Uzmanlar, kanser tedavisinde başarının uygun hastaya uygun tedavinin verilmesiyle başladığını belirtti.
Kanser tanısının patolojide ışık mikroskobu incelemeleri ile konulduğunu söyleyen KTO Karatay Üniversitesi Medicana Konya Hastanesi Medikal Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Önder Tonyalı, “Klasik sistemik kanser tedavisi, kanser tanısı konulduktan sonra kanserin türü ve evresine göre çalışmalarla faydası ispatlanmış kemoterapilerin hastalara verilip yanıt değerlendirilmesi prensibine dayanır. Kemoterapiler hücrenin bölünmesini etkileyen basamaklar üzerinden etki ederler. Bölünmesi duraksamış kanser hücresi de ölür. Bu basamaklar normal hücrelerde de olduğu için kemoterapiler, kemoterapinin etki mekanizmasına göre değişik yan etkilere de neden olabilir. Günümüzde yaklaşık 40 adet kemoterapi aktif olarak kullanılmaktadır. Laboratuvar ortamında çok etkili olmalarına rağmen, kanser hücreleri insan vücudunda kemoterapilere erken dönemde direnç geliştirirler” dedi.
Doç. Dr. Önder Tonyalı, “Prostat kanserinde testosteron supresyonunun etkili olduğu 1940’lı yıllarda ispatlandıktan sonra sistemik kanser tedavisinde kemoterapi ve radyoterapi haricinde başka tedavi yöntemlerinin de olabileceği, kanserin dış uyaranlar ile çoğalabileceği ve bu uyaranların engellenmesinin kanser tedavisinde kullanılabileceği fikri ortaya çıkmıştır. Günümüzde bu şeklide etki eden ilaçlara hedefe yönelik tedavi denilmiştir. Bu hedefler bir reseptör olabileceği gibi, tümörün çoğalmasında etkili bir mekanizmanın durdurulması şeklinde de olabilir. Hedefe yönelik kullanılan ilaçlar ise genellikle bir antikor veya bir trozinkinaz inbibitörü olabilir” şeklinde konuştu. Kanserde kişiye özel tedavi
Doç. Dr. Tonyalı, “Kanserde kişiye özel tedavi, kanser hücrelerinin özelliklerine göre tedavi seçeneklerinden en uygun olanı ile hastanın tedavi edilmesidir. Bu tedavi yöntemi kemoterapi veya hedefe yönelik tedavi olabilir. Hormon reseptörü pozitif meme kanserinde 1970’li yıllarda tamoksifenin kullanılmaya başlanması kanserde kişiselleştirilmiş ilk tedavi olarak kabul edilebilir. Çünkü meme kanserlerinin yaklaşık yüzde 85’i hormon reseptör pozitiftir ve geri kalan yüzde 15 hasta tamoksifenden fayda görmeyecektir. Kronik myeloid lösemi (KML)’de 2000’li yılların başlarında bcr-abl onkoproteinini inhibe eden imatinibin kullanılmaya başlanması ile KML’de 10 yıllık sağkalım yüzde 30’dan yüzde 85’e yükselmiştir. Sonraki yıllarda imatinibin KML dışında bcr-abl onkoproteini pozitif başka kanserlerde de etkili olduğu tespit edilmiştir. Daha sonra CD 20 pozitif lenfomalarda rituximab ve c-erb B 2 pozitif meme kanserlerinde trastuzumab kullanılmaya başlanmıştır. Hedefe yönelik tedavilerin sayısı artarak 2010 yılına gelindiğinde akciğer, kolorektal kanser, böbrek ve karaciğer kanserlerinde kullanılmaya başlandı. Kanser tedavisinde en dramatik ilerleme 2010’lu yılların ilk yarısında immünoterapinin etkinliğinin malign melanom ve akciğer kanserinde etkinliğinin gösterilmesi ile oldu. Metastatik malign melanomda immünoterapi öncesi dönemde ortanca yaşam süresi 6 ay iken immünoterapi ve hedefe yönelik tedavi alan malign melanomlu hastaların yarısından çoğu 5 yıldan uzun süre yaşayabilmişti” ifadelerini kullandı. Hedefe yönelik tedavi
Günümüzde kanser tedavisinde kullanılan hedefe yönelik ilaç sayısının aktif olarak kullanılan kemoterapi sayısından daha fazla olduğunu belirten Tonyalı, “Sadece küçük hücre dışı akciğer kanserinde etkisi ispatlanmış en az 10 adet hedef ve/veya yolak tespit edilmiştir. Hedefe yönelik tedaviler sadece bir kansere spesifik olmayıp mevcut patolojik yolağın olduğu diğer kanserlerde de etkili olabilir. Hedefe yönelik moleküllerin sayısının yüksek olmasına rağmen aktif kanser tedavisi gören hastaların çoğunluğu halen kemoterapi tedavisi almaktadır. Bunun sebebi kanserlerin hepsinde uygun bir hedefe yönelik ilaç olmaması, daha önce hedefe yönelik tedavi altında iken hastalığın ilerlemesi, hedefe yönelik tedavinin sadece kemoterapi ile beraber kullanıldığında etkin olması sayılabilir. Elimizde bu kadar çok hedefe yönelik tedavi ve tespit edilen hedef molekül olunca kanser türünden bağımsız olarak kanserli bir hastada bunların varlığının araştırılması ve etkili bir yolağın tespit edilmesi o kanser hastasına bir tedavi seçeneği sunabilir. Hedef yolaklar dışında kanserde rol alan diğer genler de tespit edilebilir ve bu özelliklere göre hedefe yönelik tedaviler dışında kemoterapiler bile tedavi olarak önerilebilir. Kişiye özel tedavi seçiminde basit bir immünhistokimyasal boyama yöntemi ile patoloji sonucuna bakmak yeterli olabileceği gibi çok daha ileri düzey testler de kullanılabilir. İleri düzey testler yeni nesil gen dizilemesi (next generatin sekanslama) yöntemini kullanarak kanser dokusundan veya periferik kandan birçok geni analiz ederek hastanın fayda görebilecek olduğu kemoterapi veya hedefe yönelik tedavi hakkında bir öneride bulunmaktadır” şeklinde konuştu.
“Hastalığın her aşamasında tedavi seçenekleri hekim ve hasta arasında tartışılmalı ve en uygun olan tedavi belirlenmeye çalışılmalıdır” diye vurgulayan Tonyalı, şunları kaydetti: “Solid organ kanserli hastaların tanı anında yüzde 60’ı evre 4’tür. Bu hastalarda hastalığın kontrol altına alınabilmesi ve ömrün uzayabilmesi için mutlaka sistemik bir tedavi kullanılması gereklidir. Kanser tedavisindeki gelişmeler teorik olarak çok başarılı gözükse de tedavideki asıl başarı, hekim hasta ilişkisinin iyi olmasına ve hastanın tedaviye uyumuna bağlıdır.”