Siz değerli okurlarımla paylaştığım fikirlerimi, zaman zaman çok sert ifadelerle yazıya döktüğümü düşünebilirsiniz! Ama emin olun hepsinin altını dolduracak yaşanmış örnekliklerim, tanık olduğum olaylarım ve okuduğum öğrendiğim bilgilerim var…
Taliban’a ramak kaldı! Ülkeyi tanrılar ve tarikatlar cumhuriyetine çevirdiler. Eğitimden siyasete, ticaretten bürokrasiye, sosyal hayattan aileye varıncaya dek, her yeri tarikatlar kuşattı.
Ruhbanlara; din taciri, bezirgan, din oligarkları, Allah’ın danışmanı(!) gibi davranan kerameti kendinden menkul zevat, yeryüzü tanrıları, kıllı zatlar, kıl yumakları tarzında sıfatlar taktığım doğrudur.
İnsanların yarattığı din ve Allah’ın gönderdiği din ayrımı, atalar dini olarak yaşanan geleneksel din ile Peygamberlerin tebliğ ettiği din, şeklinde inanç değerlerini ayıran net ve keskin çizgiler çizdiğim doğrudur.
Bir eğitimci olarak bu ayrımı yapmak bizlerin görevi ve boynumuzun borcudur aynı zamanda. Yoksa ılık ve yumuşak yorumlarla -ne şiş yansın, ne kebap- mantığı, bir türlü bizi bataklıktan çıkarmadığı gibi girdabın içerisine daha da çekmektedir.
Keşke bu asli görevini, Diyanet kurumsal yapısı bünyesinde görevli din gönüllüsü arkadaşlar yapsa, yapabilse. Lakin ne mümkün! Onlar toplumun bir adım önünde yürümek ve halka ışık tutmak yerine, -toplumun hassasiyetlerini kaşımayın, halkla çelişkiye düşmeyin- emri doğrultusunda hareket etmektedirler. “Her doğru her yerde söylenmez” diye kutsal bir söz türetip onun etrafında tavaf etmekteler! Yoksa “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” ilahi beyanı –rüzgar gülü gibi dön, yılan gibi kıvrıl- demek oluyor da, bizim mi haberimiz yok?
Hatırlayın, Ankara Müftüsü’nün bir salon dolusu resmi görevliler üzerinden tüm ülkeye seslenişini! Siyasetçi edasıyla halkı galeyana getiren hamaset nutuklarının henüz dumanı üzerinde tütüyor. “Biz zayıf, sahih, mevzu muhkem, ahed, zincir ravili olsun bütün hadislere iman ediyoruz! Onları da vahiy olarak görüyoruz.” Açıklamalarını…
Şak şak şak sesleriyle alkışlar gırıla gitmişti salonda. Beyefendinin de koltukları kabarmıştı. Kına yaksın işte hadis diye türetilen yalan ve uyduruk sözlere. Hz Peygambere ve Onun özel yaşamına ilişkin türetilen herzelerin acı sonucu işte bu yaşananlar! Göreceğiz yarın mahşerde kim peygambere destek oluyor ve onu örnek alıyormuş? Kim de onun üzerinden geçiniyor ve onu satıyormuş? Kim –cı, kim –lı imiş? Artık bundan sonra –cı ve –lı kavramlarına da aşina olmalısınız. –cı ve –lı ‘dan bahsettiğimde zihninizde çok şeyi anlayabilmelisiniz.
Acaba bu yaşanan pedofili vahametinden zerre kadar sorumluluk üzerine alıyor mu o müftü, Ali Erbaş ve genelde Diyanet kurumsal yapısı? Hiç zannetmiyorum. Çünkü biz sonuçları konuşmaya alıştırılmış bir toplumuz. Nedenleri konuşup sonuçları değiştirmek ise akleden insanların ve toplumların özelliğidir.
Akıl gibi bir nimeti yok sayarak, nakil gibi geleneksel öğretiye tabi tutulan topluluklar o bataklıktan asla çıkamazlar. Allah da zaten Rad-11’de “bir topluluk kendi üzerindeki kararını değiştirmedikçe biz o topluluk üzerindeki hükmümüzü değiştirmeyiz”, Yunus-100’de “aklını kullanmayanların üzerine pisliği boca ederiz” mealinde beyanları ile bizi sarsmakta! Ama biz ısrarla kurtarıcı bekleyerek el tutma, etek öpme aşağılığına talip edildik. Ulular türeterek onları yücelttik, kendimizi aşağıladık. Alta yatmaya dünden razı olduk, onlar da üzerimizde tepinip duruyor haklı olarak. Kimse kusura bakmasın yetişkinler olarak biz de çok suçluyuz. Ama çocuklarımızı tarikatlardan, cemaatlerden uzak tutmak ana görevimizdir. Onlar kendilerini koruyamayan can parelerimiz… Hem bireysel, hem devlet olarak çocuklarımıza sahip çıkmalıydık!
Yetimine, muhtacına, yoksuluna sahip çıkamayan, onları bu tarz yapılaşmaların kucağına, insafına bırakan devlet niye var ki o zaman? Hani sosyal devlet her vatandaşının her türlü ihtiyacını karşılayan devletti ve biz sosyal devlettik!
Onların en büyük gelir kapısı ve halkta karşılık bulduğu destek alanları -çocuk okutuyoruz, hafız yetiştiriyoruz- argümanları değil mi? Hakikaten bu hafızlık meslek mi? Halen gerekli bir şey mi? Eskiden bu kadar hafıza kaydı tutan alet edevat, teknolojik aygıt bulunmadığı için hafızlar çok çok önemli bir ihtiyacı karşılamışlardı. Ama artık hafızlık olgusu geçerliliğini yitirmedi mi? Bu soruları sormak bile insanı dinen çıkarır gibi gösterilmiyor mu? Bu yapılaşmaların elinden o hafızlık yalama şekerinin alınma vakti gelmedi mi? Bunları sormak da cesaret istemekte maalesef.
Farklı fikir ileri süren ilahiyatçılar, soluğu Almanya’da alıyor. Hakim geleneğin dinci mankurtları onlar için ölüm fermanı çıkarıyor. Mustafa Öztürk, Mehmet Azimli bunlardan sadece bir kaçı. Daha dün İlahiyatçı Cemil Kılıç MEB’ten ihraç edildi.
Bir de Cemil Çiçek gibi siyasiler “Neden ilahiyatçılar bu sorunlara çözüm üretmiyor?” diye sormaz mı? Siz onlara sahip çıkma adına ne yapıyorsunuz kardeşim? Hakkı savunan ilahiyatçılara ülkeyi dar eden zevata karşı oy getirisi var diye kılını kıpırdatmayacaksın, bilakis daha da palazlandıracaksın! Ondan sonra da kalkıp o soruyu soracaksın. Yemezler hacı dayı…
Önceleri cemaat ve tarikatların yurtları üniversite düzeyinde yasal iken artık lise, ortaokul, ilkokul düzeyinde yurtları dahi yasal hale getirilmedi mi?
Hem de enteresandır. 2016 yılında Adana Aladağ Kız Öğrenci Yurdunda çıkan yangından sonra, yine aynı yıl yaşanan Ensar Vakfı Erkek Yurdunda yaşanan taciz skandalından sonra 2017 yılında yürürlüğe giren yönetmelikle! Adeta yaşanan skandallardan kolayca sıyrılabilsinler, hukuki süreçlerde kurumsal sıkıntı yaşamasınlar diye…
Hatırlayın o dönemlerde olayın üzerine gitmesi gereken bakanlar -bir kereden bir şey olmaz, münferit hadiseler camiaya mal edilemez- diye beyanat vermişlerdi. Kurumsal sıkıntılarının önü de o şekilde açılmış oldu! Oysa o zamana kadar derme çatma yurtlarında öğrenci barındırdıkları için tarikat ve cemaatlerin gayri resmi ve merdiven altı faaliyet yürütmelerinden dolayı daima yürekleri ağzında olurdu!
Fakat siyasal İslamcı iktidar tarafında onlar neler kazandıklarını çok iyi biliyor, iktidar da kendi güç erkine darbe teşebbüsünde bulunmadıkça oy getirisinden dolayı onların habire sırtını sıvazlıyordu! Eğer güç ve iktidar savaşına girmemiş olsaydı günümüzün fetösü, halen gülen hareketi, gülen cemaati olarak hayatını idame ettirecekti. Ve yine onlara methiyeler dizilecek, eleştirenlere -size kargalar bile gülüyor- diye dalga geçilecekti. Tıpkı günümüzde efendi hazretleri dedikleri zatın cenaze merasiminde devlet erkanı önünde tarikata veliaht tayin edildiği gibi. Tıpkı bakanlıklar ve kurumların tarikatlar arasında pay edildiği gibi…
2023 bütçesinden 35 milyar pay alan Diyanet kurumsal yapısı onların zihniyetinden farklı mı? Bu devasa bütçeyle Diyanet var olduğuna göre, ülke kaynaklarını her yönüyle sömüren tarikatlar ve cemaatler neden var? Onların maddi kaynakları kayıt dışı üstelik! Kendi adlarına kurdukları yasal vakıf ve dernekler aracılığıyla halktan, bakanlıklardan, belediyelerden aldıkları fonların, gayrimenkullerin haddi hesabı yok! Kara delik olmuş ülkeyi yutuyorlar. Bir de çoluk çocuğun hayatlarını karartıyorlar.
Yine hatırlayın lütfen Fatih Nurullah denilen kıllı zatın kendi müridinin 12 yaşındaki kızıyla taciz ilişkisini? Kızın babasına telefonda söylediği “Sen Ebu Bekir olmak istemiyor musun oğlum?” sözünün ne anlama geldiğini, az buçuk dini terminolojiden haberdar olan herkes bilir ki; bal gibi Ayşe annemiz ve Peygamberimizin evliliğinden dem vuruyor, bu uçkur düşkünü kart zamparalar! Alçak ve aşağılık sapıklar, bari hiç olmazsa hayvanların dahi gözettiği biyolojik, bedensel, anatomik ve hormonal gelişimin tamamlanmasını gözetin ne olur! Yaptıklarınızdan ve yediğiniz herzelerden arşı ala titriyor!
İşte insanların türettiği şeriat dininde, Ayşe annemiz ve Peygamberimizin evliliğinden dolayı çocuk gelin(!)lere kapı aralanmaktadır. Bir kısım din oligarkı ilahiyatçıların “6 yaşında, 9 yaşında, 13 yaşında, hatta yaş anılmaksızın bebekken bile nikah kıyılabileceği!” görüşlerini içeren sapıkça videoları onun için piyasada dönmektedir! Görünenler oldukça az ama af buyurun, mike göre uydurulmuş bir din üzerinden Taliban zihniyeti alıp başını gidiyor. Tek fark, teoriyi pratiğe dönüştürecek fırsat ellerinde yok! Olsa gizli saklı gerçekleşen bu olaylar, şeriat yasası olarak uygulama alanı bulacak. Bu çocuk evlilikleri için nikah yaşına yönelik açıklamaları ilk kez ülke gündemine düşünce Nurettin Yıldız hakkında soruşturma açılmıştı ama takipsizlik kararı verildi! Oysa bir twitten içeri alınanları, Şarkıcı Gülşen’in başına gelenleri biliyorsunuz!
Kurban olduğum ilahi metin Kur’an, nikah için fıtrata uygun ve olması gerektiği gibi buluğ çağını dahi baz almayıp, rüşt yaşından bahsederken, Diyanet bile merdiven altı din gruplarıyla yarış edercesine “kız için 9, erkek için 12 yaşı” kriter olarak almaktadır! Allah ile savaş halinde olduklarının farkına ne zaman varacaklar bekliyoruz? Malına mülküne, eşine, evine, çokluk çocuğuna malik olabilecek, onları idrak seviyesine erişmiş olabilecek nikah çağı olarak reşit yaşı işaret eden Nisa-6 orada dururken, beyler nereler kapı aralıyor işte görün sevgili okurlarım. Talak-4 Ayetinde geçen “adet görmemiş kadın” beyanını “henüz adet görmemiş kız çocukları” olarak değerlendirmeye alıp yüzyıllardır türettikleri fıkıh kaynakları ile Kur’an’ın önüne geçerek İslam coğrafyasında çocuk gelinler(!) ve çocuk evlilikleri ile hayatlar karartıldı ve karartılmakta. Oysa henüz adet görmemiş bireye Kur’an, kadın anlamında nisa demez, sabi der! Bu küçücük detay bile orada geçen ifadenin her hangi bir nedenle adet görmemiş olan kadın olduğunu anlamaya yeterdi. Kaldı ki, adet düzensizliği veya adet gecikmesi biyolojik olarak karşılık bulan bir realitedir…
Peki nasıl oluyor bu yaşananlar? “İmam nikahı” veya “Dini nikah” koruma kalkanı ile hazır edilmiş kılıf, ne güne duruyor?