Yine böyle bir 8 Mart günü Avrupalı kadın temsilciler bir araya gelmiş ve ülkelerindeki kadınların sorunlarını konuşuyormuş. Amaç ortak sorunlara birlikte, kalıcı çözümler bulmaya çalışmakmış!
İngiliz temsilci Elizabeth söz almış:
-Bizde sınıf farkı olduğu için biz lordlarda kadına özel bir sorun yok. Zaten her işimizi hizmetçiler yapar. Halkın gözünde bize karşı bir hürmet ve imrenme ile yaşamak söz konusudur. Onlar asla bizimle aynı statüye yükselemeyeceğini bilir ve sağdan soldan limit alarak bize ne kadar yaklaşırlarsa, o kadar mutlu olacaklarına inanırlar demiş.
Fransız temsilci Maria söz almış:
-Biz aşk ülkesiyiz. Erkek egemenlik söz konusu olsa da, bir şekilde alttan girer üstten çıkar erkeklerin o sivri yanlarını törpülemeyi başarırız. Özellikle Fransız Devrimi’nden bu yana bir hayli mesafe kat ettik. Çok büyütülecek problem görmüyorum demiş.
İtalyan temsilci Sofia’ya söz gelmiş. Söz hakkını kullanmadan önce çok hızlı bir şekilde zihin egzersizi yapmış ve içinden “Lan ne oluyor? Biz buraya sorunlarımızı konuşmaya geldik. Her iki sözcü de pembe tablolar çizdi. Yoksa açık mı vermek istemiyorlar?” diye geçirmiş. Kürsü’ye geçerek:
-Arkadaşlar gördüğüm kadarıyla birinin -kral çıplak- demesi gerekiyor. O masum çocuk ben olacağım herhalde! diye söze başlamış ve “Evet bal gibi de erkek egemen bir toplum içinde yaşıyor ve biz kadınlar eziliyoruz. Her şey Akdeniz esintisi gibi ılık ve lodos kokulu değil şu hayatta!” diye sözlerini sürdürmüş. “Anlaşamayınca boşanıyoruz ve yeni bir macerayı deniyoruz. Sonuçta kaç kez evlilik yaptığını bilemez oldu kadınlarımız.” demiş…
Alman temsilci Hanna, biraz daha rahat bir atmosferde sözlerini sürdürmüş bu defa.
-Arkadaşlar biliyorsunuz II. Dünya Savaşı’ndan çok büyük erkek nüfus kaybıyla çıktık. Doğal olarak biz kadınlar da ülke istihdamında yer almalıydık. Gereğini yaptık ve ülkemizi kalkındırmak için canla başla çalıştık. Ben de kabul etmeliyim ki, kadınlar olarak bu süreçte çok ezildik. Hatta Bosch fabrikasında çalıştığım departmanda Genel Müdür olduktan sonra eşime karşı bir takım haklarımı ancak alabildim biliyor musunuz? demiş.
Bu durum salondakilerin dikkatini çekmiş. “Sayın Modaratör, lütfen Hanna Hanım’ın söz hakkını uzatır mısınız? Hiç birimiz itiraz etmeyeceğiz. Çok önemli açıklamalar yapacak diye düşünüyoruz.” demişler. Hanna sözlerine devam etmiş.
Genel Müdür olduktan sonra eve geldiğimde eşime dedim ki,
-Bey bey, artık karşında koskoca bir fabrikanın genel müdürü duruyor. Tamam sana evde emrim altında çalışan muamelesi yapmayacağım ama bundan böyle evde iş bölümü yapacağız. Yoksa ya birlikte paylaşarak yaşayacağız ya da ben işime, sen yoluna diyeceğim sana! dedim ve görev taksimat listesini eline tutuşturdum.
Birinci gün görmedim, ikinci gün görmedim ama üçüncü gün çamaşır makinasının kapağını açmış çamaşırları makinaya yerleştirirken gördüm! Ve o gün bugündür hayatı paylaşıyoruz diye sözlerini noktalamış…
Hollanda temsilcisi Emma’ya gelmiş söz sırası:
-Arkadaşlar benzer sorunlar bizde de var takdir edersiniz ki! Kolay olmuyor mesafe kat etmek. Ben de üniversite okudum, çiftliğimizi modernizasyona kavuşturdum. Ta ki ondan sonra eşimle hayatı ancak paylaşabildim, demiş. Eşim bir nevi tehdit olarak algıladı ama Alman arkadaşım Hanna gibi dedim ben de kendisine! Beni kariyer ve eş arasında seçime zorlama, aksi halde seni seçmeyebileceğimi bil, dedim kendisine demiş!
Birinci gün görmedim, ikinci gün görmedim, üçüncü gün önlüğü takmış bulaşıkları makinaya dizerken gördüm ve artık her şey yolunda demiş…
Derken sıra Türkiye temsilcisi Cansu’ya gelmiş:
-Biz Cumhuriyetle birlikte kadınlarımıza eşit haklarla yaşama, iş hayatında çalışma imkanı sağlamıştık aslında. Fakat toplumsal baskı, o değerleri hızla eritmeye başladı. Ben resmî bir kurumda Personel Daire Başkanı’yım demiş. Eşim normal bir memur olduğu için krizlere giriyor, kendine yediremiyor ve sorunlar çıkarmaya başlıyordu demiş. Sürekli hır gür, sürekli didişme, sürekli anlamsız sürtüşmeler… Ben de bir gün kendisiyle konuştum. “Senin karşında sıradan bir memur yok. Bugüne bugün Personel Daire Başkanıyım ben. Ona rağmen hem ev işi, hem çoluk çocuk takibi, hem de çalışma hayatı! Yeter artık canıma tak etti. Bana yardımcı olacak ve ev işlerinde paylaşım sağlayacaksan varsın. Yoksa işte sana kapı. Ben çocuklarımla beraber başımın çaresine bakarım.” dedim eşime demiş…
Birinci gün görmedim, ikinci gün görmedim, üçüncü gün gözlerimin şişi biraz inmeye başlayınca, ben de görmeye başladım diye sözlerini sürdürmüş.
Kadına şiddetin son bulduğu bir ülke, son bulduğu bir dünya özlemiyle yanıp tutuşurken, o yangının sönmesi için neler yapılmalı? Görevi sadece itfaiyecilere havale etmemeli diye düşünüyorum. Kızımız var, ileride kiminle evlenecek? Acaba eşinden şiddet görecek mi paranoyaları şimdiden benliğimiz sarmamalı?! Erkek egemenliğinin dayatmacılığından ve zorbalığından kurtulmak için önce erkeği eğitmek gerektiğini bilmeliyiz. Çocuk eğitiminde en önemli rolün annede olduğunu, ardından babanın devreye girdiğini unutmamalıyız. Anneler, çocuklarını erkek egemen kültürle yetiştirmemeyi öğrenmeli önce! Hepsinden önemlisi sözle değil, davranışla rol model olmak gerektiğini asla aklımızdan çıkarmamalıyız.
Kadın erkek olarak haklarda eşit, görevlerde eş olmayı ilke edinmeliyiz. Toplumun her alanında birlikte efor sarf etmeliyiz. Hayatı bir makine ve robot gibi girdiler ve çıktılar mekaniği içinde değil, vicdan ve ahlak estetiği içinde yaşamalıyız ki toplumsal inşa ortaya çıksın!
Bu bilinçle,
Bugünü çiçek böcek, su toprak gibi süslü sözlerle romantizme kurban etmemek gerektiğini en çok ve ilk önce kadınlarımız bilmeli!
Ayal vebal benzetmeleriyle gündemi saptırarak kadımızı kendi yamağımız ve yardımcı figürümüz gibi görmememiz gereken bir gün olduğunu da, erkeklerimiz bilmeli!
"Kadınlar Günü" hediye ve pırlantaya kurban edilecek bir gün değildir! "Kadınlar Günü" sermayenin vahşetine kurban giden kadınlar anısına tahsis edilmişken, takvimlerde Kapitalizm'in alış veriş günü olarak kodladığı bir gün hâline getirilmemelidir! Buna özellikle kadınlarımız çanak tutmamalıdır!
8 Mart'ta ne oldu da, "Kadınlar Günü" olarak kutlanıyor? "Kadınlar Günü" neden 8 Mart'ta kutlanır? Hatta daha doğrusu bir anma günü neden kutlama gününe döndü? Bu soruların cevabını önce kadınlarımız ve ardından biz erkekler bilmeliyiz!
Çalışan kadın çocuk sahibi olduysa, bütün sosyal haklardan yararlanarak en az dört yıl çocuğuna bakmalıdır.
Eşit işe, eşit ücret ödenmeli. Kadın, cinsiyet ayrımına tabi tutulmalıdır!
Kaç tane "atanamayan(!) anne öğretmen" var, biliyor muyuz?
Kaç tane sosyal güvencesiz tarım işçisi kadın var, biliyor muyuz?
Kaç tane sosyal güvencesiz temizlikçi olarak çalışan kadın var, biliyor muyuz?
Kaç tane görevi başında şiddete maruz kalan sağlıkçı kadın var, biliyor muyuz?
Bu sorular içinde kuşkusuz ki erkekler de var. Ama gündem 8 Mart olduğu için pozitif cinsiyet ayrımcılığı yaparak o soruları soruyorum. Lütfen bunu dikkatinize sunarım.
"Ev hanımı" çalışmayan kadın değildir.
Ev hanımlığı dünyanın en ağır işçiliklerindendir.
“Ev hanımı” en az asgarî ücret kadar maaş almalıdır!
Emin olun bu öneri ve haklar, asla ütopik değil biliyor musunuz? Yeter ki ülkenin hazinesi kleptokrasiye tabi tutulmasın. Gelir dağılımındaki adaletsizlik ortadan kaldırılsın. Gör bak o zaman, nasıl da gerçekleşiyormuş o hayal gibi görünen müreffeh yaşam.
Dünyaya bir kez geliyoruz ama cenneti ahirette yaşayacağımız vaadiyle, bu hayatı cehennem gibi yaşamaya mahkum ediliyoruz!..
Dünya Kadınlar Günü'nüz Kutlu Olsun.
Burhan Özbeyoğlu 2 yıl önce
Hayati Yaman 2 yıl önce
Hayati Yaman 3 yıl önce
Adem KURUN 3 yıl önce
Hayati Yaman 3 yıl önce
Hayati Yaman 3 yıl önce
Sefa İçcan 3 yıl önce
İlker Yıldız 3 yıl önce
Kaleminiz dert görmesin hocam.