Gelişmiş, kurum ve kuralları oturmuş kaliteli toplumlarda siyasetin dili son derece nezih ve saygılıdır.
Saygılı olmak ve saygı göstermek, kişinin karşısındakinden ziyade, önce kendisine karşı takınması gereken bir tavırdır. Gelişmişlik ve eğitimli olmak bunu gerektirir. Olayın bu boyutunu ıskaladığımızda bu defa saygıyı karşıdan bekler ve ona göre kendimizi şekillendiririz.
Bu tarz bir iletişim ve yakınlaşma vasat bir demokrasiyi doğurur. O vasat da içerisinde gizli bir otoriterlik barındırır. Böyle ortamlarda toplum demokrasiden uzaklaşarak totaliterleşmeye, demokratik atmosferin kazanımlarından istifade ederek gücü eline alanlar ise antidemokrat bir kimlikle otoriter olmaya başlarlar. Yönetici erk, makama göre pek çok şeyi hakaret kabul ederken, kendilerinden karşıya yansıyan pek çok şeyi ise mubah sayabilirler!
Bugün Ülkenin en başındaki zattan itibaren domino etkisiyle, iktidar ve muhalefet cihetinden, neredeyse bütün siyasetçileri kapsar şekilde tezahür eden kirli siyaset dili, temel olarak bu gerçekliğe dayanıyor. Yetkililer makamı işaret ederek, o kalkanın arkasına sığınıyor ve karşı tarafı “Senin makama saygın yok mu?” kontra atakları ile sürekli -hakaret etti- pozisyonuna düşürüyor. Bunun yanında, bulundukları makamın gereği olarak, tarafsız kalmaları gereken hususlarda dahi -bizim siyasi kimliğimiz yok mu?- diye pervasızca açıklamalar yapabiliyorlar. Hatta yer yer bürokrasinin dili dahi kirlenmektedir. Ülkede güç zehirlenmesinin bir yansıması olarak siyasi etik ve ahlak kirliliği ilk önce dile yansımaktadır. Açılan tazminat davlarına bakın, kahir ekseriyeti öyledir. Hele bir de yargı iktidarın emrine amade olmuşsa, değmeyin kralların keyfine…
Bu açıklamalarımdan sonra kestirmeden ve ilk etapta kanaatimi dile getirerek mevzuya dalayım! Bir saniye dahi koltuğunda oturmaması, oturamaması ve dahi oturtulmaması gereken bir kişi olan Süleyman Soylu, üzülerek belirtmem gerekirse halen İçişleri Bakanı’dır.
Ben bu kanıyı, son olarak Ümit Özdağ için kullandığı küfür, hakaret ve aşağılama sözcüklerine istinaden besleyen biri kişi değilim. Çok öncesinden o makamı boşaltması gerektiğine inananlardanım. İcrayı mesuliyetine dair onlarca kötü emare var ki, bir kaçını hemen sizinle paylaşayım!
+Bir kere mafya liderinden aylık 10 bin dolar maaş alan siyasi kim? Bunu bizzat İçişleri Bakanı olarak bir TV kanalında kendisi dillendirdi. Bu beyandaki suçlama aynı zamanda çok yönlü bir temizlenme gerektiren kirliliği ortaya koymuyor mu? Şöyle ki;
1-Savcılar neden harekete geçmedi daha doğrusu geçemedi ve sorgulama başlamadı?
2-TBMM Başkanı’nın bizzat kendisi, Meclisin ve Milletvekillerinin şahsi manevisinin töhmet altında kalmaması için neden adli ve idari soruşturma ve kovuşturma başlatmadı?
3-Cumhurbaşkanı olaya neden el koymadı? Onun olaya müdahil olmaması kendisi hakkında bir takım gizli bilgi ve belgelerin Soylu’nun elinde tutulduğu savını güçlendirmiş olmuyor mu? Ayrıca kendisinin veya Partisinin şahsi menfaatlerini ülke çıkarlarının önünde tuttuğunun bir göstergesi olmuyor mu?
+Soylu’nun Emniyet içerisinde polis ve sivil memurlar dışında, dışardan atama yaparak sivil bilişim uzmanlarından oluşturduğu, doğrudan kendisine bağlı izleme ve dinleme birimlerini de bünyesinde barındıran özel bir istihbarat ağı kurduğu iddiaları hakkında neden suskun kalıyor ve neden şeffaflık yok?
+Kurduğu o istihbarat ağıyla yasadışı izlemeler yapmasının hukuki bir müeyyidesi olmayacak mı? Ve kimleri neden dinlettirir ve izlettirir acaba? Bu konular niye açıklığa kavuşmaz? İstihbarat ve polis devleti olduk da haberimiz mi yok?
+Kendisi, Yürütme erkine dahil birisi iken neden siyaset yapıyor ve siyasete alet oluyor? Bir siyasi partinin genel başkanı ya da sözcüsü gibi davranıyor? Bakan olarak kendi icra alanlarıyla ilgili konularda sorulan çok teknik sorulara dahi -vatan bölünmeyecek, ezan susmayacak, devletimizin bekası için her şeyi yaparız, … mahiyetinde- hamaset sözcükleriyle cevap veriyor?
+Kendisi devletin imkanlarını kullanarak seçimlerde neden bir siyasetçi gibi il, ilçe, belde dolaşarak oy istiyor? Üstelik seçim sathı mahalline girildiğinde istifa etmesi ve yerine bağımsız bakan atanması yasal zorunluluk olan bir bakanlık koltuğunda oturduğu halde, neden bu denli pervasız ve hukuksuz davranıyor?
+“Siz dilediğiniz gibi yapın, yıkın hukuksal düzenleme arkanızdan gelir!” gibi bir cümleyi kim kurar? Diye, biraz aklı başında bir çocuğa sorsanız, emin olun size -mafya babası- diye cevap verecekken, bu cümleleri İçişleri Bakanı olan bir zat kurabiliyor bu ülkede! Biz, millet olarak bu utancı yaşamayı hak ediyor muyuz?
+Uyuşturucu kaçakçıları, dolandırıcılar, sahtekarlar hiç mi sekmeden kendisiyle boy boy fotoğraflar yayınlar? Bunlarda kendisinin hiç mi hatası ve kusuru yok? O sahtekar gruba ailesinden en yakınlar neden dahil olur? O durumdan haberi olduğu anda neden gereğini yapmaz?
+Sezgin Baran Korkmaz, Korkmaz Karaca, Sedat Peker ile ilişkileri ortaya saçılmayı bırakın, kırıntısı yansısa, bir ülkede İçişleri Bakanı koltuğunda oturabilir mi? Neden hala o koltuğu işgal ediyor? Ayrıca Sayın Cumhurbaşkanı da neden gereğini yapmıyor veya yapamıyor mu acaba? Demokratik bir ülkede bu sorular yanıtsız kalabilir mi?
+Kendisinin sigorta şirketinin iş hacmi ve kazancı İçişleri Bakanı olduktan sonra nasıl bu kadar artar? Devletin, Belediyelerin bizzat kendi araçları ya da iştirakli olduğu firmaların araçlarından acaba hangileri Soylu’nun sigorta şirketi üzerinden sigortalattırılmıştır? Burada devletin zarara uğratılması var mıdır? Ya da zarara uğratılmamış olsa bile, bu eylem görevi kötüye kullanmak değil midir, etik midir?
+Kendisi -güvenlikle ilgili bir makale dahi okumadım- diyen bir kişi olarak, ülke sınırlarını kevgire dönüştürmüş bir bakan olarak, sığınmacılar için “Onların ataları da Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında bize yardım etti. Biz de Moğol steplerinden gelmedik mi? Onları sınır dışı edemememizin nedeni, pasaportlarını yırtmış olmalarıdır!” gibi ipe sapa gelmez cümleler kuran bir kişi olarak çırpındıkça daha da batan bir bakan değil midir?
+Bu açıklamaları ile liyakatsiz olduğunu kabul etmiş, tarih ve kültürel mirastan uzak olduğunu açığa vurmuş bir kişi değil midir? O halde İçişleri Bakanı olarak bir saniye dahi o koltukta oturmaması ve derhal istifa etmesi gerekmez mi, pardon affını istemesi gerekmez mi?
Atalarımıza üzerinde yaşadığımız ve vatan edindiğimiz bu toprakları kimse altın tepside sunmadı. Ayrıca elini kolunu sallayarak da bu topraklara gelmediler. Kaldı ki, kaç nesildir artık biz, bir yerlerden gelmedik bu topraklarda doğduk. Kendisi öyle açıklamalar yaparak aklımızın üzerini örtmeye kalkışmasın!
Son olarak Ümit Özdağ için kullandığı küfür ve hakaret dolu sözcükler zaten son derece iğrenç değil miydi? Sokakta sıradan insanlar dahi o cümleleri birbirlerine kullansa, Allah muhafaza, cinayet çıkar türden değil mi o cümleler? Bu ne ahlaksızlık, bu ne ayarsızlık ve şirazesi kaymışlık? Kullanılan o sözleri buraya taşıyarak sayfamın kirlenmesine izin vermek istemiyorum. Ümit Özdağ için de; “Sakin olsaydı ve o şekilde karşılık vermeseydi!” demiyorum. Olayın gerçekleşmesi sürecinde -Yapması gerekeni yapmıştır- diye bakıyorum. “Tek başıma ve silahsız…” beyanı ile provokasyonların önüne geçtiğini düşünüyorum. Aksi halde, belki de hedeflenen sokak çatışmalarına davetiye çıkaran bir eylem olabilirdi! Ben Soylu’nun o açıklamaları sıradan ve spontane gelişerek yaptığını düşünmüyorum. Eylem günü İçişleri Bakanlığı binası önüne Sokak Hayvanlarını İzleme Birimine ait resmi aracı çektirmesinden, akabinde bazı bakanların ve Cumhurbaşkanı yardımcısının kendisini makamında ziyaret etmesinden dolayı bu olayın rastgele gelişmediğini rahatlıkla anlayabiliyorum. Buna rağmen bazı siyasetçilerin ve yazarçizer taifenin “Kötü bir senaryo ile karşılıklı tiyatro oynanıyor!” tarzında yorumlarını da son derece saçma ve anlamsız bulduğumu belirtmeliyim!
Bir dahaki sunumumda, halkın sokak çatışmalarına çekilmesine yönelik ve Ümit Özdağ’a yönelik bazı çekinceleri dile getirmek üzere, bugün aranızdan ayrılayım izninizle!
Selametle kalın efendim…