?>

Yarım Kalan Umutlar

Ali AŞILI

7 saat önce

Mehmet, Çorum’un Öbektaş köyünde büyürken, doğanın kucağına teslim olmuş bir çocuktu. Rüzgârların fısıltısı onun hayallerini yeşertir, köy yaşamının huzurlu dokusunda çocukluğun masumiyetine dair hayaller can bulurdu. Ancak köy hayatındaki bu dingin ve Mehmetin hayallerinde oluşturduğu huzurlu manzara, Mehmet’in anne ve babasının bir türlü son bulmayan kavga ve anlaşmazlıkları, evin sıcaklığını gölgeleyen kara bulutlar gibiydi. Zamanla bu tartışmalar dayanılmaz bir hal alıyor. Mehmet ve kardeşlerinin küçük dünyalarını alt üst ediyordu. Bir gün, annesi ve kardeşleri, babasıyla yaşanan büyük bir tartışmanın ardından Ankara’ya dedelerinin yanına gitmek zorunda kaldılar. (Mehmet’in annesi Safiye hanım ankara’da doğup, büyümüş eğitimli bir kadındı. Mehmet’in babası Mahmut beyle teyze çocuğuydu. İstemeden, sevmeden aile zoruyla evlenmişlerdi.) Mehmet, babasının yanında kalmayı tercih etmişti. Babasına destek olmak istiyor, aynı zamanda annesinin de kendisinin hasretine dayanamayarak geri döneceğini umuyordu. Ancak bu karar, Mehmet için ağır bir yük ve derin bir yalnızlık anlamına geliyordu. Köyde geçen günlerde Mehmet, geçmişte yaşadıkları bazı neşeli akşamları sık sık hatırlıyordu. Annesi ve kardeşlerinin özlemi burnunda tütüyordu. Bazı zamanlar yatmadan önce kardeşlerinin kahkahalarını, annesinin Mehmet diye seslenişini düşünerek, derin bir hüzünle doluyor sessizce içten içe ağlıyordu. Allah’a duaar ediyor ve dualarında hep ailesinin yeniden bir araya gelmesini diliyordu. Bu, onun küçük ama güçlü kalbinin en büyük arzusu hâline gelmişti.

Zaman ilerledikçe annesi, Mehmet’i çok özlemiş Mehmet’i de yanına almak için çağırmıştı. Ancak Mehmet, babasını yalnız bırakırsa başına bir şey gelmesinden korkuyordu. Babasına olan sevgisi ve endişesi, onu annesinin teklifini reddetmeye yönlendirdi. Babasının yanında kalarak onun yalnızlığını paylaşmayı ve bu şekilde annesinin kendisini çok özleyeceğini ve bu özleme dayanamayarak geri döneceğini düşünüyordu. Fakat annesi babasına boşanma davası açmış ve dönülmez bir yola girmişti. Mehmet annesinin boşanma davası açtığını duyunca çok üzüldü. Ancak ne yapacağını bilemiyordu. Telefonda ağlayarak annesine yalvardı. Ne olur anne babama ve ailemize bir şans daha tanı diyor hıçkırıklara boğuluyordu. Annesinin bu tercihi, Mehmet’in küçük omuzlarına ağır bir yük bindirmişti.

Bu süreçte Mehmet, babasının yüzündeki çizgilerde saklı hikâyeleri anlamaya çalışıyordu. Babasının sessiz direnişi, yaşadığı zorlukların birer şahidiydi. Mehmet, masum duaları ve çocukça çabalarıyla bu direnişi paylaşmanın ve babasına destek olmanın yollarını arıyordu.

 

Babasıyla yalnız kalmak, Mehmet için en büyük sorumluluk ve en zorlu sınavdı. Babası, hayatın getirdiği zorlukları sessiz bir azimle omuzlarken, Mehmet bu dayanıklılığın anlamını çözmeye çalışıyordu. Babasının derin çizgilerle dolu yüzü, onun yorgun ama kararlı ruhunun bir aynasıydı. Geceleri köyün sessizliğini dinlerken, Mehmet kendi içindeki seslerle mücadele ederdi: "Acaba ben de babam kadar güçlü olabilir miyim? Annemi ve kardeşlerimi bir daha bir arada görecek miyim?" Diyordu hep,

Yalnız geçen uzun günlerde, Mehmet doğayla güçlü bir bağ kurmuştu. Geceleri köyün serin esen rüzgârları ve yükselen ay ışığı, sanki Mehmet’in tek dostu haline gelmişti. Ay ışığında oturup babasının kendi geçmişinden, çocukluğuna dair anlattığı hikâyeleri dinlerken, onun da bir zamanlar genç ve korkusuz bir Mehmetçik olduğunu fark ederdi. Bu hikâyeler, Mehmet'in içindeki umudu yeşertir. bir kıvılcım olur adeta bir yangın olurdu.

Bir gün, babası tarlada çalışırken Mehmet'e dönüp şöyle dedi: "Evlat, insanın kalbindeki yük ağır olabilir, ama o yük seni hep güçlü kılar. Sen benim umudumsun, biliyor musun?" O anda Mehmet, sadece bir çocuk olmadığını, babasının omuzlarındaki ağır yükü hafifletebilecek bir destek olduğunu hissetti. Artık, aile olmanın, birbirine kenetlenmenin ve baba oğuldan öte babasına sanki bir kardeş olmanın ne anlama geldiğini daha derinden kavrar gibiydi. Bir akşam, güneş Öbektaş Köyü'nün dağlarının ardında kaybolurken, Mehmet ve babası, odanın loş ışığında sessizce oturuyorlardı. Babası, Mehmet’in anlayamayacağı kadar derin düşüncelerle uzaklara dalmış gibiydi. Sigarasını yakmış pencereden dışarıyı izliyordu. Babası aniden, Mehmet’e dönüp gülümsedi; ancak bu gülümsemede bir ağırlık, büyük bir sızı vardı.

“Evlat, bir oyun oynayacağız,” dedi. Bu sözler Mehmet’in gözlerinde bir heyecan uyandırdı. Babasının önerisini, her zamanki neşeli baba, oğul anlarından biri sanmıştı. Ancak babasının bu “oyun” ile ne kastettiğini henüz bilmiyordu.

Babası eski bir elektrikli ısıtıcıyı çıkarıp kablosunu dikkatlice keserken, Mehmet olanları merakla izliyordu. Kabloyu evin içinden merdivenle çıkılan üst kattaki demir korkuluklara bağlayan babası, sessizce sandalyenin üzerine çıktı. Bu anlarda babasının gözlerinde hüzün, kararlılık ve sessiz bir çığlık vardı. Mehmet, bunun sıradan bir oyun olmadığını anlamıştı. Ancak ne olduğunu kavrayamadı. Çünkü babası çok güçlü bir insandı.

Sanki zaman bir anda yavaşladı. Mehmet’in babası, kabloyu boynuna doladığında, Mehmet’in çocuk kalbinde bir şeyler kırıldı ve yok oldu. Yandı, kül oldu ve etrafa toz duman olarak savruldu. Babasının çırpınan bedenini gördüğünde, panik içinde ne yapacağını bilemeden onun yardımına koştu. Merdivenleri hızla çıktı ve küçük elleriyle kabloyu çözmeye çalıştı. Ancak elleri o kadar güçsüzdü ki, babasının ağırlığıyla düğüm daha da sertleşmişti. Bir türlü korkuluklardaki düğümü çözemiyordu. Babasına ulaşması gerektiğini hissediyordu; çaresizlik ve korku, bir çocuğun kaldıramayacağı kadar büyüktü.

Mehmet, mutfağa koştu ve bir bıçak aldı. Kabloyu kesmek için uğraştı, ama kahrolası kablo bir türlü kesilmiyordu. Mehmet’in acıdan uğuldayan kulakları artık hiçbir şey duymuyordu. Zar zor nefes alıyordu, gözyaşları içinde “Baba! Baba!” diye çığlıklar atıyordu. Babası artık nefes alamıyordu ve çırpınışları durmuştu. Mehmet yardım istemek için dışarı çıktı, ama kimse onun yardım çığlıklarını duymuyordu. Koşarak elindeki baltayla kablonun bağlı olduğu yere geldi ve birkaç kez sertçe savurdu. Nihayet kablo koptu ve babası yere düştü. Mehmet alt kata koştu, babasının yanına diz çöktü ve ona sıkıca sarıldı. Babasında hayat belirtisi yok gibiydi. Hıçkırıklarla, “Babam, ne olur kalk!” diye bağırıyordu. Zaman durmuş gibiydi; babası bir türlü uyanmıyordu. Köydeki Ayşe Hatun, nihayet Mehmet’in çığlıklarını duydu. “Ne oluyor çocuğum Mehmet, ne oluyor? Baban ne yaptı böyle?” diye sorarak olay yerine koştu. Gördüğü manzara karşısında dayanamadı, çığlık çığlığa dışarı fırladı. “Yetişin komşular, yetişin! Topalların Mahmut intihar etmiş!” diye bağırarak yardım çağırıyordu. Köyden birkaç kişi geldi ve Mahmut’u kontrol ettiler. Murtaza emmi de geldi baktı ama sessiz bir fısıltı döküldü dudaklarından; “Sanırım ölmüş...” dedi. “Jandarmayı çağırın, gelsin!” diye seslendi. Murtaza Emmi, Mehmet’in dünyası o an başına yıkılmıştı. Kulakları uğuldayıyor, hiçbir şey duymuyordu artık. Hayatındaki bu trajedi, masumiyetinin sonu ve yetişkinliğe atılan acımasız bir adım olmuştu. Artık hayatta yapayalnızdı; dünyaya karşı tek başına ayakta durması gerekiyordu. Babasının Kulaklarını delip geçen son sözleri hâlâ yankılanıyordu. Mehmet’in beyninde “Güçlü olmalısın, evlat.”

Jandarma geldi, otopsi yapıldı ve Mahmut’un intihar ettiği anlaşıldı. Sessiz bir törenle, üç beş kişinin eşliğinde toprağa verildi. Mehmet, babasıyla yaşadığı trajik olaydan sonra köydeki sessiz doğaya sığındı; ancak bu sessizlik ona huzurdan ziyade babasının son anlarını hatırlatıyordu. İçinde taşıdığı suçluluk ve özlem duygusu, çocuk ruhunda derin yaralar açmıştı. Mehmet’in kardeşleri ve anneleri cenazeden sonra köye gelebilmişti. Kardeşleri, babalarının trajik kaybı nedeniyle Mehmet’i suçluyorlardı. Onlara göre, Mehmet o sırada babalarının yanındaydı ve bu intiharı önlemek onun sorumluluğundaydı. Mehmet’in sessizliği, kardeşlerinin öfkelerini daha da büyütüyordu.

Bu suçlama ve öfkenin altında ezilen Mehmet, sonunda Ankara’ya götürüldü. Bir gün, kardeşleri öfkelerini açıkça dile getirdiklerinde Mehmet, ilk kez konuştu. Gözleri dolu ve hıçkırıklar içinde şunları söyledi: “Siz zannediyor musunuz ki onu kurtaramadığım için kendimi affediyorum? İnanın, onun yanında olmak yetmedi, ellerim yetmedi, ben yetemedim.” Bu sözler, kardeşlerinde derin bir sessizlik yarattı. Mehmet’in o anki sözleri, karşısında kardeşleri de çok üzüldü. Birbirlerine sarılarak uzun bir süre öylece kalakaldılar.

Zamanla kardeşleri, Mehmet’in de aynı acının belki de çok daha fazlasını taşıdığını fark etmeye başladılar. Bir akşam, kardeşlerinden biri sessizce Mehmet’in odasına gelip ona eski bir fotoğraf albümü getirdi. “Babamız, senin bizi bir arada tutacağına inanıyordu. Belki bunu birlikte başarabiliriz,” dedi. O an anneleri de onlara sarıldı. Sessizlik hâkim oldu o an odada, bu başlangıç Mehmet ve kardeşleri arasında yeniden bir bağ kurulması için ilk adım oldu. Kardeşler, birbirlerine karşı daha açık olmaya başladılar. Mehmet, duygularını kardeşleriyle paylaşarak onların desteğini kazandı. Kardeşleri ve anneleri ise Mehmet’in içindeki ağırlığı fark ederek onun yalnız olmadığını hissettirmek için çabaladılar. Babalarının hatıralarını yaşatma kararı aldılar bu karar, onları yeniden bir aile haline getirdi. Yıllar geçti. Mehmet, artık genç bir adam olmuştu. Babasının kaybıyla yüzleştiği zor yıllar, çok geride kalmıştı. Yaşadığı acılar ve kardeşleriyle yeniden kurduğu bağ, ona dayanışma ve empatinin hayattaki önemini öğrettiğini fark ediyordu.

Mehmet, üniversitede psikoloji eğitimi almaya karar verdi. Derslerde öğrendiği her yeni bilgiler, onun geçmişine dair yeni pencere ve ufuklar açıyordu. Zamanla, kendi travmalarını anlamlandırarak hem kendine hem de başkalarına yardımcı olabileceğini keşfetti. Mezun olduktan sonra, uzmanlık alanında çalışarak yardıma ihtiyaç duyan insanların hayatlarına dokunmaya başladı. Mehmet’in danışanları arasında, yalnızlık çeken gençlerden hayatın yükü altında ezilen yetişkinlere kadar pek çok kişi bulunuyordu. Onlara kulak verirken, kendi deneyimlerinden çıkardığı dersleri rehber olarak kullandı. Danışanlarına sık sık şu sözleri hatırlatıyordu: “Hayat bizi bazen kırar, ama o kırıklardan içeri büyük bir ışık sızar. İşte o ışığa sıkı sıkıya tutunmalıyız.” Mehmet artık, her şeyi unutmuştu ve umut doluydu. İnsanlara yardım etmek onu fazlasıyla mutlu ediyordu. Yaşamak, insanlara yardım etmek ne güzel bir duyguydu.

 

Bir gün, Mehmet’in danışanlarından Ayhan yanına geldi. Bu kişi, geçmişte yaşadığına benzer bir trajediyle başa çıkmaya çalışıyordu. Mehmet, danışanı Ayhan’ın gözlerinde kendi çocukluk korkularını ve yalnızlığını görür gibi oldu. Danışanı Ayhan ona, “Ağlayarak, bu acıyla nasıl başa çıkacağım?” diye sorduğunda, Mehmet derin bir şefkatle gülümsedi ve şu sözleri söyledi:

"Ben de bir zamanlar senin yerindeydim. Günün ortasında bile, insanların arasında koyu bir karanlıkta kendimi yapayalnız hissederdim. Ama zamanla anladım ki, yardımlaşarak ve içimizdeki güce inanarak iyileşmek mümkün. Sen de bunu başarabilirsin."

Mehmet, danışanları için yalnızca bir psikolog değildi; aynı zamanda geçmişin yaralarını sarmayı başarmış bir ilham kaynağıydı. Babasının ani kaybıyla başlayan zorlu yolculuk, onu şefkat ve umutla dolu bir yaşam sürmeye yönlendirmişti. Ancak, ne yazık ki süreç her zaman beklediği gibi ilerlemedi. Danışanlarından biri, olan Ayhan aniden trajik bir karar alarak Mehmet’in danışanları için ayırdığı odanın açık penceresinden Mehmet’in korku dolu bakışları arasında kendini boşluğa bıraktı.

Bu olay, Mehmet’i derinden sarstı. Mehmet ne yapacağını bilemiyordu. Dondu ve açık pencereden aşağıya doğru baktı, Ayhan’ın cansız vücudunu görüyordu. Ağlayamıyordu. Düşünemiyordu. O an, büyük bir şok içindeydi. Çaresizlik içinde derin, derin nefes almaya çalıştı. Ama içinde büyüyen yoğun suçluluk ve yetersizlik duygusu, onu karanlığa sürüklüyordu. Mehmet’in gözleri karardı. sanki nefes alamıyordu. Çok çaresiz hissediyordu kendisini, yaşadığı ağır travma o an babasını gözlerinin önüne getirdi. Babası kollarını açmış ve gel Mehmet’im diyordu. Mehmet donuk bir bakışla babasına doğru bir adım attı. Baba diye bildi sadece Mehmet bilinmeyen düşünceler içinde sessizce aynı pencereden kendini aşağıya bırakarak hayatına veda etti.

YAZARIN DİĞER YAZILARI