkın bir milletin nesli var elinde onları çok iyi yoğur. Mayasını çok sağlam kar. Onu çok nitelikli bir eğitime tabi tut. Tut ki ilerleyen yaşlarda ve okul eğitimi sonrasında, duygusallığa kurban edilecek bir alt yapının kurbanı olmasın, yoldan çabuk sapmasın mesajı veriyor! Onun için ilkokul öğretmeni çok önemli! Onun için ilkokul öğretmenimizi unutmuyoruz. Onun için ilkokul çağına gelen çocuklarımız için öğretmen seçiyoruz! Onun için bir insanın hayatta karşısına çıkmış olan en iyi mükafat olarak, başta ilkokul öğretmeni olmak üzere, çok iyi bir öğretmenin hayatına girmiş olduğu vecizesini dile getiriyoruz!
Bir de şu konuda Avrupa’daki okuyucularımızın yorum ve desteklerine ihtiyacımız var ki; Ülkemizde çok yaygın bir mit olarak dolaşır! “İngiltere’de, Avrupa Birliği Ülkelerinin bazılarında belli bir süre görev yapmış olan ve emekli olmuş olan bütün ilkokul öğretmenlerinin hukuksal anlamda şahitlikleri kabul edilmez. Çünkü her zaman çocuklarla haşır neşir ola ola, melekeleri çocuklaşmış olduğu düşünülür! O kanaat gereği onların masumiyeti çocuk masumiyetine eşdeğer tutulur ve hakim onların şahitliğini dikkate almaz!” Söyleminde bir anonim hikaye, dolaşır durur ülkemizdeki eğitim sohbetlerinde… Acaba doğru mudur? Konuya açıklık getirirseniz ziyadesiyle memnun olurum(z). Şimdiden teşekkürler…
İlkokulda okuma yazma becerisi kazandırmanın yanında; temel insani değerler, ortak yaşam kuralları, kalabalık ortam fobisinden sıyrılma, ahlaki olgular, nezaket ve görgü kuralları eğitimi daha ön planda olmalıdır. Bunların yanında mihver ders diye adlandırılan dersler kadar; sosyal, kültürel, resim, müzik, sanat, spor dersleri son derece önemli yer tutmalıdır. Var zaten ama yeterli mi?
Herkesin bilip de bilmemezliğe yattığı, kimsenin dile getirmediği bazı gerçekler de var maalesef. Hep sınav odaklı ve akademik başarı bazlı bir eğitim modeli üzerinden yürüdüğümüz için henüz ilkokuldan itibaren öğrenciler yarış atı muamelesine tabi tutulmaya başlıyor.
Öğretmen yapmasa, veli yakasını bırakmıyor. Veli yapmasa okul ve milli eğitim bünyesindeki öğretmen başarısı değerlendirmelerindeki ölçüt için yapma zorunluluğu ortaya çıkıyor. Yaşanılan çevrede seçilen bir sınıf öğretmeni olarak isim yapma dürtüsü otomatikman öğretmenleri de o sürecin içine çekiyor. Yazılı ve test uygulamalı ölçme değerlendirme yapılmayacak seviyedeki öğrencilere bir de bakmışsınız ki; gelecek yıllarda karşılaşacakları sınavlara hazırlık adıyla sınav uygulamaları dahi yapılıyor. Ek kaynaklar zaten o işi körüklüyor. Yapmayan öğretmen, aile ve veliler kendinde eksiklik hissediyor derken bir anda o sarmal herkesi kuşatıveriyor!
O problemleri komple ortadan kaldırmak için ilkokulda eğitim öğretim faaliyetlerini bina ve dört duvar arasına sıkıştırıp bırakmamalı diye düşünüyorum. Yüzme havuzları, kapalı spor salonları, müzik ve sanat atölyeleri üzerinden yürütülen eğitim faaliyetleri olmalıdır! Ne derece o donanıma sahibiz? O konuyu siz okurlarımın dikkatine bırakıyorum.
İlkokuldan itibaren okullar öğrencileri hapseden kurumlar olarak algılanmamalıdır. Diyeceksiniz ki, “Hocam ülke bütçemizin ekonomik koşulları buna müsaade etmez. O nedenle bizi hayal dünyasına sürükleme!” Ben de derim ki, kaynakları verimli kullanıp israf önlenirse “Siz bizim geleceğimizsiniz!” hamaset cümlelerini kurmak yerine gereğini yapma amacı güdülürse emin olun hayal olmadığını görürsünüz. Yeter ki dip dalgası ile yetkilileri bu alanda sıkıştıralım. Ama nerdeee!
Ben yabancı dil eğitimi konusunda açıkçası ilkokuldan başlanmalı mı? O konuda çekimserim. Dil, erken yaşta daha iyi öğreniliyor mantığı ile çağın zorunluluğu olan yabancı dil öğrenme sürecini gittikçe dadılara bile düşürenler var. Koşulları müsait olanlar yaparken müsait olmayanlara da devlet kurumları çatısı altında verilmeli mantığı ile de olaya bakmıyorum. O kadar yıldır zorunlu ders kapsamında yabancı dil eğitimi alan öğrencilerimiz Üniversite eğitiminden sonra dahi kendisini dil kurslarına katılmak zorunda hissediyorsa burada önemli bir sorun yok mu sizce?
Dil eğitimi, pratik konuşma merkezli mi olacak? Gramer ağırlıklı mı olacak ayrımında bile net bir pozisyon sağlanamamışken, lisede dil bölümünü seçmeyecek öğrenciler dışında herkes için angarya bir ders olarak görüldüğü için sonuç alınamıyor. Daha da mühimi, dil eğitimi bisiklet sürmek gibidir. Pedal çevirmedikçe durursun. Dolayısıyla süreçler birbirini destekler mahiyette işlemedikçe, ilerleyen yıllarda okul hayatında dil eğitiminde güdülenme eksiği ortaya çıktıkça, ilkokul düzeyine indirgeyerek erkenden başlatmak sağlıklı bir tercih olarak durmuyor bence!
Haftalık ders saatlerindeki fazlalık pedagojik kaygılar yerine, çalışan anne babaların çocukları ile ebeveynlerini aynı saatte evlerinde buluşturmak amacını gütmüyor mu acaba? Diye soru sormaktan kendimi alamıyorum!
Çocuğun uyanık geçen günlük saatlerinin yarısı okulda; yarısı evde ve büyükşehirler ile taşımalı öğrenciler açısından ev ile birlikte yolda geçerken günlük fazla ödev vermek başlı başına bir sorun teşkil etmektedir. Öğretmen bu konuda dengeleri muhafaza etmek adına ödev vermese bir dert. Verse bin dert! Üstüne üslük, ödev vermeyen öğretmen algısı ve yaşanılan çevrede oluşacak olan olumsuz intiba kaygısı, sınıf öğretmenlerine kantarın topuzunu kaçırabilmektedir. Okulda öğretim işini tamamlayamadığında akademik başarısızlığın faturası doğrudan öğretmenin o konudaki uygulamasına kesilecek ve mimlenecek olan öğretmen o hususta teorideki pedagoji bilgilerini pratiğe dökememektedir!
İlkokul düzeyinde yaşanan sorunlara benden daha nitelikli ve sistematik olarak dikkat çeken yazarlarımızdan Adem KURUN’un konu ile ilgili yapmış olduğu paylaşım linkini okumanız için köşeme taşıyorum. Tekrara düşmek istemiyorum. Biz bir aileyiz ve birlikte büyüyüp gelişiyoruz...
Buyurun efendim!
https://www.eura24.com/mobil/yazi/ilk-dort-4-818.html
YAZARIN DİĞER YAZILARI