Millet olarak biz: -Mahalle bakkalına, market demeyi;-Mütevazı bir markete, süpermarket demeyi;-Küçücük bir otele, hotel demeyi;-Bir hotele, Grande hotel demeyi;-Ufakcık bir tamirhaneye, ... Hastanesi demeyi;-Normal bir konfeksiyon atölyesine, giyim sanayi demeyi;-Küçük bir mağazaya, … Dünyası demeyi;-Sıradan bir büroya, ofis demeyi;-Bir anonim şirkete, holding demeyi;-Arabamıza, yer uçağı demeyi;-Pazarda sattığımız üzümü, kavunu, -bal bunlar bal, bal- diye satmayı çok severiz.
Bu masum gözüken yanıltıcı ve yanlış beyanların iliklerimize kadar işlediğinin ve özünde yalan söylemeyi bir hayat felsefesi haline getirmemizin nedeni olduğunu hiç düşünmeyiz biz! Oysa dilimize pelesenk ettiğimiz, ne de güzel beylik sözümüz vardır yine bizim! “Yalan ile iman bir arada bulunmaz!”
Görüyorsunuz değil mi? İki lafın ikisi de bize ait! Ve hayatın tam içinde olduğu için bu öğretinin kuşaklar arası geçişi, yaparak yaşayarak öğretisi çok yüksek bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Eğitim kurumlarında alınan eğitimin gaz kaçakları nerede oluyor? Eğitim işi sadece binalara hapsedilir ve toplumun diğer katmanları o eğitimi desteklemezse, o zaman gerçek hayatta -teorinin pratikte bir karşılığı yok- algısı zihinlere nasıl yerleşiyor? -Her işin başı eğitim- diye kurulan cümlelerdeki haklılık payı, nerelerde erozyona uğruyor? Onların farkına varamıyoruz maalesef!
Yukarıda bahsi geçtiği şekliyle abartılı, hava atmaya ve caka satmaya yönelik eylem ve söylem geliştirmenin psikolojik temelinde ne yatıyor olabilir? Bu noktaya biraz kafa yoralım ve düşünelim mi? -Acaba sürekli geçmişteki başarılarla övünüp, güne dair icraat ve yapıtlarda imzası olmayan bir millet olarak ezikliğimizin üzerini kapatma içgüdümüzün ya da yansıtma dürtümüzün bir doğal sonucu olamaz mı? Eğitim psikolojisi ve sosyolojisi ile ilgilenen bilim insanlarımız bu sorunun cevabını bulmadıkça, sorunun çözümü için önerdiklerini de hayata geçirmedikçe kendimiz çalıp kendimiz oynamaya devam eder dururuz! Realitede hiçbir karşılığı olmamasına rağmen, “Uçuyoruz, kaçıyoruz, lideriz, dünya lideriyiz,…” avuntuları ile geçmişte asılı kalmaya devam ederiz. Fakat emin olun, asılı kaldığımız o ipte çamaşır dahi kurumaz, kurumuyor da…
Sonuç olarak:
İster; “Ateşle oynama, bizimle oyun oynanmaz. Adamın aklını başından alırız biz!” ya da -Türk Milleti- diye adını telaffuz etmekten imtina ettiğimiz son zamanlarda, “Biz büyük bir milletiz, büyük düşünürüz biz, hayallerimiz var bizim!” diye havasını at…
İstersen; Söyleyenin de, söylenenin de yukarda belirtilenlerin doğru olmadığını bilip kanıksamış olarak, -piyasa öyle götürüyor abi, yapacak bir şey yok- diye yalancılık üzere bir dünya kur. İnanmış olmakla ahlak elbisesine ihtiyaç olmadığını düşün. Ya da “Her işin ötesinden geliriz, o iş bizim işimiz.” diye her şeyi yapar gözük! -Hallederiz- evrensel hitabın olsun ama dört başı mamur bir icraat ortaya koyma! Canım gençlerimiz, sevgili yavrularım tercih sizin. Tercihlerinize saygılıyım ama “Şimdiden başınızı öne eğin ve söylediklerimin karşılığı olup olmadığını düşünün ki, sonrasında mahcubiyet yaşayarak başınız öne eğilmesin!..”