Ülkenin ve ülke ekonomisinin geldiği, daha doğrusu getirildiği nokta ortada. Eskiden orta sınıf vardı. Şimdi artık onlar da kalmadı. Herkes hücrelerine kadar hissetmeye başladı yoksulluğu. Eminim Avrupa kıskançlıktan ortadan ikiye bölünmüştür. Yaklaşık yarım asırdır Türkiye gelişmekte olan ülke sınıfında. Ne hikmetse bir türlü gelişemedi. Avrupa’nın durumu belli. Kıskançlıktan mosmor oldu. Peki ama ya diğer ülkeler ile Türkiye karşılaştırıldığında acaba neredeyiz hiç düşündünüz mü? Hadi gelin buna da beraber bakalım. Dünya Sefalet Endeksi diye bir veri var mesela. Hiç duydunuz mu bilmem? Nedir bu endeks, nasıl hesaplanır? Ülkedeki enflasyon ile işsizliği toplayarak bulunuyor bu veri. Uzun yıllardan beri seri başı olan iki ülke vardı. Venezuela ve Zimbabwe. Hiç kimse bu lisenin değişeceğine ihtimal vermiyordu. Ta ki kendine ilk 10 ekonomi içinde yer bulmak isteyen Türkiye ortaya çıkana kadar. Şimdi sıkı durun. Türkiye bu göstergede liderlik koltuğuna oturdu. Dünyanın en sefil ülkesi oldu. Türkiye, ekim ayı itibarıyla puanını 95.1’e yükseltti ve nihayet Arjantin’i sollamayı başardı. Merak eden varsa söyleyeyim. Aynı dönem içinde Arjantin’in puanı 89.9 olarak gerçekleşti. Güney Afrika puanı 41.4 olarak gerçekleşti. Keşke şahlanan ekonomiden bahsedenler bundan da bahsetselerdi.
Bütün bu rezillik içinde yüzleri kızarmadan çıkıp önümüzdeki yüzyıl ‘’Türkiye Yüzyılı’’ olacak demezler mi? Yalanın kuyruklusunu da hiç görmedim. Geçen 20 yıl neydi ki geriye kalan 80 yıldan umut bekleyelim. Ocak – Ekim döneminde hem dış ticarette hem de ithalat kaleminde rekorlar kırıldı. Halbuki promterdan ne güzel okuyarak anlatıyorlardı. Yapılmak istenen şuydu: Türk Lirası önce değersizleştirilecek. Buna bağlı olarak ihracat artacak ve döviz bolluğu yaşanacaktı ama tutmadı. Yaklaşan bir seçim süreci var. Olacak durumu şimdiden söyleyeyim. Harcamalar artacak. Para basılacak. Bunun sonunda enflasyon artacak. Türk Lirası daha da değersizleştirilecek. İhracat miktar bazında artsa da değer bazında azalacak. İthalat pahalılaşacak. Dolasıyla ülke bir süre sonra yine döviz kuru, enflasyon ve cari açık ile baş başa kalacak. Baskılanmış döviz Türk mallarını pahalılaştıracak. Dolasıyla fark da açılacak.
Bu işin bir tarafı. Diğer tarafını görmek için iç piyasaya bakmak lazım. Malum yıl sonu yaklaşıyor. Şirketler karlılık düzeylerini açıklamaya başladı. Muhteşem karlar. Aslında bu enflasyon ortamında çok görmüyorum ancak bir terslik var bu işte. TÜİK verisine göre enflasyon yüzde 85. Üretici enflasyonu yüzde 160’a merdiven dayadı neredeyse. Bunun anlamı şudur aslında: Üreticiler yüksek maliyetle üretim yapmak zorunda kalıyor. Bunu fiyatlara yansıtıyorlar. Akıllara gelen ilk soru şu olmalı: Peki ama şirketler, bu kadar yüksek maliyetlerin olduğu bir ortam da nasıl kar elde etmeyi başarıyorlar? Önceleri salgın her şeyin sebebiydi. Salgın bitti. Şimdi küresel ekonomik bozulmalarmış bizim ekonomideki bozulmanın sebebi. Teflon tava gibiler. Üzerlerine de hiçbir şey yapışmıyor. Türk Lirası döviz karısında nasıl bu kadar değersizleşti? Döviz kuru nasıl bu kadar arttı? Milyarlarca dolar satılmasına rağmen kur artışı neden önlemedi? Öyle bir anlatılıyor ki topluma, bütün bunlar sanki kendiliğinden olan doğa olayı. İktisatta beklentiler elbette önemlidir. Alınacak ekonomik kararları şekillendirir. Bu beklentiler Nas ile, Onların doları varsa bizim de Allah’ımız var ile şekillenmez. Para ve Maliye politikaları eş güdümlü uygulanırsa ancak bir sonuca ulaşılabilir.
BU ANLAYIŞ VE YÖNETİM İLE; BIRAKIN İLK 10 ÜLKE ARASINDA GİRİP ŞAHLANMAYI, AFRİKA ÜLKESİNE DÖNMEZSEK İYİDİR.