1980 Askeri darbesinden sonra hükümet etmeye başlayan Özal Kabinelerince müfredata giren ve görüşten daha ziyade -gerçek- diye sunulan “Yaratılış Görüşü” ile “Evrim Din karşıtlığı” belleklerde yer edinmeye başlamıştı.
-Düşük profilli- diye nitelenerek göreve getirilmiş olan, son başbakan Binali Yıldırım Kabinesinin Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz döneminde, 2017 yılında ise bu defa “Dindar nesil yetiştirme projesinin gerekliliği olarak” Hayatın Başlangıcı ve Evrim konusu müfredattan çıkarıldı.
Son hamle ile “Evrim Din karşıtlığı” tezinin üzerine tüy dikilmiş oldu. Sürecin oralara getirilmesinde kimlerin mimar olduğu gün gibi aşikardı aslında. Fakat ona rağmen görmek istemeyenlere bunu göstermek imkansızdı! Davul hükümetin sırtında ama çomak mutluluktan dört köşe olan tarikat ve cemaatlerin elinde idi!
Yaşanan gelişmeleri halkın pek çoğunun ruhu duymazken, meselenin derinliğini kavrayan duyarlı ama etkisiz azınlığın yüreği yanıyordu. Ona rağmen cehaletten beslenen ve o adımların bilinçli atılmasını sağlayan dinci cemaat ve tarikat camiasının beyin takımı, bir kaleyi daha düşürmüş olmanın keyfini çıkararak Haka dansı yapıyor ve etrafa güç gösterilerinde bulunuyordu.
Hiç unutmuyorum, Evrim’in müfredattan çıkarılmasını sağlayan komisyonda görevli olan bir Profesör, ki kendisi o dönemde Harran Üniversitesi Biyoloji Bölüm Başkanı olarak görev yapmakta idi, Haber Türk televizyonunda katıldığı bir programda şöyle bir gerekçe ile yapılan uygulamanın doğruluğunu savunmuştu:
-Gençlerimizin kafa karışıklığını ortadan kaldırdık. Lisede biyoloji dersinde evrim eğitimi alan öğrencilerimiz evlerine geldiklerinde babaannelerinin seccadesini kaldırıp atıyor! Bu denli yaşanan aile çatışmalarının da önüne geçmiş olduk. Diyordu!..
O sözleri duyduktan sonra programı seyretmeye ne gücüm kalmıştı, ne de vicdanım elvermişti. Hocanın adını dahi hatırlayamıyorum!
Elbette o aşamaya aniden gelinmemişti. 2012 yılında zorunlu eğitim kapsamı genişletilmiş ve sistemin süreleri ilk, orta ve lise eğitiminde 4+4+4 şeklinde 12 yıl olarak işletilmeye başlanmıştı.
Özellikle İlkokul süresinin dört yıla düşürülmüş olmasında tarikat ve cemaat yapılaşmaları kendilerinin ne ölçüde etkili olduklarını çok iyi biliyorlardı. Pedagojik yanı olmamasına rağmen, sırf “Kız çocuklarımız buluğa ermeden onları karma eğitimin dışına alabiliyoruz. İlkokuldan erken çıkarabiliyor ve sonrasında istediğimiz koşullarda okutabiliyoruz.” şeklinde amaçlarına ulaşabiliyorlardı artık. Bunu kazanılmış bir zafer(!) olarak görüyorlardı.
Ardından sübyan mektebi diye adlandırdıkları kendi kurumsal yapılarına bakanlık onayları, diğer üst eğitim kurumları ve medrese tahsili yapanlara lise denklikleri filan derken çuvalın ağzı açılmış oldu.
Sonrasında MEB ortaklığı bünyesinde periyodik olarak ayda bir okullarda yürütülen projeler derken, işin ucu gelip, oyun eğlence çağındaki çocukların eğitim yuvaları olan Anaokullarına mescit açmaya dayandı!
“Dindar nesil” Sloganı halkın yüreğini okşuyor ve destek katlanarak gidiyordu. Ama Cumhuriyet ve kazanımlarından rövanş almak üzere kindar bir nesil yetiştirildiğinin farkına ne zaman varılacaktı?!
Kafasında devletin kurumlarına sızarak, mekanizmayı tamamen ele geçirmek için masum gözüken adımlarla yollara taş döşeyenler, o yollardan hep hayal kurdukları nesilleri geçirmenin planlarını yapıyordu oysa. Hatırlayın, “Altın nesil” yetiştiriyoruz diye yola koyulanların, milletin üzerine tankları sürdüğü günleri!
Bilmiyorum puzzle’ın parçaları tamamlandığında Sayın Cumhurbaşkanı bu defa tekrardan “Kandırıldık, Allah’ım ve milletim beni affetsin!” serencamını dile getirme şansını bulabilecek miydi? Çünkü elleriyle büyüttüğü ahtapot, eninde sonunda onu sarıp sarmalayarak boğmaya kalkışıyordu.
Burada amacım okurlarımı, geniş kitlelerce kabullendirilmeye çalışılan, “kendisi masum ama etrafı kötü” algısına düşürmek değildir. Sonuçta kendisi de Siyasal İslamcı olduğu için yaşanan gelişmeleri yararlı buluyor ve onaylıyordu. Yoksa her dönem, kendi lehine sağladığın yasal haklarla dünyanın en yetkili insanı olacaksın, yaşanan en ufak bir olumsuzlukta sorumluluktan zerre kadar pay sahibi olmayacaksın! Kusura bakmayalım ama yok böyle bir nizam. Dünya var oldu olalı, hiç var olmadı öyle bir düzen…
Meselenin önünü arkasını anlama ve yaşananların hangi amaca yönelik adımlar olduğunu saptama açısından, sunduğum bu açıklamalarımın ardından gelelim öznel konumuza…
Liselerimizde Evrim teorisi anlatılırken ne oluyordu? Kıyamet mi kopuyordu? Ya da şimdi kaldırıldı da bir açmazdan mı kurtulduk, girdaptan mı çıktık? Bu gelişmeler neticesinde çok mu korkmalıyız? Ya da asıl korkmamız gereken konu ne?
İşte bu mini dosyayı baştan sona okuduğunuzda, incelediğinizde hem sırayla bu hususlara açıklık getirdiğime hem de yaratılış ve evrim gerçeği hususlarına vakıf olacaksınız…
Lise Biyoloji müfredatında “Hayatın Başlangıcı ve Canlıların Oluşumu” ünitesinde bilim tarihi açısından ileri sürülen görüşler öğretilirdi. Amacım sizleri kavramlara boğmak değil ama en azından konu başlıklarını vermemin doğru olduğu kanaatindeyim. Bunlar; Abiyogenez, Biyogenez, Panspermia, Ototrof Hipotezi, Heterotrof Hipotezi, Lamarck’ın Evrim Teorisi, Darwin’in Evrim Teorisi, son olarak da Yaratılış Görüşü idi.
Siz bakmayın öyle konu başlıklarının çokluğuna! En kısa kapsamlı ünite ve bir haftalık ders programı ile tamamlanan konulardı onlar. Hatta dilerseniz ve bu paylaşımım altına yorumlarla talepte bulunursanız o görüşlerin geçerliliklerini ve çürütüldükleri yönlerini ayrı ayrı paylaşarak, ne denli kısa konular olduğunu da gösterebilirim…
Evrim konusu, “insanın maymundan geldiği” algısıyla belleklerde yer edindiği için açık konuşmak gerekirse, biyoloji öğretmenleri de konuyu oldukça netameli bulurdu. Ayrıca insanların belleğinde yer ettiği şekliyle evrime inanıyormuş pozisyonuna düşerek okulda öğrencilere eğlence, çevreye polemik konusu olmak istemezlerdi. Çünkü biyoloji öğretmenleri olarak bizler de, liseden üniversiteye kadar, eğitim kurumlarımızda hem bilim hem de din açısından konunun altını tam anlamıyla dolduracak bilgi donanımıyla yetişmiyorduk. İdeolojilere kurban edilmiş bir evrim, kafandaki soruları cevaplayamayan, aklının onaylamadığı anlatılara sadece dogmatik bir anlayışla inanmanı isteyen bir din sunumu arasına sıkışmış bir toplumda biyoloji öğretmeni olmak son derece ıstıraplı idi…
İşte o ıstırabı yaşayan zümre arkadaşlarım oldukça hassas davranırdı, davranmak zorunda idi. Aksi halde kopan fırtınada kendisi savrulup giderdi.
Kimi arkadaşlar ise konu esnasında gelen “İlk insan ve ondan yaratılan eş. Kardeş evlilikleri gibi konulara” dayalı soruları, dersi kaynatamaya yönelik sorular olarak gösterip, olayı geçiştirirdi. Kendisinin sadece biyoloji kısmıyla ilgilendiğini, diğer soruları Din Kültürü öğretmenlerine sorması gerektiğini belirterek topu Din Kültürü öğretmenlerine paslardı.
Elbette bu durum okul türü, okulların bulunduğu bölge, il ve öğrencilerin sosyokültürel yapısı ile de son derece alakalı idi. Her yerde aynı boyutta etki gösteren bir konu değildi.
Evrim konularının işlenişine yönelik yöntemler ilçe ve il düzeyinde yapılan biyoloji zümre toplantılarında gündeme gelir ve nasıl bir tutum izlenilmesi gerektiği hususundaki fikir alış verişinde bulunulurdu. Tecrübeli öğretmenlerin genç kuşaklara aktardığı alaylı öğretiler eşliğinde ortak tutum geliştirilmeye çalışılırdı.
Kaldırdık, yok saydık ve çok şükür kurtulduk(!) o dertten…