Kur’an’ın ve dolayısıyla İslam’ın ruhbanlığa geçit vermediğini ayetlerle sizlere ispat etmeye devam ediyorum. Peşinen şunu belirterek satırlarıma başlamalıyım ki; “Hocam İslam Anadolu’ya o yok saydığın, daha doğrusu Allah’ın dinini ve dosdoğru yolunu saptırıcı olarak nitelediğin zatlar tarafından getirildi ve yayıldı. Sen, bu tezin doğrultusunda onlara da haksızlık etmiş olmuyor musun?”
Sevgili okurlarım ben hiçbir tarikatın, hiçbir mezhebin, hiçbir şeyhin ve din aliminin Kur’an’dan geçit almadığını, alamayacağını delilleriyle birlikte sizlere sunuyorum. Şuna da inancım kanidir ki, gerçek hiçbir alim ve mürşit mezhep veya tarikat kurmak için yola koyulmamıştır. Ardından gelenler onların görüşlerini ideolojik boyutlara taşıyarak ve siyasallaştırarak bozulmayı doğurmuştur!
Eğer Hacı Bektaşi Veli, Hoca Ahmet Yesevi, mezhep imamları diye lanse edilen zatlar da mevcut haliyle tarikat, cemaat ve mezhep yapılaşması içinde bulundularsa, tartışmasız sözlerim ve tespitlerim onlar için de geçerli! Fakat günümüz halinden uzak ve gerçek İslam’ı anlamaya anlatmaya, yaşamaya ve yaşatmaya yönelik bir öğreti içindeyseler ne mutlu onlara. Ama onlar üzerinden bugünkü bozulmaya söz etmemizin önü tıkanmamalıdır.
Zira bu hakkaniyete ve hakikate aykırı olur. Çünkü hiç kimse teslis inancıyla Hristiyanlığın bozulduğunu eleştirmekten uzak kalamayacağı gibi İsa’ya inan Hristiyanlığın da bozuk olduğunu iddia edemez. Onun için sapla samanı iyi ayırt etmek lazım. Ayrıca geleneğin dinleştirilmesiyle birlikte İslam da bozulmaya yüz tutmuştur. Onun için İnancımızı, dinimizi Kur’an’a arz etmek ve virüsleri onunla temizlemek zorundayız.
Bu açıklamalarımın ardından kaldığımız yerden devam edelim:
-Peygamberimizin ümmetinden mahşerdeki şikâyeti ne olacak dersiniz? “Ya Rabbi, kuşkusuz ki ümmetim bu Kur’an’ı terk edilmiş bıraktı.” (Furkan-30). Yalnızlığa ve mahcubiyete mahkûm etti diye üzülecek. Siz bakmayın o din tüccarlarının “Peygamber secdeye kapanacak, ümmetimden bir kul dahi dışarda kaldığı müddetçe cennete girmeyeceğim!” diye haşa Allah’la pazarlığa tutuşacağı, yalvaracağı martavallarını anlatmasına! Bakın Ayetlerle durumu açıklığa kavuşturuyorum! Aynı zevat “Kur’an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı!” diye insanların anlayarak Kur’an okumasının önünü kesmek istiyorlar.
Neden?
Çünkü saltanatları sarsılacak da ondan!
Nasıl rahmet okumayalım Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e? Osmanlı Döneminde bir tane dahi yazılmış Kur’an meali yok.
Lütfen “İnsanlar zaten o dönemde Kur’an’ı anlıyordu.” diye absürt bir argüman geliştirmeyin. Osmanlıca salt Arap harflerinden müteşekkil değildi, Farsça harfler de mevcuttu! Ayrıca Kur’an Arapça olmasına rağmen Araplar dahi farklı anlıyor ve Kur’an üzerinde tümüyle ortak bir anlam bütünlüğü sağlayamıyordu!
-Görüldüğü gibi Kur’an ve İslam asla babadan oğula geçen kutsiyet, üstünlük, masumiyet ve günahsızlık öngörmez. Bilakis öyle olması durumunda Allah’ın adaleti tartışmaya açılır! İnsanlar doğal olarak mahşerde “O halde neden beni de o soydan yaratmadın?” diye Tanrı’ya soru sorma hakkı elde etmiş olur! Her şeyi ezelden ve ebetten kuşatan, her şeyi eksiksiz ve sınırsız bilen Allah, kullarına öyle bir soru sordurarak kendisini aciz duruma düşürmez. Allah tasavvurumuzu doğru konumlandırmak en önemli vazifelerimizdendir.
-Hatta adil olan Allah, “Kendi katındaki üstünlüğün yalnızca ve sadece takvada, duyarlılık bilincinin yüksekliğinde olduğunu” beyan ederek kimseye torpil geçmeyeceğini bildirmekte idi (Hucurat-13. Ayet). Gördünüz mü torpili din edinen hokkabazları ve onların yolundan gidenleri?
Ben nasıl demeyeyim ki, “Bunların dini paralel din, İslam soslu atalar dini” diye…
-Kur’an, “Her insan için kendi yapıp ettiklerinin karşılığı söz konusudur.” der (Necm-39). Bu din tacirleri, kendilerine çağırarak aracı ve şefaat kurumuyla Allah’ın elinden müntesiplerini kurtaracağını iddia ederler!
-Yine Kur’an, aracı edinerek inanların Allah inancı olduğunu fakat kendilerini Allah’a yakınlaştırsınlar diye güya Allah katında hatırlı(!) kimseleri aracı kıldıklarını anlatır (Zümer-3. Ayet). Ve bu şekilde iman edenlere Yüce Rabbimiz aynı ayet içerisinde yalancı ve kafir olarak hüküm vereceğini belirtmektedir! Ne korkunç bir tehdit olmasına rağmen; kendilerini -Allah dostu- diye niteleyen güya rütbeli, sözüm ona akademik kariyerli zevat millete ne haltlar işletiyor ve başlarına ne çoraplar örüyor görüyorsunuz değil mi?
-Benzer şekilde Yüce Rabbimiz (Yunus-18. Ayette) “Allah’la birlikte, kendilerine ne zarar ne de fayda sağlayabilecek şeylere tapıyorlar ve -İşte bunlar bizim Allah katındaki şefaatçilerimizdir.- diyorlar. Yoksa siz Allah’a göklerde ve yerde Onun bilmediği bir şeyin haberini mi veriyorsunuz? Allah, onların ortak koştukları şeylerden, şirklerinden uzak ve Yüce’dir.” Buyurarak şirkten, cehalete dayalı şefaat anlayışından uzak durmamızı istemekte ve emretmektedir!
Şimdi bu ayete rağmen tekkeli müşrik türetmenin İslam ile din ile iman ile alakası var mı? Varsa, açıklayacak bir babayiğit var mı? Hikâye masal anlatarak, zan ve rüyayı ilim edinerek kendi uydurdukları din üzerinden Allah’ın danışmanlığına soyunmanın alemi yoktur. Hal böyle iken o yolu rota edinenler, ortak koştuklarından Allah’ın uzak ve yüce bir varlık olduğunu ne zaman anlayacaklar acaba?
-Yapılan ne varsa eksik gedik bırakmaksızın onunla karşılaşmak vardır (Zilzal-8. Ayet). Allah’ın dosdoğru yoluna oturmuş saptırıcılar evrakta sahtecilik yaparak haşa Allah’ı katakulliye getireceğini ve eteklerine yapışanları arka kapıdan cennete tıkıştıracaklarını(!) iddia etmektedirler!
-Kısacası bunlar Allah’ın gönderdiği İbrahimi din olan Hanif dine uymadıkları gibi Allah’a din öğretmektedirler (Hucurat-16. Ayet). Bunlar insanların yarattığı yeryüzü tanrılarıdır. Çok tanrılı Pagan kültürünün günümüzdeki versiyonu ve yeniden hortlatılmış şeklidir.
Her şeyi kuşatan Allah’ın affı kapsamında bağışlanmaya her kulun ihtiyacı vardır, var olacaktır. Kimse seçilmiş değildir, ona rağmen birileri nasıl oluyor da kendileri kurtulmuş oluyor? Ayrıca sözüm ona o kurtulmuş kabul edilenler, nasıl oluyor da kendilerine tabi olanları da kurtarıyor? Hiç akletmez misiniz? (Saffat-138). Bu gidişat nereye? (Tekvir-26).