AŞKIN MI GÖZÜ KÖR; YOKSA SENİN Mİ?!..

13-06-2022

Karar verdi: Önce annesiyle konuşacaktı. Hacer Ana’ya açtı durumu. Hacer Ana, Elifi kendisinin de çok sevdiğini, ancak oğlunun yanına daha başka güzellerini yakıştırdığını söyledi. Böyle deyince bozuldu Serdar. Anne, hayat benim değil mi? Evet şişko biri. Fakat ben onun dışını değil, içini sevdim, dedi. Hak verdi anası. Olur oğlum; gider isteriz, dedi.

Ardından okulda samimi olduğu en yakın öğretmen arkadaşlarına sordu fikirlerini. Allah var şimdi, hemen ön yargılı olmadılar. Bir görseydik, dediler. Hele hele bayan arkadaşları “Hemşire Elif Varlı” ismini sorguladıklarında karşılarına çıkan görüntünün… Şu gencecik, pırıl pırıl, dalyan gibi Serdar’la evlenmesine yüksek perdeden itiraz ettiler. Her ne kadar Serdar onları Elif’in olumlu yönleriyle ikna etmeye kalksa da, imkânsızdı. En mantıklı cevabı da fikrini sorduğu okul kantincisi Murtaza Abi söyledi: İnsanların fikri hoşuna gitmeyecekse, niye onlara soruyon ki Hocam! Kendi kararını vermişsin zaten, dedi.

Cuma günü öğleden sonra dersi yoktu Serdar’ın. Elif’le konuşacak, kısa bir süre sonra da geleceğe dair plan kurmaya başlayacaktı. Şık bir şekilde giyindi, güzel bir buket yaptırdı. Sinekkaydı tıraş oldu. Hastaneye uçuverdi. Danışmadan sorup soruşturdu, saat dört gibi çıkarlar, cevabını aldı. Hastanede biraz oyalanarak vakit geçirdi. Elif’le mutlu bir yuva düşleri kurarken saatin dörde yaklaştığını fark etti.

 

            Heyecan sardı Serdar’ı. Elif de buna kim bilir, nasıl sevinecekti. Bu düşüncelerle kapıya yöneldi. Bekledi, bekledi… Saat dört çeyrek oldu. Gelip geçenler arasında Elif yoktu. Çalıştığı servisi bildiğinden oraya gitmek istedi, ancak güvenlik izin vermedi. Güvenliğe rica etti. Hemşire Elif Varlı Hanım, yakınım olur. Ne zaman gelir acaba? diye sordu. Güvenlik haklı olarak, Ara da sorsana kardeşim. Ne bileyim ben!.. cevabını verdi. Telefon numarası yok, dedi Serdar cılız bir sesle.

           

            Sanırım gelmeyecek diyecekti ki, Elif İlknur’larla birlikte çıkış kapısında göründü. Çekinerek yanlarına vardı Serdar: Merhabalar. Şeyy… Beni tanıdınız mı?... Aaa, evet dedi Elif. Öğretmen Serdar Bey değil miydi?.. Evet, dedi Serdar. Sayenizde çok iyiyim. Estağfurullah, dedi Elif. Önce Allah, sonra da doktorlar… Serdar çiçeği vermek için İlknur’un biraz uzaklaşmasını bekledi. Durumu fark eden İlknur, Elif, ben ileride bekliyorum. Sen işini bitirince yetişirsin, dedi.

 

Serdar’ın oyalandığını ve İlknur’un gitmesini beklediğini anlayan Elif, durumdan biraz işkillenir gibi oldu. Hayırdır Serdar Bey, bir sorun mu var, dedi. Estağfurullah diyen Serdar arkasında sakladığı buketi Elif’e uzattı. “Her şey için teşekkür ederim.” Serdar’ın uzattığı buketi gören Elif, bir buçuk yıl önce kafede tanıştıkları Nuri’nin eve gönderdiği çiçeği düşündü. Kan beynine sıçradı. Bozuntuya vermemeye çalışarak “Hiç gerek yok Serdar Bey böyle şeylere.” dedi. Aldığı çiçeği ne yapacağını bilemeyerek kekeledi. Bunu heyecanına yoran Serdar da müsait bir zamanda bir şeyler içmek isterim, dedi. Belki, diye cevap veren Elif oradan apar topar uzaklaşarak İlknur’un yanında aldı soluğu. Ardından bakan Serdar “Çok damdan düşer gibi oldu. Tabii, kız haklı. Her çay içmek isteyene evet diyecek değil ki! En azından çiçeği aldı ya. Yine görüşürüz.” dedi. Bu arada bir fırsat bulamadığı için içten içe İlknur’a ve şansına kızdı.

 

Öte yandan İlknur’un yanına bir kurtarıcı gibi sığınan Elif, hemen arabaya binerek oradan uzaklaşmak istedi. Bir yandan arabayı süren İlknur bir yandan da “Elif ne var gülüm, ne oldu? Sakin ol da anlat lütfen!” dedi. Elif, paniklememeye çalışarak devam etti: “İlknur abla. Kısa bir süre öncesinde hastaneye yatışını yapmıştık. Trafik kazasından gelmişti. Serdar Bey. Tarih Öğretmeni. Birkaç gün önce taburcu oldu. Şimdi de tamamen iyileşmiş. Bana çiçekle teşekkür etmeye gelmiş ta buraya İlknur Abla!” Ağlamaklıydı.

 

Eee, ne var bunda Elif yanlış anlayacak?!.. Adam ne güzel teşekkür etmeye gelmiş. Jest olsun diye de çiçek vermiş. Anlamıyorum. Bu senin hastalar tarafından sevildiğini, saygı duyulan bir insan olduğunu göstermez mi? Sevineceğin yerde üzülüyorsun.

 

Hayır, İlknur Abla. Serdarın bana bakışlarını, çiçeği uzatırken telaşını bir görseydin, eminim sen de hak verirdin. Bunda bir iş var.

 

Aman canım ne olacak Elif, alt tarafı bir teşekkür ve bir çiçek. Ne abartıyorsun, taktığın şeye bak Allah aşkına.

 

İlknur Abla, hatırlamak istemiyorum; fakat bir zamanlar Nuri de bana böyle çiçek göndermişti. Ardından sahte bir aşka beni, tüm iyi niyetimi, saflığımı kurban etmedi mi? Onun bende açtığı yaralar henüz kabuk bağladı. Böyle bir şeyi bir daha yaşamak istemiyorum, bunu kaldıramam; anlıyor musun?

 

Elif güzelim, senin sinirlerin bozuk. Veya uykunu tam almamışsın. Kaç zamandır bu camianın içindesin. Türk milleti doktorunu, hemşiresini, öğretmenini sever. Saygı duyar. Hastaneden çıkınca vefasızlık etmez. Yolu düştükçe uğrar. Sırasında bir kap yoğurt, bir tepsi baklava, bir buket çiçek getirir. Ne yani, bize her hediye getiren bize âşık mı olmuş oluyor şimdi? Bırak Allah’ını seversen, dedi. Bunun üzerine bir şey söylemedi Elif.

 

Zaten Elif’in evine geldiler. Hadi canım sen şimdi yat, güzel güzel uyu. Yarına o güler yüzlü eski Elif’imi istiyorum, diyerek onu evine uğurladı. Yeniden gaza basarken, yazık oldu kıza; hâlâ kendine gelemedi o alçak Nuri’den sonra diye fısıldadı.

Eve giden Elif, hiçbir şey düşünmemek için bir bardak süt içti, kıyafetlerini bile doğru dürüst çıkarmaya takati yoktu. Kendini yatağa attı. Kulaklıkla müzik dinlerken sızdı kısa bir süre sonra.

Birkaç gün sonrasıydı. Hemen hemen aynı saatlerde hastaneden çıkış yaptı Elif. Bu kez tekti. Kendisine doğru yavaş ve tedirgin adımlarla yürüyen Serdar’ı görmesi zor olmadı. İşte şimdi yanılmadığını anlamıştı. Bu saçmalığa bugün son vermek gerekiyordu! Ona karşı gardını aldı. Kafasında söyleyeceği sözleri hesap ederken bitiverdi Serdar burnunun dibinde?!

Merhaba Elif Hanım. Rahatsız ediyorum, farkındayım, dedi.

Estağfurullah, demedi Elif ilk kez. Yanılmadınız Serdar Bey. Bakın, amacınızın ne olduğunu bilemiyorum. Fakat bu durum gerçekten canımı sıkmaya başladı. Siz sağlığınıza kavuştunuz. Çok şükür, iyileştiniz. Geçenlerde bir buket çiçekle de teşekkürünüzü ettiniz. Bugün hangi sebeple geldiğinizi merak etmiyorum bile. Lütfen bu durumu uzatmayın, dedi.

Serdar doğrusu böylesi bir karşılık alacağını hiç düşünmemişti Elif’ten. (Elif’in reddetme hakkı yok muydu?..) Konuşma, dozu yükselerek devam etti: Ben, ben… Düşünmüştüm ki… Belki biraz… / Belki biraz ne?... Ne düşünmüştünüz?.. / Belki konuşur bir şeyler…/ Hayır Serdar Bey, ne konuşacak ne de bir şeyler içecek vaktim var benim! Zaman ayıramadığım için özür dilerim. Kırıcı ve kaba olmak istemem. Fakat bu yaptığınız hiç doğru değil. Üstelik hasta hemşire ilişkisi çoktan bitti. Şimdi evime gitmek istiyorum müsaadenizle!/ Kestirip attı.

Elif, kararlı adımlarla uzaklaşırken son kez seslendi ardından Serdar: O günü hatırlıyorum Elif Hanım, dedi. Yozgat, üniversite şenliklerine gelmiştiniz siz de… Bir kenarda masum masum oturmuş, kahvenizi yudumluyordunuz. Üzerinizde lila renkli bir elbise vardı. Halay çeken, eğlenen arkadaşlarınızı izliyordunuz.

Bunları duyunca ister istemez duraklayan Elif, yavaşça arkasını dönerek Serdar’la göz göze geldi: Durakladı… O ben değildim, dedi istemsizce. Sanırım karıştırıyorsunuz.

Elindeki kırmızı goncayı Elif için almış olan Serdar ona iyice yaklaşarak, hayır, dedi. Eminim. Sizdiniz. Bu masumiyeti ben o gün de görmüştüm. Aynıydı, dedi gözleri dolarak.

Sesi titredi Elif’in. Yavaş yavaş gitti. Hastanenin bankına attı kendini. Elleriyle yüzünü kapayarak sessizce, derin derin ağladı. Yanı başında bulunan Serdar, ne yapacağını, ne diyeceğini bilemedi. Bir şeyler geveledi, fakat Elif bunları duyacak durumda değildi. Etraftan gelip geçenlerin görmemesi için bir yandan ona Elif’e sütre yapan Serdar, bir yandan da kendini suçluyor; içinden, ne aptalım ben, söylememeliydim, diyordu.

Neden sonra kendine gelen Elif, yavaşça yanındaki yeri gösterdi ne yapacağını bilemeyen Serdar’a. Sustular bir süre… Saatler ilerlemiş, hastane bahçesi tenhalaşmıştı. Evet, bendim, dedi Elif. Kiloluydum o zaman da. Belki şimdikinden daha çok. Fakat çağrıldığım yere gitmek, arkadaşlarımı yalnız bırakmamak istedim. Vakit geçiriyordum. Doğru hatırladın. İyi de ne yapayım görmüşsen! Senin benimle derdin ne? Bana karşı dürüst olur musun?

Tam bunu bekliyormuşçasına Serdar’ın o ana kadar dilinin altında biriktirdiği her şey sökün etti: Evet, fiziğiniz insanları kendine âşık edecek türden değil. Ancak dürüstlüğünüz, meslek aşkınız, insanlara ve çalışma ortamınıza duyduğunuz saygı beni mest etti. Sizden etkilendim Elif Hanım. İnkâr edemem. Benim de âşık olduğum insanlar oldu elbet. Sevdim, sevildim. Ayrılıklar gördü bu yürek. Fakat şu var ki, insanlardan boyuna dirsek yedim. Hiç vefa görmedim. Yüzsüzce sömürüldüm. Hak etmediğim halde aldatıldım. Ben istedim ki yüreğimi sonuna kadar açayım. Hiçbir şey gizlemeyeyim. O da bana karşı şeffaf olsun. Olmadı, beceremedim. Aldığım darbelerden sonra, emin olun, kadınlardan soğumuştum. Fakat nasıl söyleyeyim, sizi görünce fikrim değişti. Görüştüğünüz biri, bir sevgiliniz var mı diye sormayı bile akıl edemeden pat diye gelip söyledim işte. Haklısınız. Aptallık ettim. Okulda öğrencilere tarih öğretirken küstahlığın tarihini yazdı bu yüzsüz. Özür dilerim, sizi üzdüm… Elindeki gonca, kararsız ve titrek bir şekilde bir avuçtan diğerine geçiyordu.

Serdar’ı gözyaşlarıyla dinleyen Elif yutkundu, yutkundu, yutamadı yaşadıklarını. Taşıverdi yorgun yüreğinden: Yitik çocukluğunu, suskun ergenliğini, acemi üniversite eğitimini… Ardından da Nuri macerasını anlattı ona. Ruhuna örülen bütün taşlar, önce boğazında düğümleniyor, sonra orayı yırtarak dudaklarından dökülüyordu. Nuri’nin ne kadar haysiyetsiz olduğunu dinledikçe Serdar, öfkeden deliye dönüyor, bir insanın ne denli alçalabileceğine hayret ediyordu.

Anlattı, anlattı, sonuna geldi nihayet Elif. Sen şimdi Serdar, insanlara gel de inan bu saatten sonra. Belki Serdar çok iyi biri… Belki de başka bir kurban arayıcı!.. Kime nasıl güveneyim? Hem niçin?.. Ben böyle de mutluyum…

Haklısın, dedi Serdar. İnanmak çok zor. Fakat inanmadan, sevmeden, sevilmeden, umut etmeden nasıl yaşanabilir ki… İstesem senden çok daha farklı bir insanla bir ömür geçirebilirim. Ancak insanlar o kadar zalim ki! Doğuştan ve hiçbir katkı, emek sahibi olmadan getirdikleri dış güzellik,  kimsenin övüncü olamaz! Fiziksel anlamda insanlara dayatılan sahte ölçütlere uygun olmamak, kimse için de bir eksiklik değil! İnsan, var olalı beri kabukla uğraşmış durmuş da içteki özü aklına hiç getirmemiş. Sağlam bir öz, güzel bir yürek buldun mu, tutunacaksın orada. Kime aitmiş diye bakmayacaksın bile. Eğer izin verirsen, ben de tutunmak istiyorum sana, tüm köklerimle!..

Gonca, Elif’in avucundaydı bu kez. Onun gibi solar, bütün bütün boynu düşer miydi? Korkuyordu bir kez daha! Kaygılarını anlayan Serdar, ona hak verdi. Acelesi yoktu, bekleyebilirdi. İkisinin de gözü tüllenen kızıllıktaydı Sarıoğlan ufuklarında…

. . .

İlknur kaydıraktan kayan Cengiz’i kucağına alıp yere bıraktı. Annenle baban şimdi gelir, merak etme çocuğum, dedi.

 Derken Elifle Serdar, alışverişten döndüler. Elif’in, Ablanı yormadın değil mi oğlum, sözünü, Olur mu annesi, biz parkta çok eğlendik şeklinde cevapladı İlknur.

Cengiz: “Baba, baksana, pamuk şeker!” isteğini, Alalım oğlum, diye cevaplayan Serdar satıcı genci çağırdı. Pamuk şekerler ağızlarında eriyip giderken, şu ömür denen rüzgârın, aynı yolda ancak doğru kişiyle yüründüğü zaman, gönüllerde pembe renkte estiğini biliyorlardı.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Hayati Yaman
Hayati Yaman 3 yıl önce
Bir kocaman hoh çektim. Türk filmi gençliği mutlu son istiyor işte ne yaparsın!
Adem KURUN
Adem KURUN 3 yıl önce
Ben de çok sevindim bu sona. N'aparsın, masallarla büyüduk...
Hümeyra
Hümeyra 3 yıl önce
Hocam ne güzel olmuş sonu. Emeğinize sağlık. Bu, Allah hayırlı insanlarla karşılaştırsın duasının hikayesi olmuş.
Adem KURUN
Adem KURUN 3 yıl önce
Çok teşekkürler hocam. Olayın aslına sadık kalmaya çalıştım...