Başörtüsü - 3

Başörtüsü - 3
20-11-2022

Örtünmenin ve örtünün şekilleri de farklı olmak kaydıyla, ülkemizde kadınlar farklı gerekçelerle başını örter. Başını örten kadınlarımızın çoğunluğu kuşkusuz ki “Allah’ın emri” olduğuna inandığı, inandırıldığı için örterken; bir kısmı evlendikten sonra eşinin veya ailesinin isteği için örter. Grafikte pastanın büyük dilimini temsil eden diğer bir kısım kadınımız ise ibadet ederken, cenazede, taziye ziyaretinde, mabet ve kutsallaştırılmış mekan ziyaretlerinde olmak kaydıyla geçici olarak başını örter.

Yine bir kısmı soğuktan ve kısmen de sıcaktan korunmak için örterken, az bir kısmı da çıkar sağlamak, statü elde etmek ve siyasal güç odaklarına mesaj vermek için simge olarak örter.

Burada önemli olan niyet okuyuculuğu yaparak, kişinin ne maksatla başını örttüğüne başkasının karar veriyor olması konumuna düşmemektir. Öyle bir absürtlüğe ve ahlaksızlığa soyunmadığımızı bildirmek isterim. Aksi zihniyeti, insan hak ve hürriyetine aykırı bulduğumu belirtir, o bakış açısını özel hayata müdahale olarak görür ve karşı çıkmayı da demokrat her insanın vaz geçilmez değeri olarak görürüm.

Hele hele niyet okuyuculuğunu siyasiler ve gücü arkasına almış bürokratlar, teknokratlar, onların borazanlığına soyunmuş gazeteciler asla yapmamalıdır. Son derece iğrenç ve çirkin bir eylemdir o…

Bu mevzu, tamamıyla biz eğitimcilerin eline bırakılmalıdır. Aksi halde toplum mühendisliğine soyunulmakta ve halkın bir kesimine topyekûn dar gelen elbiseler biçilip giydirilmiş olunmaktadır. Doğal olarak o elbise, başlangıçta beklenmedik gibi gözükse de, zaman içerisinde hedeflenen ve istendik ölçüde patlak veren, sökükler meydana getiren bir elbise olarak karşımıza çıkmaktadır! Çünkü halkın beklenen refleksleri, istenen yöne kanalize edilmiş ve beklenen siyasi rant sağlanmış olabilmektedir! Toplum mühendisliğinden kastım, tam olarak budur…

Kadınımıza “Sen şu maksatla başını örtüyorsun!” tarzında mobbing uygulamak, başını açmaya zorlamak, “Başını örtüyorsan sen şuraya ait olmalısın!” tarzında kategorik ayrımlara tabi tutmak, “Bu ülkede yaşıyorsan ille de şöyle giyineceksin!” baskısı uygulamak, ikna odalarına tabi tutmak gibi utanç verici olaylar yaşandı ülkemizde. Maalesef ki ‘Kamusal alan’ diye bir kavram icat edip ülkesinin, devletinin kurum, kuruluş ve arazilerini dahi naifliğin ve zarafetin timsali olan kendi kadınlarımıza yasaklamak gibi iğrençliklere imza atılabildi bu ülkede!..

Ne adına? Laiklik ve Atatürk ilkeleri adına!..

Ondan sonra ülkenin kurucu liderine ve onun bilimin ışığında akılcı öngörülerle ürettiği devlet politikalarına düşman ya da en azından çözümün ne olduğunu anlayamayan arızalı nesiller yetiştirilmesine çanak tutulmuş oldu.

Devletin gücünü eline alan sözüm ona Atatürkçü(!) ama içi boş, sloganik Kemalist zihniyetin antidemokratik ve despot uygulamaları yüzünden Atatürk düşmanlığı ve sanki Atatürk ilkelerinin Müslümanlığın önünde bir engelmiş gibi algılar oluşturulmasının tohumları ekildi. Tarikat ve cemaat yapılaşmalarında köpürtüle köpürtüle bu konular işlendiği için doğal olarak, mütedeyyin ve muhafazakar diye nitelenen insanlarımızın Atatürk’e ve ilkelerine çekinceli veya tepkisel yaklaşımı söz konusu oldu ve olmaktadır da. Boşuna mücadele etmiyorum o zihniyetlerle…

Sonuçta başörtüsü zulmünün doğurduğu mağduriyet üzerinden geçinerek, günümüzün fetö elebaşısı, geçmişin ise hoca efendisi Fetullah Gülen de dahil, ABD orjinli “Yeşil Kuşak Teorisi”nin pratisyenleri olarak siyasal İslamcı bir iktidarın önü açılmış oldu ülkemde...

Din eksenli politik söylemler geliştirdiği için, beyin takımı başörtülü eşlere sahip oldukları için, başörtüsü serbestliği üzerinden halkta rahatlama oluşturdukları için yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, adam kayırma, yandaşlık, torpil, irtikap vs gibi Müslümanın uzağından bile geçmeyeceği hususların dibine dalınmış olmasına rağmen, yıllardır iktidardalar ve bir türlü iktidardan düşmemektedirler.

Bu saydıklarım toplumu çürüten ana ahlaksızlıklar olmasına rağmen, onları destekleyen halkın hiç göze batmıyordu… Sanki ‘far avı’ ile tavşan avlanmakta idi! Başörtüsü, halkın gözüne tutulan far olmuş ve halkta geçici körlük oluşmuştu artık…

Genel, yerel, referandum vs hangi kulvarda bir seçim yapılırsa yapılsın, hepsinden galibiyetle çıktılar. Ta ki, 2019 yerel seçimleri olayın rengini değiştirdi. Genç kuşaklar, din ve inanç üzerinden yapılan ayrıştırmalara prim vermediği için artık hiçbir şey eskisi gibi olmuyordu! Hatta kendilerinin dindar olduklarını ve dindar nesil yetiştirme amacıyla hareket ettiklerini söylemelerine rağmen, eylem ve söylem birlikteliğinin ortaya konmamış olması gençleri onlardan daha da uzaklaştırmaktaydı!

Ülkede Kemalist ideoloji ve Dinci ideoloji bu açıdan bakıldığında aynı noktada birleşmekte ve aynı amaca hizmet etmekteydiler. El birliği ile ülkenin Kurucusunun ve Kurucu irade ilkelerinin izleri silinmeye çalışılmaktaydı.

 

“Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmak gerektiği vurgusunu boşuna yapmıyorum!”

 

1980 Askeri darbesinden sonra Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı, Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde sosyokültürel hayatımıza girmişti türban! Pardösü üzerine giyilen geniş bir eşarp idi!  Ardından ebatları küçülecek, pratik örtünme tarzlarında türevleri üretilecek ve markalarına göre toplumsal statü belirleyecek bir sembole dahi dönüşecekti o! O dönemde modern bir model olarak ortaya sürülen pardösü eşarplı kıyafet tarzı, özellikle başı kapalı olarak eğitim görmek isteyen üniversite öğrencilerimizin kullanımına sunulmuştu. O şekilde kızlarımızın eğitim haklarından mahrum kalmalarının önüne geçilmiş oldu!

Sonrasında kadınlarımızın sevgisi ve sempatisini de kazandı aslında türban! Ama “Adı bile bize ait değil, devşirme kullanımlara gerek yok, biz ona başörtüsü diyoruz.” diye günümüzde yaygın olarak türban ismi kullanılmamaktadır! Bugün çok şık ve kendisine yakıştırarak kapalı giyinme modellerini sunan kadınlarımızın kılık kıyafet ve giyim kuşam devrimindeki temeller o günlerde atılmıştı!

Olayın seyrine bakıldığında fıtraten, giyim kuşamın gelenekle ilgili bir realite olduğu ve insanın hem bireysel, hem de toplumsal hafızasında buram buram örf koktuğu görülebilmekteydi!

Günümüzde tam bir kadın tesettürü gibi kabul gören o tarz, aslında bir ara formül olarak hayata girmişti, anlayabiliyorsunuz değil mi?

Pek tabi dini daha iyi yaşadıkları iddiasında bulunan tarikat cemaat yapılaşmaları yine kıyamet koparttılar ve “Türban diye bir şey çıkarttılar, dinimizi tahrif ediyorlar, Müslüman kızlarımızı kadınlarımızı modaya kurban edecekler. Kesinlikle kızlarımız okutulmamalı, hem kendinizin hem de evlatlarınızın ahiretini yakmayın. Geçici bir hayat olan dünya nimetleri ve kariyer uğruna ebedi hayatınızı cehenneme çevirmeyin! Akıllı insan bunun iflasa götüren bir ticaret olduğunu anlar! Oyun büyük yerden planlanıyor. Bunların arkasında çarşafa el uzatanlar için Antep’te, Maraş’ta düşmana kurşun sıkan atalarımızın kuyruk acısı var. Onlarda başaramadıklarını, türban üzerinden torunlarında başarmak isteyen ecnebiler var, Batı var ve Batının kuklası olan Özal var! …” söylemleri ile kendilerince güya Allah için(!) Müslümanları uyarmaktaydılar.

Özellikle de Turgut Özal’ın eşi Semra hanımın başı açık olması, bu söylemlerde önemli bir pay sahibi idi. Özal döneminde cemaat ve tarikat yapılaşmalarına çok büyük imtiyazlar sağlandığı için onlar Özal’ı azıcık sevseler de, onu -ehveni şer- olarak görürler. Kendisini o dönemde askeri güç odakları karşısında takiyye yaparak durumu idare eden ve gelecekte Mehdi’ye zemin hazırlayan biri olarak görürlerdi…

Kısacası ne giyseler, nasıl örtünseler de en nihayetinde çarşaf giymedikçe, peçe takmadıkça, çevre sorunlarına dikkat çekmek için dünya turuna çıkarılmış 7. Kıta temsilcisi gibi giyinmedikçe; Allah’tan rol çalan ve Onun sözcüsü gibi konuşan din oligarklarını memnun etmesi mümkün değildi kadınlarımızın…

“Başını örtmüş ama nasıl giyinmiş? Başı örtülü ama tesettür ne gezer? Başörtülü olsa ne ki, makyaj yaparak adeta -ben burdayım- diye bangır bangır bağırırcasına süsleniyor ve modayı takip ediyorlar! Başörtülü ama sosyete, süslüman vs” gibi ardı arkası kesilmeyen tabirler üzerinden başı kapalı kadına müdahale de almış başını gidiyor! Baş açıklar ise zaten cehennemin en diplerinde kaynar kazanlarda kaynayarak yanacak(!) onların nezdinde… Haşa kendileri Allah’ın danışmanı ve cennetin bekçisiydi ya…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?