Bizim kuşak iyi bilir de, gençler bilir mi bilmem? Ama sorun değil! Eğer "Semerci nedir?" diye sorarsanız, bilgiye ulaşmayı ise bizim kuşağa göre onlar çok daha iyi bildiği için hemen araştırıp bulur ve geri dönüş yaparlar aslında... Fakat Hayati hocalarının anlatımıyla küçük bir farkındalık oluşturmak isterim hayatlarında...
Eşeklerin taşımacılıkta kullanılırken üzerine giydirildiği kıyafete semer denir. O semeri inşa eden, üreten ve satan zanaatkâr ustasına ve esnafına da "Semerci" denir. Tarihin evrimsel süreci içerisinde varlığını sürdüremeyip, hatırası anlatılacak nostaljik bir meslek olarak kalmıştır semercilik! Bir eğitimci olarak bize de yâd etmek ve hakkını teslim etmek düşer...
Hatta Semerci'nin bir üst versiyonu, daha doğrusu üst klasmanı da "Saraç" olarak adlandırılır. Semerciler bir nevi kaba işçilik yaparken, Saraçlar ise ince işçilik yapar anlayacağınız! Çünkü Saraçlıkta süsleme de devreye girer. Deriye, incik boncuk ve mücevher işlemeleri ile adeta can katarlar. Bu defa atlar başta olmak üzere koşu hayvanlarına podyum kıyafeti niteliğinde kostümler diker onlar. Bir dantel zarafetinde ilmek ilmek işlenmiş koşu takımları, eyer, gerdanlık, at gözlüğü, heybe üretirler. Bir nevi modacı ve stilist gibidirler. İşin içinde süs ve fiyaka olduğu için Saraçlar bizzat insan için bile üretim yapar. Ve bavul, çanta, kemer, kispet vs üretirler! Bildiğim kadarıyla tarihin evrimsel sürecine direne direne varlıklarını devam ettiriyor Saraçlar. Umarım direnişleri, içimizdeki ılık ve cacık insanlara rol model olur!
Zamanın behrinde ilçenin birinde; salla pati iş yapan, işçilikten ve malzemeden çalarak kısa sürede çok sayıda semer üreten bir Semerci varmış. Allah'ım bu kadar mı kötü ürünler üretilir! Onun ürettiği semerleri giyinen ilçenin bütün eşeklerinin sırtı kan revan içinde kalırmış. Zamanla kanamalar dursa da, eşeklerin sırtı -protez dişe alışan ağız- gibi o kıyafete mecburen alışırmış! Fakat sırtlarındaki yara bere gider mi hiç? Ne mümkün!
O ilçenin eşekleri başka ilçelere taşımacılık yaptıklarında konakladıkları Kervansaray'ların ağıllarında diğer eşeklerle hasbihal ederken, herkes onların hangi ilçeden geldiğini bilirmiş artık? O derece nam salmışlar! Fakat hallerine üzülseler mi, yoksa reklamın kötüsü olmaz diye sevinseler mi orayı bir türlü kestiremiyorlarmış! O dönemler her ne kadar bu denli bilgi kirliliği ve medya yönlendirmesi olmasa da -insan işte- der gibi; “Hayvan işte ne yapsın! -Ünlü oldunuz- diye gaz verince akılları başlarından gidiyormuş.” diye teşhis koyasım geliyor benim de...
"Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye!" atasözü belki de bu buluşmalardan birinde doğmuştur hah, kim bilir?
Sırtı yara bere içinde olan genç eşek, yine ilçeler arası bir taşımacılıkta, daha önceden de karşılaştığı ve sohbetinden çok hoşlandığı komşu ilçenin bilge eşeği ile yine yan yana bağlanmış ağılda! Bu defa sevinç ve coşku içinde sohbet etme hazırlığında olan genç eşek ile bilge arasında şu diyalog geçer:
-Efendim sizin karşınızda hep ezik büzük kalır ve sürekli sırtımın yaralarından şikayet ederdim. Semerim, anamdan emdiğim sütü burnundan getirir derdim değil mi? Demiş genç eşek.
-Hatırlamaz olur muyum? Ben de sana "Alışırsın evlat. Dur hele daha yaşın çok genç ve neler göreceksin neler? Derdim. Diye karşılık vermiş bilge eşek.
-Artık öyle hayıflanmak yok. Çok şükür kurtulduk o, sadece daha çok para kazanmayı düşünen kapitalist, paragöz ve zalim semerciden! O öldü ve biz de selamete erdik artık çok şükür, biliyor musun? Demiş genç eşek, bir de sevinç anırması patlatarak...
Onun anırmasının sonlanması ile sözünün bitmesini ve sevincinin dinginliğe erişmesini bekleyen bilge eşek her zamanki soğukkanlılığıyla;
-Aman be oğlum, büyüyorsun fakat sen hâlâ tecrübe edinmemişsin! Biz eşek olduktan sonra, sırtımıza semer vuran hiç bitmeyecek! Tecrübeli semercinin ürettiği semere alışkın olan sırtın, şimdi bir de yeni semercinin semerlerine alışırken kanayacak. Siz şimdi bunca işin arasında bir de yeni semercinin acemiliğini çıkaracaksınız! Demiş...
İmamoğlu, “Junior Erdoğan” olarak, aynı onun olduğu gibi İBB'den başladı koşuya! Aynı yöntemler ve aynı ayak izlerine basarak koşuyor! Bir de Belediye çalışanı diye araya sızdırılmış bal gibi istihbarat elemanı kadının tutuklanmasına yönelik adli(!) ceza İmamoğlu’na kesildi mi? Puzzle’ın parçaları tamamlanacak demektir! Ona da ramak kaldı. Kendisi resmen olmasa bile realist ve popülist bir şekilde bal gibi Cumhurbaşkanlığı adaylığını ilan etti ve mitinglerine start verdi... Hem Saray'a, hem de Kılıçdaroğlu'na iyi de mesaj veriyor şimdi Allah var!... Saray'a karşı -korkmaya gerek yok, senin gibiyim ve sendenim- selamı ile yumuşak geçiş yapacağız mesajı veriyor. Kılıçdaroğlu'na karşı da -İnönü’ye karşı Ecevit modeli ile kararlıyım ve itaatkar değilim- mesajı veriyor.
Ha, “Depremzedelere ziyaret diye gittiği Elazığ’dan Palandöken tatiline kayış, başkanı olduğu şehirde yaşanan sel felaketinde Bodrum'a tatile gitmesi! Şehri karlar altındayken ise kar tatili yapar gibi özel lokanta caddelerini temizletip, İngiliz Büyükelçisiyle balık yemesi!” örneklikleri ile aslında kırdığı yumurta çoktan kırkı geçen İmamoğlu için seçmen ne der? Onu hep birlikte göreceğiz…
-Nedir sizdeki bu tatil aşkı diye soranlara da -Ben aile babasıyım, çocuklarımın bu yaşlarına bir daha tanıklık edemeyeceğim! Belediye başkanı oldum diye çocuklarımı ve ailemi o duygulardan mahrum bırakamam!- türünde ajitasyonla karşılık verme pişkinliği de işin cabası.
-O zaman İstanbul’un babalığına soyunmayacaktınız. Oturup evinizde çocuk sevecektiniz efendim! Diye ona cevap veremeyen yandaş gazetecileri ve iletişimcileri var onun da!
Aday olursa, eleştirdiğimiz sivil vesayet yapılaşmasında mevcuttan hiç farkı olmayan bir görüntü çizen İmamoğlu’na halk -buyur biraz da sen bizi yönet- diyecek mi, onu hep birlikte göreceğiz? Kısaca yukarıda anlattığım hikaye gereği halk, “Yaşasın yeni semerci diye sevinir mi, yoksa işim gücüm yok da tecrübelisi varken acemi eğitmeye ne gerek var!” mı der? Onu göreceğiz!
Yeterince bilge olduğumu düşünmesem de naçizane ben, "Aklımızla alay eden iktidardan kurtulalım derken; Nagihan Alçı'yı, Ertuğrul Özkök'ü, Akif Beki'yi akredite edinmiş bir Semercinin aklımızı hiçe sayarak tıpış tıpış bana geleceksiniz!" davetine nanik yapmayı çok iyi bilirim!
Ayrıca eleştirilere karşı özür dilemek şöyle dursun, utanmadan "Alışacaksınız, ben nelere alışıyorum! Bir dahaki sefere Abdulkadir Selvi'yi de davet edeceğim!" pişkinliğiyle cevap vermesi, kendisinin tam bir proje olduğunu kanıtlamıştır.
Kendisinde hazımsızlık ve sindirim problemi olmayabilir ama bizim midemiz kaldırmıyor kardeş!
Oldu olacak, bir de Fesli Kadir'in kabrine ziyarete git ve "Seni özlem, hasret ve rahmetle anıyoruz Reis." deyiver de, bütün olanların üzerine tüy dik ne olursun İmamoğlu!