Büyük bir emek ve özveriyle inşa edilmiş yapıtlar, bir kıvılcımın neden olduğu yangınla kül olup gidebilir. Büyük yapıtları inşa etmek için sürecin başlaması da yine bir kıvılcıma muhtaçtır. Ama takdir edersiniz ki birinde süreç yeni başlamakta ve emek isteyen bir olguya dair kıvılcım isterken, diğerinde bir çırpıda yok olup gitmeye neden olacak ve sana elin kolun bağlı seyrettirecek bir kıvılcımdır…
Sosyal dokunun örgülenmesindeki toplumsal gerçeklikler de öyledir. Barış, huzur, güven ve hatta sağlık da emek isteyen kıvılcımların inşa ettiği gerçekliklerdir. Savaş, kavga, kaos, bile isteye sağlığın yitirilmesi anlık kararlar neticesinde çakan yıkıcı bir kıvılcımın ürünüdür.
Kötülükler salgın hastalık gibi bir anda yayılır ve bütün yönleriyle toplumu kuşatır. İyilikler ise uzun vadede zorlu bir sürecin ve eğitimin sonucunda kuşatıcılığa kavuşur. Çünkü iyilik emeğin çocuğu; kötülük ise zulmün çocuğudur…
Lanetle andığımız, toplumsal barış ve kardeşliğimize sıkılan kurşunlardan ikisini, Madımak ve Başbağlar katliamları olarak “Filler ve Çimenler” başlıklı yazımda anlatmıştım. Seçim sathı mahalline girildiği andan itibaren benzer hadiselerin fitilini ateşleyecek hainler yine sahne alacaktır. Hele hele din orijinli yapılaşmaların “Allah rızası için yaptıklarına, şehit sevabı kazanacaklarına, cennette en baba köşklerin sahibi olacaklarına inandırılarak” hem ülkemizde, hem de İslam coğrafyasında o lanet eylemleri yapabildiklerine, onlarca kez tanık olduğumuz asla aklımızdan çıkarılmamalıdır!
O nedenle belli aralıklarla siz değerli okurlarımızı sağduyu ve ferasete davet ediyoruz. Bu davetimizi kayıtlara geçmiş karanlık olayları da hatırlatarak toplumsal hafızayı diri tutarak yinelemek istiyorum!
-1993'te PKK ile MİT bağlantılarını çözen Uğur Mumcu'nun onları açıklamaya hazırlandığı anda saatli bomba ile hayatına kast edilip, belgeleri yok edilmedi mi?
-24 Ocak 93’teki Uğur Mumcu suikastı yanında; yine 5 Şubat 93’te kaza süsü verilmiş Adnan Kahveci suikastı, 17 Şubat 93’te Eşref Bitlis suikastı, 17 Nisan 93’te Turgut Özal’ın şüpheli ölümü, 24 Mayıs 93’te PKK’nın terhis olmuş ve sivil olarak yolculuk yapan 33 erimizi otobüsten indirip şehit etmesi! Ardından 2 Temmuz 93’te Madımak katliamı, 5 Temmuz 93’te Başbağlar katliamı!.. Yürekleri dağlamadı mı?
-1995'te İstanbul Gazi Mahallesi'ndeki olayların dahi şaibeli olduğu ortaya çıkmadı mı?
-2006 yılında, ne hikmetse binanın güvenlik kamaralarının hepsi sökülüp tamire gittiği(!) bir dönemde, Avukat Alparslan Arslan tarafından Danıştay saldırısı yapılarak, Hukukçu Mustafa Yücel Özbilgin şehit edilmedi mi?
-2007 yılının Ocak ayında Ermeni lobilerini rahatsız eden, onların istediği yönde açıklamalarda bulunmayan, barış ve kardeşliğimize çabalayan, vatanperver bir Ermeni yurttaşımız Hrant Dink suikastı yaşanmadı mı? O suikastı planlayan hainler, Ermeni diasporasına karşı çıkan bir Ermeni’yi yok ederek, Türk-Ermeni düşmanlığını körüklemediler mi? Bir taşla iki kuş vurarak ölüm yıldönümlerinde bile halen o düşmanlığın değirmenine su taşınmıyor mu?
-2009 Mart ayında kaza süsü verilerek Muhsin Yazıcıoğlu suikastı yapılmadı mı? Olay esnasında radar kayıtlarının silinmesi, jetlerin helikopter uçuş alanına girerek türbülans oluşturması, olayın aramama kurtarmama operasyonuna dönüştürülmesi, soruşturmayı yürüten hukukçulardan örtbas edenlerin terfi ettirilip, üzerine gidenlerin tenzili rütbeye maruz kalması, bilirkişi heyetlerinin uzman kişilerden oluşturulmaması, helikopterin cihazlarını keçilerin(!) sökmesi, olay yerinde ikinci bir (askeri) helikopterin daha kırıma uğraması!.. Bu seri olayların rastgele olduğuna inanmak aptallık değil mi?
-Türk Solu dergisinin Mart 2009 sayısı, "Gülerek yaktın, donarak öldün!" kapağı ile yayınlanmadı mı? Yanan Madımak otelinden kurtarılanların, bizzat Muhsin Yazıcıoğlu’nun dahli ile gerçekleşmiş olmasına rağmen, genç zihinlerde oteli yakanlarla Muhsin Yazıcıoğlu bağlantısı kurmanın ihaneti yaşanmadı mı? Daha sonra derginin genel yayın yönetmeni Gökçe Fırat'ın fetöcü olduğu kanıtlanmadı mı?
-2009'da yine İstanbul Küçükçekmece'de belediye otobüsüne molotof kokteylli saldırı yaparak lise öğrencisi Serap Eser'in yanarak ölmesine neden olan saldırıyı MİT ve KCK bağlantılı şahısların yaptığı, dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in, "Olayları başlatan, yönlendiren ve belediye otobüslerine molotof kokteyli atanların MİT mensubu olduğunu gördük!" beyanatları ile ortaya çıkmamış mıydı?
-2013'teki Kabataş olayı diye kayıtlara geçen, “Deri ceketli saldırgan bir grup, sırf başörtülü diye Zehra Develioğlu'ya saldırdı, üzerine işedi!” şeklinde gerçek dışı haberlerle devletin en zirvesi dahi yanlış bilgilerle donatılmadı mı?
-Bezm-i Alem Valide Sultan Camiinde, ki müezzini olayın gerçek olmadığını söylediği için sürgün edilmişken, "Ayyaşlar berduşlar, camide bira içtiler..." denilerek Gezi parkı eylemleri illegalleştirilip, toplumun kutuplaştırılmasına meşruiyet kazandırılmadı mı?
-Gezi olaylarının bu seneki yıldönümü açıklamalarında, Sayın Cumhurbaşkanı’na, çıtayı daha da yükselterek “camiyi ateşe verdiler!” beyanları da promter’dan okutturulmadı mı?
-2013'teki "Gezi olayları"nın gerçekten samimi ve yeşili korumak maksatlı başlamasına rağmen, başlangıçtaki kişilerin uzaklaşıp, istihbarat üyelerince mecrasından saptırılarak, çok farklı boyutlara taşınmasına tanık olmadık mı? Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün telefon görüşmesi kayıtlarından olayın çözüme kavuşturulabilecekken, bilinçli bir şekilde kutuplaştırılıp siyasi malzemeler çıkarılmasına zemin hazırlanmadığı görülmedi mi?
-2015'te onlarca sivil ve masum vatandaşımızın ölümüne neden olan Ankara'daki "Gar Patlaması"nın içyüzüne yönelik yine dönemin Başbakanı Sayın Davutoğlu'nun, “Açıklarsam, bazıları insan içine çıkamaz!” mealinde -son derece örtülü- açıklamaları çok çarpıcı değil miydi? Açıklamaması daha büyük fecaat değil mi? Güvenilirliğini yitirme pahasına neyden çekiniyor acaba?
-15 Temmuz darbesinin aktörlerinden olan General Mehmet Dişli'nin YAŞ kararlarıyla emekliye sevkinde mutabık kalınmış iken, bir gecede terfi kararının şaşırtıcı durumu dönemin Başbakanı Davutoğlu tarafından dile getirilmedi mi? Mehmet Dişli ile Ak Partili Şaban Dişli Şişli’den çay arkadaşı mı(!)? Şaban Dişli’nin halen fiili görevi ne?
-Fetönün baş imamı, darbenin baş aktörü olan Adil Öksüz gözaltındayken nasıl firar etti? Adil Öksüz'ün dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile Akıncı üssünde birlikte bulundukları için töhmet altı şüphelerin giderilmesi için çaba gösteren TBMM'de araştırma önergeleri neden reddediliyor?
-Suriye ile savaşa girmek için sınır ötesinden bir iki bomba sallayıp, onlar yaptı diye kamuoyunda meşru zemin oluşturma beyanatları verilmedi mi?
Vatandaşının can ve mal güvenliğini korumak birinci görevi olan şeffaf ve adil bir devlette "kimliği belirsiz kişiler!" ya da "faili meçhul cinayetler!" cümleleri kurulabilir mi? Kuruluyorsa bu provokasyonlar devletin içine sızmış, belli mahfillerce korunup kollanan çeteler tarafından organize edilen işler değil midir?
Onun için önümüzde idrak edeceğimiz bayram ziyaretlerinde mümkün mertebe ayrışmalara ve kutuplaşmalara zemin hazırlamamak; barış ve kardeşlik iklimine her zamankinden daha fazla ihtiyacımızın olduğunu aklımızdan çıkarmamak için siyaset konuşmamak gerekir diye düşünüyorum…
Adem KURUN 2 yıl önce
Hayati Yaman 2 yıl önce