Rasim Köroğlu arkadaşımdı, dostumdu. Aşıklık geleneğini çok iyi bilirdi. Aşıklarla geceler düzenlerdi. Aşık Reyhani’yi de çok severdi. Öğretmenlik yaptığı yıllarda ilçesine getirmiş, ilk defa o ilçede bir aşığı dinlemişlerdi.
Rasim Köroğlu ile Aşık Reyhani Ağabey’i epey dinleme şansımız oldu. Bursa’dan Eskişehir’e getirmiştik defalarca. Osmangazi Üniversitesi’nde, Eskişehir Türk Ocağı’nda, özel yerlerde defalarca sohbet etmiş, bir kısmını da kayda almıştık. Konya’da yıllarca Aşıklar Bayramı yapan Feyzi Halıcı Ağabey ile de bu konuları epey konuşmuştuk. Aşık Reyhani Ağabey’de, Feyzi Halıcı Ağabey de, Rasim Köroğlu da rahmetli oldu. Mekanları cennettir inşallah.
Ben Reyhani Ağabey’i bildiğim kadarıyla yazmaya çalışacağım, hatıralarımızdan bahsedeceğim, şiirlerinden örnekler vereceğim. Diğer bilgilere nasıl olsa bir yerlerden ulaşılır.
Reyhani Ağabey 1932 yılında Erzurum, Pasinler’in Alvar Köyü’nde doğmuş.
Aşıklar bade içerler. Reyhani Ağabey’in rüyasında Alvarlı Mehmet Efendi’nin cebine boncuk koyduğunu duymuştum. Hatta Reyhani Ağabey’i “saz çalıyor” diye Mehmet Efendi’ye götürüyorlar, biraz sohbet ettikten sonra “Bu çocuk çalsın” diye konuşuyor.
Bayburtlu Hicrani, Bardızlı Nihani, Posoflu Müdami, Kağızmanlı Cemal Hoca, Ardanuçlu Efkari, Yusufelili Huzuri gibi dönemin güçlü aşıklarıyla tanışıyor.
Hatun adlı bir komşu kızını seviyor. Sevdiği kız komşu köyden birisiyle zorla evlendiriliyor. Bir yıl sonra boşanan bu hanım bir müddet sonra da vefat ediyor. Aşık Reyhani Ağabey şöyle okudu bu şiiri;
Bu şiiri zor okur, her okuduğunda da ağlardı Reyhani Ağabey.
Reyhani Ağabey henüz on dokuz, yirmi yaşlarında iken, onunla konuşmak, saz çalmak, karşılıklı atışmak için dönemin en güçlü aşıklarından Aşık Nihani’nin köyüne gidiyor. Aşık Nihani o zaman seksen beş, doksan yaşlarında. Bir Cuma günü köye varıyor, Nihani Baba’nin evine gidiyor. “Biraz acele ettim Cuma’ya yetişmek için, biraz da etmedim geç kalmak için” diye de şaka yapmıştı. Cemaat dağılıyor, bakıyor Nihani Baba derin derin nefes ala ala, dinlene dinlene geliyor, elinde baston. Gelen gök yüzünde turnaları döndüren Nihani Baba, hali de bu. Reyhani Ağabey sazını alıyor, camı açıyor ve başlıyor çalıp söylemeye;
Nihani Baba bakıyor evinden saz, söz geliyor. Dinliyor ve içeri giriyor. Zaten nefes nefese kalmış, ellerini kapının iki tarafına dayıyor, bastonunu koluna asıyor. Gözlerinde bulgur bulgur yaş, Reyhani Ağabey devam ediyor;
Reyhani Ağabey anlatıyor. “Aşıklığın en cavcavlı olduğu zamandı, ezile büzüle gelen koca Nihani Baba. Paltosunu taşıyamaz olmuş. Ellerinden öptüm, o da gözlerimden öptü. Serde gençliğin verdiği had bilmezlik de var. Atışmaya geldiğimi söyledim. Önce bırakalı çok oldu dedi ama ısrar edince on, on iki sene önce bıraktığı sazı istedi hanımından. Siyah çaputa sarılı sazını çıkardı, iki paslı tel kalmış. Sonra şunu söyledi;”
Aşık geldiğini duyan köylüler Nihani Baba’nın evine doluşuyor. Bakıyorlar böyle olmayacak okula götürelim de orada bol bol atışsınlar, biz de seyredelim diyorlar ve minderleri serip oturuyorlar. Bir iki söyledikten sonra “hele atışın da dinleyelim” deyince Reyhani Ağabey dizlerinde takat kalmamış, gözleri dolu dolu olan Nihani Baba’ya şunu söylüyor;
Aşık Nihani alıyor sazı eline ve şöyle söylüyor;
“Dediklerime gönülü karşı verince beni çürüttü, acaba ne demeliydim” diyen Reyhani cevap veriyor;
Nihani Baba’nın yaşını ortaya koyan Reyhani’ye “Ölüm benim hakkım da senin değil mi” diye düşünmüş ve cevabı müthiş olmuş Nihani Baba’nın;
Aşık Reyhani anlatıyor; “Ben yaş’ı söyleyince Azraille karşılık verdi, başka bir yerden vurmak istedim. Nihani Baba’nın Afganistan’daki maşukasını söyleyeyim dedim” Şöyle diyor;
Nihani Baba mahramasını çıkarıyor, gözlerini siliyor ve şu cevabı veriyor;