Bir önceki yazımızda birbirinden çok farklı görüş, duygu, inanç ve beklentilerle hareket eden anne ve babaların elinde, kendi arzu ettikleri gibi veya ona yakın gelişen çocukları anaokulunun kapısında bırakmıştık. Bugün o kapıyı, o beş yaşındaki minikle aralayacağız. O kapının ardında neler olduğunu, nelerle karşılaşacağını tam olarak bilemeyen o çocuğu ve bu süreci birlikte irdeleyeceğiz.
Elbette eğitim bir ömür boyu devam eden bir süreçtir. Ancak, bu konuda kalem oynatan ve fikir beyan eden uzmanların üzerinde ittifak ettikleri gerçek şudur ki anaokuluna gelen çocuğun, onunla birlikte bir ömür boyu taşıyacağı karakter çok büyük oranda şekillenmiş olsa da geleceğimizi emanet edeceğimiz bu bireylerin son halini aldığı bir yer olarak bakmak mümkün bu döneme.
Anaokulu eğitimi son yıllarda epeyce yaygınlaşmış durumda. Bu, oldukça önemli bir kazanım. Fakat bu dönemde öğretmenlerin, toplumun, her şeyden de önemlisi bu sürecin tartışmasız en büyük ayaklarından birini teşkil eden ailenin dikkat etmesi gereken çok önemli noktalar bulunuyor. Çünkü o döneme kadar elden geldiğince iyi yetiştirilmesine özen gösterilmiş bir çocuk, farkında olunarak ya da olunmayarak yapılan bazı hatalara maruz kaldığında, tıpkı usta bir ressam tarafından renklendirilmesi yeni bitirilmiş, uzaktan bakıldığında gıpta edilecek harikulade bir resmin üzerine yanlışlıkla damlatılan bir damla boyanın resmi mahvedebildiği gibi, çocuk üzerinde belki de ömür boyu etkisi geçmeyecek bir ize neden olma ihtimali de var.
Her şeyden önce anaokulunun bir eğitim kurumu olduğu unutulmamalı. Günümüzde birlikte çalışan anne ve babalar ya da evde çocukla uğraşmaktan bıkmış ebeveynlerce günün belli saatlerinde çocuktan kurtulmak veya çocuğu belli saatlerde güvenli ellere geçici de olsa emanet etmek üzere hizmet eden bir bina olarak bakılmamalı.
Anaokulunun elbette kendine göre birçok ilke, prensip ve kuralları olacaktır. Bu, son derece doğal bir durumdur. Çocuktan beklenen de bu kurallara uyum sağlayarak bedenen, fikren, zihnen gelişme göstermesi, sosyalleşmesi, bu süreçte de yaratıcı yönlerinin ön plana çıkarılması olacaktır. Tam da burada şunu belirtmek isterim. Anne ve baba, nasıl olsa çocuğum anaokuluna başladı. Orada ne öğrense kardır, gözüyle bakma lüksüne sahip olmamalı. Eğitim madem kesintisiz bir süreç, bu konuda her daim idare ve öğretmenle; hatta gerektiği durumlarda diğer anne ve babalarla kesintisiz, yapıcı iş birlikleri geliştirebilmeli.
Beş yaşı taban alırsak bu dönemde çocukla ilgili okul ve/veya ev sürecinde yapılan bazı yanlışlıklara değinmek yerinde olacaktır kanaatindeyim:
Elbette bu dönem çocukları renkli, boyalı kitaplara yaşları gereği fazlasıyla ilgi duyacaktır. Ancak yapılan araştırmalar şunu gösteriyor ki, boyama kitaplarıyla fazla meşgul olan çocukların yarıdan fazlası yaratıcılıklarını ve ifade özgürlüklerini kaybedebiliyor, farkında olmasak da giderek katı ve bağımlı hale gelebiliyorlar. Boyama kitapları yerine, eğitimcilerin ya da anne babaların çocuklara daha farklı ortamlarda deneyimler sunarak onların düşünmelerini ve düşündüklerini çizimlere aktarmalarını sağlamaları bilimsel açıdan daha uygun bir yöntem.
Demek ki, hazır çizilmiş boyama kitaplarından çok, onun hayal gücünü gerçek anlamda ortaya çıkaracak resimler, çizimler yaptırılmalı. Çocuğun yaptığı resim hakkında “Bir kelebek resmi mi çizdin ?” gibi sorular sormak sizin resim hakkındaki anlayış eksikliğinizi ortaya çıkaracaktır. Belki de yanılacaksınız. Dolayısıyla çocuğun yaptığı resmi tahmin etmeye çalışmak yerine, “Yaptığın resimden bana söz etmeni istiyorum” diyerek özgürce anlatması için izin verilmeli.
Bir başka hatamız, çocuktan istediğimiz bir davranış ya da eyleme ulaşmasında jkendi bildiğimiz doğruyu dayatmaktır. Aynı sonuca giden birçok yol vardır muhakkak. Ancak ona ille de kendi gidiş yolumuzu dayatırsak hem çoklu düşünme özelliği körelecek hem de bildiklerini uygulamaya geçirmeye çekinen, özgüveni eksik bir bireye dönüşecektir.
Bizler, gerçek hayatı dibine kadar yaşayan insanlar olabiliriz. Ancak onlar henüz çocuk. Evde ya da okulda dalıp giden, düşünen, hayal kuran çocuğa vereceğimiz tepki de olumlu ve pekiştirici olmalı. Onlardan bütünüyle gerçekçi olmayı beklemek son derece acımasızca bir durum olacaktır. Bırakalım, doya doya kursunlar hayallerini. Çocukların hayal kurmaya hakları vardır tıpkı yemek yemeye ve su içmeye hakları olduğu gibi. Hatta tersine, hayal dünyalarını daha da zenginleştirmek için onlara ufuk açıcı kitaplar okunmalı, birlikte müze ve sanat galerilerine geziler düzenlenmeli.
Hayal demişken bir başka yanılgıya değinelim: Çocuklar daima en büyük soruları sorarlar ve bir cevap isterler. Çünkü buna hakları vardır. Cevap alamazlarsa günün birinde soru sormaktan vazgeçerler ve olabileceklerin en kötüsü de budur: Çocukların artık soru sormamaları. Biz büyükler bu dönemde çocukların ardı arkası kesilmeyen sorularına muhatap olabiliriz. Böyle de olsa sabır ve anlayışla onların sorularına anlayabilecekleri düzeyde cevaplar vermek düş güçlerini kamçılarken bilgi ve kültür yönüyle de donanım sağlayacaktır.
Soran çocuk, sorgulayandır da aynı zamanda. Ağzını bıçak açmayan, hiçbir şeyi merak etmeyen, araştırmayan fakat sözde “uslu” bireylerin ne kendilerine ne de bizlere yararı dokunacaktır.
Elbette, soran sadece onlar olmamalı. Öğretmenler ya da anne babalar olarak bizler de çocuklara her fırsatta duygu, düşünce ve meraklarını bilemek için çeşitli sorular yöneltebilmeliyiz. Fakat bu sorular kapalı uçlu, yani tek cevaplı sorular olmamalı. Çünkü bu, onları ezberciliğe yöneltecek, bir eğitimci ve veli olarak söylüyorum, onları yıllar boyunca söküp atamayacağımız ezber kolaycılığına itecektir.
“Bu kelebeğin kaç kanadı var?” yerine “Bir kelebek olmayı ister miydin?” tarzı sorular ona kendini ifade etmesi bakımından son derece yarar sağlayacaktır.
Çocuklar Okul Öncesi dönemde başta oyun olmak üzere gerçekleştirdikleri etkinliklere yoğunlaşarak sürecin tadını çıkarmayı severler. Hatta bu yüzden pek çok kereler sevdikleri eylemleri tekrar tekrar yaptıklarına tanık olmuşuzdur. Eğitimcilerin ya da ebeveynlerin bu gibi durumlarda çocuktan yaptığı etkinliği bir an evvel tamamlamasını istemek yerine, ona ekstra zaman vererek çalışmasını, analiz etmesini ve yeni olasılıklar düşünerek detayları fark etmesini sağlamak yaratıcılıklarını destekleyecektir.
Şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Kesme, yırtma, yapıştırma, boyama, şekillendirme gibi etkinliklerde temel asıl yaratıcı anne, baba ya da öğretmen değil, bizzat çocuğun kendisi olmalı. Bırakalım, çocuk bazı şeyleri eğri kessin, dışına taşırarak boyasın, olmasını istediğimiz gibi değil, kendi becerebildiği kadar şekillendirsin. Fakat o eser sonuçta her haliyle onun olsun. Bu, bizim estetik olarak hoşumuza pek gitmese de onun özgün yanını zamanla pekiştirecektir.
Çocuklar ister evde, isterse okulda bulunsun, her fırsatta dış dünyaya birlikte açılma olanağından mahrum kalmamalılar. Zaten dört duvar arasından başka bir dört duvar arasına geçiş yapan çocuklar, almak durumunda kaldıkları akademik bilgiler ne derece önemli olursa olsun, özgür ve serbest bir ortamda asıl yaratıcılığını, yeteneğini keşfedecektir. Bu anlamda da kimi zamanlarda okul kurallarına tam anlamıyla uyum sağlamakta zorlanan bireylere zaman tanınmalı, sürekli uçmayı, gönlünce göklerde süzülmeyi isteyen özgürlüğe âşık bir ruh barındırdığı hatırdan uzak tutulmamalıdır.
Gerek anne baba gerekse eğitimciler farkında olmadan bir çocuğu bir başka çocukla kıyaslama yoluna gideriz: “Begüm İngilizce sayıları ne güzel ezberlemiş, sen de ezberlesene!..” tarzı bir soru, bize göre incitici olmasa da onu bal gibi kıyaslama cümlesidir. Hani “Her Çocuk Özel” ve biricikti? Ya da bizler kıyaslanmayı ne kadar sindirebiliriz ki?..
Son olarak düşülen bir yanılgıyı daha ifade etmek isterim: Bazı anne babalar, çocuğuna daha ilkokula başlamadan evvel okuma yazma öğretiyorlar. Burada diğer akranlarından daha önde olmaları, adeta bir at yarışı gibi görülen eğitim sürecinde yarışa birkaç metre önceden başlayacak olmanın avantajı, onun okulda göreceği derslerde fazla zorlanmaması gibi farklı amaçlar taşınmış olabilir. Ancak hangi kutsal amaç uğruna yaparsak yapalım, ilkokula başlamadan evvel bir çocuğa okuma yazma öğretmek, birinci sınıfta o çocuğa önce avantaj sağlayacak olsa da zamanla sıkılmasına, dersten kopmasına, bir süre sonra da okula ve derslere karşı bir soğukluk geliştirmesine neden olacaktır.
Anaokulunu tamamlayarak ilkokula kaydını yaptıran çocuğumuzu orada neler beklediğini bir sonraki yazımızda irdeleyeceğiz… Görüşmek dileğiyle…
Hayati Yaman 3 yıl önce
Adem KURUN 3 yıl önce
Hayati Yaman 3 yıl önce