1990 yılının sıcak yaz günlerinden biriydi. Rukiye Hanım hafta sonu olduğundan her zaman ki gibi küçük oğlu Engin ile ilgilenip, ev işleriyle uğraşıyor, bir yandan da açık olan televizyondan haberleri dinliyordu. Haber sunucusu Tunceli İli Hozat İlçesi kırsalında teröristlerle girilen çatışma sonucunda Jandarma Astsubay Kıdemli Üstçavuş Enis KARAOĞLU’nun şehit düştüğü haberini anons etti. Rukiye duyduğu haber karşısında dondu kaldı, artık kulakları hiçbir şey duymuyordu. Bir süre öylece kala kaldı. Bir süre kulağında o uğursuz haber yankılandı durdu. Enis KARAOĞLU şehit düştü. Duyduklarım doğrumu? Allah’ım ne olur yanlış duymuş olayım, daha dört aylık hamileyim, ne olur yarabbi, yanlış duymuş olayım, ya doğruysa, gerçekten Enis şehit olmuşsa, yok, yok hayır, kesin yanlış duydum dedi. Hüzün dolu kalbi duracak gibiydi. Sen ölürsen bende ölürüm, yaşayamam Enis, bırakma sakın bizi, Allah’ım ne olur buna izin verme, ne olur Enis’ime bir şey olmasın, dünyada istediğim tek şey duyduğum kara haberin doğru olmaması, ne olur Allah’ım dedi. Henüz beş yaşındaki oğlu Engin’e sımsıkı sarıldı. Biran gözleri masada duran telefona takıldı. Telefon edip anneme sormalıyım annemde duydu mu ki! Diye geçirdi içinden, ancak bir türlü cesaretini toplayıp, telefona dokunamıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı. Dizleri tutmuyordu, dizlerinde sanki hayat belirtisi yok gibiydi. Yığılıp kaldığı o yerde ne kadar oturdu, o kara haberi duyalı ne kadar zaman geçti hiçbir şey bilmiyordu. Rukiye, sanki yaşamıyordu, İçine düşen ateş, kalbini lime, lime etti, binlerce bıçak saplandı sanki göğsüne, acıdan uğuldayan kulaklarına derinlerden acı, acı bir ses geldiğini işitti. Telefon sesiydi bu, ancak telefona bakmak için bir türlü cesaretini toplayamıyordu. Küçük Engin annesinin kucağından kalkıp, telefona cevap verdi. Alo, ben Engin, telefondaki babaannesiydi. Üzüntülü, yorgun ve bitkindi. Ağlayarak, yavruuum, Engin’iiim Kara gözlüm diye bir haykırışla hıçkırıklara boğuldu. Yavrum, güzel oğlum, bahtsız yavrum telefonu annene ver canım diye bildi? Engin, babaanne neden ağlıyorsun? Bir şey mi oldu? Yok, oğlum, bir şey yok çocuğum, Enginim annene ver hadi telefonu güzel oğlumun yavrusu, yavrum benim dedi ağlayarak Engin, anne babaannem telefonda ağlıyor, seni telefona istiyor dedi. Rukiye, ölümcül bir fısıltıyla demek ki doğru, sevdiğim, can yoldaşım, biricik eşim, çocuklarımın babası Enis’im dedi. Yutkundu, düğüm, düğüm oldu, boğazı,kalbi duracak gibiydi. Kolları tutmuyordu. zar, zor nefes alabiliyordu. Doğruymuş diye geçirdi içinden. Boş, boş bakıyor ağlayamıyordu bir türlü. Enis’in, öldüğü, bir daha görmeyecek olduğu ve şehit olduğu haberi beynini kemiriyordu. Engin’se elinde telefon bekliyordu. Rukiye yığılıp kaldığı o yerden, zorlada olsa kalkıp, telefonda bekleyen kayınvalidesi Halise hanıma cevap vermek için telefonun ahizesin aldı eline, bir hayli uğraştı ancak konuşamıyordu. Rukiye’nin sesi bir türlü çıkmıyordu. Karşısındaki sesin sahibi kızım Rukiye’m, güzel gelinim, yavrum, güzel kuzum diyor hıçkırıklara boğuluyordu.
Terör insanların en yakınlarını hiç istemedikleri bilmedikleri tahmin bile etmedikleri bir zamanda ailesinden sevgililerinden, eşlerinden, koparan bir kötülüktür. Hiç bir çocuğun babasız kalmamasını ve hiç bir kadının evladını, eşini, sevilisini teröre kurban vermemesini dilerim.