Yıllardan beri konuşulan temel sorunlar vardı Türkiye ekonomisinde. Cari açık, bütçe açığı, ithalat gibi. Her ne kadar zaman içerinde bu sorunları çözmek için adım atılsa da maalesef uzun yıllardan beri çözülemeyen ve her geçen gün daha da büyüyerek karşımıza çıkan sorun olarak önümüzde duruyor. Hadi şimdi gelin bu sorunların nasıl doğduğuna kronolojik olarak bakalım:
1-1920 - 1946
Birinci Dünya Savaşı’nın etkileri İstanbul’dan Anadolu’ya, imparatorluğun birçok bölgesinde derinden hissedildi. Savaş boyunca İstanbul’da fiyatlarda yıllık %200’lere varan artışlar ve asgari ihtiyaçlara erişimde ciddi sıkıntılar yaşandı. Kurtuluş mücadelesinin ardından yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti para politikasında kısıtlı araçlarla, fiyat istikrarını sağlamaya çalıştı. Türk Lirası’nın değerini korumaya odaklanan ve bütçe denkliği ilkesinden sapmama gayretinde olan Atatürk dönemi para politikalarıyla, fiyat düzeylerinde savaş dönemine oranla gerileme sağlandı. Eylül-Ekim 1929’da, New York borsası hisse fiyatlarında yaşanan büyük düşüş, kısa ve uzun vadede küresel ekonomiyi etkiledi. Büyük Buhran olarak anılan kriz ile 1932’ye dek dünyada üretim %15 oranında düştü. 1930’lar, Türkiye için Büyük Buhran’ın etkilerinin yanı sıra, ekonomik atılım yılları oldular. Devlet eliyle yerli üretim ve tüketimin teşvik edildiği, özel sektörün gelişimi için önemli girişimlerin gerçekleştirildiği bu yıllar, 1930’da ilk Devlet Bankası’nın (ileride Merkez Bankası) kurulması ve böylece para politikaları adına temel adımın atılmasıyla başladı. II. Dünya Savaşı’nın başlangıç yılı olan 1939, Cumhuriyetin ilk arz-talep ilişkisiyle tetiklenen yüksek enflasyon oranının ölçüldüğü yıl oldu. Savaş boyunca talep ve üretimde yaşanan büyük düşüşe karşılık para arzında yaşanan büyüme ile tetiklenen enflasyon, Türkiye’de 1940-43 arasında en yüksek seviyesine ulaştı.
2- 1950’ler, 60’lar
II. Dünya Savaşı’nın ardından oluşan iki kutuplu politik atmosferde Türkiye Batı Bloğu’nun yanında yer aldı; rekabetçi çok partili sisteme geçiş, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve NATO üyelikleri peş peşe geldi. Gelecekte Türkiye’nin para politikalarını önemli ölçüde etkileyecek olan IMF üyeliğinin ilk sonuçları da bu sırada, 7 Eylül 1946’da alınan ilk devalüasyon kararıyla gözlemlendi. Bu karar ile enflasyonda bir gerileme yaşandı. 1950’lerin ilk yılları düşük enflasyon oranlarıyla geçse de, serbest piyasa ekonomisine geçiş hedefi; kısa vadeli ticari borçların faizlerinin ödenememesi ve yeni borçların alınamaması üzerine, yerini günlük piyasa müdahalelerine bıraktı. Merkez Bankası’nın kısa vadeli döviz borçları giderek yükseldi, kredili ithalat uygulamaları sonunda Türkiye dış ticareti de büyük açıklar vermeye ve borçlarını ödeyememeye başladı. 1957’den sonra hızla artan fiyatlar ile tekrar başlayan yüksek enflasyon sonucu, 1958’de IMF ile yeni bir anlaşma yapıldı ve ikinci devalüasyon kararı alındı.
3- 1970 – 1980 dönemi
Hedeflenip gerçekleştirilemeyen serbest piyasa ekonomisi fikri, 1970’ler kapanana dek yerini içe dönük ekonomi ve ithal ikameci sanayileşme girişimlerine bıraktı. 1957’nin yüksek enflasyon oranlarından sonra, sıradaki kriz 1973-74 arasında yaşanan petrol fiyatlarında yaşanan şok değişimlerin tetiklemesiyle gerçekleşti. Türkiye, bu tarihten itibaren ekonomik durgunluğa ve giderek artan fiyatlar ile yeniden yüksek enflasyon oranları altında yaşadığı bir sürece girdi. 1978-79’da, hem fiyat istikrarı konusunda, hem sosyal ve siyasi ölçeklerde büyük krizler yaşandı, enflasyon üç haneli rakamlara tırmandı. Bu dönem ekonomide ‘yapısal bir kriz’ yaşandığı yönünde genel kabulün ardından, 1980’den itibaren kurumları ve para politikalarıyla Türkiye, ‘geniş yapısal reformlara girişti. 1980 öncesi Türkiye’de enflasyon %100’ü aşmak ve tarihi bir rekor kırmak üzereyken, bir ödemeler dengesi krizi de yaşanıyordu. Bu ortamda Türkiye’nin içe dönük kalkınma stratejisi, 24 Ocak 1980’de alınan ekonomik kararlar ile terk edildi. 1980 İstikrar ve Liberalizasyon Programı ile kademeli olarak serbest piyasaya dayalı reformlar uygulanmaya başladı. Mayıs 1980’de yıllık fiyat artışları %140’tan %33’e düşmüş olarak ölçüldü. 1980’den 1983’e dek ekonomide yükselme eğilimine giren büyüme oranları, bu tarihten itibaren dengesini yitirdi, enflasyon da yeniden artışa geçti. 1980’ler boyu fiyatlar ortalama olarak her yıl %46 artışa uğradı.
4-1990-2000 dönemi
1990’lar, Türkiye ekonomisine siyasi istikrarsızlıkların ve dış ekonomik tetikleyicilerin damga vurduğu yıllar oldular. Bu dönemde bütçe açıkları ve iç borçlanma faiz oranları rekor artışlar kaydetti. Kamu sektöründe de ciddi borçlanmaların kaydedildiği bu yıllarda enflasyon da tetikleyiciler eşliğinde sürekli olarak artmaya başladı. Türkiye’nin yıllardır karşı karşıya olduğu enflasyon olgusu, bu yıllarda önlenemeyen artışıyla bir ‘canavar’ olarak anılmaya başladı. 1994’te yaşanan krizin ardından 1995, ‘98 ve 2000’de, enflasyonu düşürme hedefini taşıyan ekonomik önlem ve istikrar paketleri peş peşe uygulamaya girse de, 2004’e kadar yıllık enflasyon oranı %25’in altına inmedi. 2000’ler, başarısız ekonomik istikrar paketlerinin ardından, bankacılık sektöründe yaşanan sorunların 2001 ekonomik krizini tetiklemesiyle başladı. Türkiye’de kronikleşen ve ekonomik krizler ile derinleşen yüksek enflasyon sorununun çözümü, IMF ile yeni bir anlaşmada arandı. Dünya Bankası Eski Başkan Yardımcısı Kemal Derviş, Ekonomiden Sorumlu Bakan olarak görevlendirildi. Derviş önderliğinde yeni ekonomi programının ana hedeflerinden biri, ‘90’larda ödeme dengesizlikleri derinleşen kamuda mali disiplinin sağlanmasıydı. Yeni ekonomi politikaları ile Türk Lirası nihayet dalgalı kur rejimine geçti, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını sağlayan ve bu bağımsızlığı koruyacak yeni bir yasa yürürlüğe alındı ve Merkez Bankası’ndan Devlet Hazinesi’ne tahsis edilen hazine avansı tamamen kaldırıldı.