Yıllar olmuş dünyaya geleli. Sayınca çok uzun zaman geçmiş gibi üzerinden. Bir yandan da az önce yaratılmışım, az önce tanımışım gibi kendimi. Kardeşimin kundağa sarılı hali gözümün önünde. Geçmişe dair en keskin fotoğraf karelerinden biri odur zihnimde. Taşınmalarımıza dair kareler var mesela. Merdivenli evler, bahçeli evler… Sonra kısa video çekimlerine dönüşüyor bu anılar. Sesler ve akan görüntüler dâhil artık işin içine. İlkokula başlıyorum. Göç eden kuş katarları gibi okuldan çıkışımız. Okula gelişler daha sakin. Kirada durduğumuz mahallede çok çocuk var, çok oyun var.
Yıllar olmuş dünyaya geleli. Öğretmenim, evliyim, anneyim sırasıyla. Hiç değişmeyen bir şeyler var içimde. Oysa yaşım değişiyor, yaşadığım şehirler değişiyor, ağaçlar değişiyor, sular ve bulutlar değişiyor hep birden. Ben içimde bir yerlerde hala o çocuk halimle mahallede, köyde, okul sıralarında dolanıp duruyorum. Kavak ağaçlarının pamucakları rüzgârla yağıp dururken elimdeki demir paralarla Hacı Bekir’in bakkalına ekmek ve gofret almaya gidiyorum. Para fazlaysa gofret yerine parlak ambalajlı çikolatalardan alabilirim. Ekmeklerden birini yarıya indiriyorum eve varana kadar. O taze, ben aç. Daha ne olsun.
Köye gidiyorum sıkça. Yazları hep orada olurduk. Tatile denize gitmek yeni moda oldu. Deveci Dağı’nın eteğine kurulu sıra sıra köylerden biri bizimki. Köyün girişinde kavak ağaçları yolun iki yanına sıralanmış. Sağ tarafta dar, iki yanı kuşburnu ve kavaklarla dizili bir yol var incecik. Çöreğin ağzı. Yolun adı bu. Neden bilmiyorum. Çöreğin Ağzı’nın karşısında ufak bir dere var. Suyu yok ama yatağı mevcut. Bir iki yerinden su kaynıyor göze şeklinde. Sivrisinekler gözenin üzerinde zıpladıkça dalga dalga yayılıyor su halesi. Büyüyor gitgide. Son halka değince toprağa, bakıyorum ki etrafıma orada değilim. Otuzu geçmişim, başka bir şehirdeyim.
Sabah erken uyanıyorum, oldukça zindeyim. Balkonda soba yanıyor. Üstündeki Helle çorbasının dumanı tütüyor. Süt taşmasın diye kepçe ile yukarı doğru savuruyor yengem. İşgefe var, yeşil soğan var. Bazen çökelek de oluyor sofrada. Soğanı işgefeye dürüp bir çorbadan, bir dürümden alacağız. Sabah serin, çorba sıcak, yüzler güleç. Yemekten kalan kırıntıları balkondan aşağı tavuklara atıyorum. Biri koşunca diğerleri de uyanıyor. Ben attıkça havada kapacaklar neredeyse. Cücükler de var. Gurk da pek gururlu. Balkondan seyretmesi güzel. Yanına yanaşmam zaten onun. Ben sadece gurkla kavgalıyım, gurk da herkesle kavgalı.
Başka bir eve geçiyorum. İlk sorulan soru acıktın mı? Yok desem de açsındır diyor diğer yengem. İki yumurta kırıyor tereyağında. İçine yufka (işgefe) ufalıyor. Yufkalı yumurtayı, başka bir yufkaya dürüp yediriyor bize. O yumurtanın turuncusuna hiçbir köy yumurtasında rastlamadım daha.
Yayık yayılıyor evin giriş katında. Tahtadan bir fıçı var ortası delik. Kayışlarla tavana asılmış iki ucundan. Kuvvetlice öne arkaya ittirdikçe ‘tak’ sesi geliyor içindeki ayrandan. Tereyağı çıkacak üste, onlarca vuruştan sonra. Biz şu yayık kalksa da kayışlara tahta atıp sallansak diye umut ediyoruz. Kolay değil o da. Evin içinde salıncağa zor izin çıkıyor.
Oradan da çıkıp aşağıdaki yengemlere doğru gidiyoruz. Buradaki buğdaylar biçilmemişse oraya gitmek daha güzel. Başaklara dokunmak sonsuzluk gibi. “Tanesi sizin olsun seyrini bana verin” der gibi. Olmuşsa kara erik yiyoruz biraz. Her yerde çok. Çok yenirse karın ağrıtır. Daha güzel bir meyve aşağıda var zaten. Biraz izinli, biraz gizli saklı armut yiyoruz orada. Köyün girişindeki pınardan da su içiyoruz. Hep böyle aylaklıkla geçmiyor zaman. Helkelerle su taşıyorum bazen, bazen de bulaşık yıkıyorum, ev süpürüyorum.
Kahvaltı yaptığım yere, dayımın evine geri dönüyorum. Tur tamamlanmış oluyor. Kömeç toplanıyor bazen, bazen de pancar. Ot eksik olmuyor sofradan bozkıra rağmen. “Anne acıktım.” diyen sesler beni çekip alıyor içimden. Kerpiç duvarlar betona dönüyor, ahşap tavan led döşeniyor birden.
Göçüp gidenler var bu evlerden. Benim çocukluğumun baş aktörleri. Yaşayan ve özlemleri Deveci Dağı’nı aşanlar var. Son gidişimde gördüm ki kavaklar kesilmiş, kuşburnu ağaçları sökülmüş, taşlı yol asfalt olmuş. Onlar da değişmiş, benim içimdekiler aynı kalırken.
Bilmedim, çocukluğum cennetimmiş
Büyüdüm de Adem oldum ben
Bu mısrayı yakın zamanda yazdım. Adem olmak cennetten kovulmuş olmak demek değildir. Şu anda cehennemi yaşıyor olmak da değildir. Adem olmak geride bıraktığı cenneti özlemek, ona kavuşmayı arzulamak demektir. Onu vereni Razı etmek, O’na şükretmek demektir. Bu yönüyle çocuklukta hissedilen duygular, Hz. Adem'in cennetteyken hissettiği duygularla örtüşüyor bence. Dünya da her yönüyle özlemler diyarı olarak dikiliyor karşımızda. Çocukluğa özlem, sağlıklı günlere özlem, gidenlere duyulan özlem, bir arada geçirilen vakitlere özlem…
Umuyorum ki bu özlemler de karşılığını cennette bulacak. Eksik kalanlar orada tamamlanacak. Mesele oraya varabilmekte, oraya gidebilmekte. Bu hususta da inananlar olarak torpilli olduğumuzu düşünüyorum. Besmele’den yani ilk adımdan başlıyor ayrıcalık. Rahman ve Rahim olduğunu kendimize hatırlattığımız Rabbimiz; tüm yarattıklarına merhamet duyduğunu Rahman ismi ile ilan eder. İnananlara özel merhamet duyacağını ise Rahim ismi ile ifade eder. Biz ‘Allah'ın adıyla’ der demez o Rahman ve Rahim oluşuyla karşılar bizi. Ne güzel nimet, ne büyük lütuf. Torpilliyiz diye ipleri salmak da olmaz. Elbette ibadet edeceğiz ve çalışacağız Allah’ın rızası ve cenneti kazanmak için.
Sen de bir çıkamadın çocukluktan diyebilirsiniz. Aslında hep güzel şeyler yazıyorum ama kötü şeyler de yaşadım. Çocukluğu insanın anavatanı derler, bendeki de o hesap. İnşallah cennete giderim de şu çocukluğumu şöyle kana doya seyrederim. Öyle bir hayalim var. Çünkü aklımda kalan fotoğraf karelerinin videoya dönüşmesini çok istiyorum. Hem kim istemez ki. Hepimize nasip etsin Rabbim. Amin…
Hayati Yaman 2 yıl önce
HÜMEYRA YALÇIN 2 yıl önce