Üçüncü sorumuz “Hacamatın tıbbî ve biyolojik boyutunun ne olup ne olmadığı?” idi, hatırlayalım lütfen!
Anatomik açıdan dokular arasına nüfuz eden kılcallar, kan ile hücreler arasındaki madde alış verişini sağlayan damarlardır ve oldukça yüzeysel yayılış alanına sahiptir. Kılcallarda seçici geçirgenlik söz konusudur ve kandaki her madde kılcallardan çıkamayacağı gibi doku sıvısından da her madde kan kılcallarına giremez!
İşte hacamata yüklenen tılsım ve sır burada yatmaktadır! “Kana geçemeyen o atıkları ve toksinleri sözüm ona hacamatla atmak ve vücudu arındırmak tıbben ve biyolojik olarak gerekliymiş!” algısı üzerinden insanlar ikna edilir. Oysa burada fevkalade önemli bir detay gizlenerek şark kurnazlığı yapılmaktadır!
Vücut anatomimizde kan dolaşımından ayrı olarak bir de lenf dolaşım sistemimiz var. Lenf dolaşım sistemimiz, kalbi ve atardamarı olmayan bir sistemdir. Damar ağı olarak lenf sistemi, bir ucu kapalı olmak kaydıyla kılcal damarlardan ve onların bağlantılı olduğu toplardamarlardan oluşur. Tıpkı kan kılcalları gibi lenf kılcal damarları da dokular arasına nüfuz eden bir sistemdir. Lenf kılcallarının geçirgenliği, kan kılcallarından daha fazla olduğu için doğrudan kana geçemeyen büyük molekülleri, toksinleri, kan hücrelerini dokular arası sıvıdan emerek kendi toplardamarları aracılığıyla onları kan dolaşımına geri kazandırır. Geri dönüşümün kralını gerçekleştiren bir sistemdir o!
Neredeyse hepimizin başına gelen küçük bir pratik bilgi örneği ile lenf sisteminin dokular arası sıvıyı nasıl pirüpak temizlediğini, izah edeyim.
Elimiz bir kapıya kısıldığında veya keser, çekiç vb metal aletleri yanlışlıkla elimize vurduğumuzda vücudumuzun o bölgelerinde iç kanama olur. O bölgelere kan oturur ve darbe alan yer morarır. Hasar çok büyük olmadığı için ne doktora gideriz, ne de ilaç kullanırız! Tecrübeyle sabittir ki, kan oturan yerimiz ilk gece biraz zonklar ve ardından acısı kalmadığı gibi morluk da günden güne açılarak iyileşir. İşte o geri dönüşüm, Lenf Sistemi sayesinde olur. Bu sistem, sadece doku hasarı zamanında değil, her an ve her koşulda devrededir. Görevini sistemik bir arıza olmadıkça sorunsuz olarak yerine getirir.
Metabolik, hormonal ve fizyolojik açıdan diğer rahatsızlıklarda olduğu gibi lenf sisteminde de problemler yaşanabilir. Onun teşhisini koyacak olan hekimlerdir ve o durumda modern tıp yöntemleri ile tedavisi mümkün değilse, zaten alternatif olarak hacamatı doktorlar önerecektir. Yani hacamatın kararını, -son olarak bir de onu deneyelim- diye doktor vermelidir.
Son çare olarak başvurulması gereken bir eyleme, ilk müracaat edilecek yöntem olarak yaklaşılması kişinin bünyesel fizyolojisini olumsuz etkilemesi ve tembelleştirmesi açısından etik değildir.
Araştırmalarımda özellikle dikkat ettim, lenf sistemi tıkanıklığı sonucu ortaya çıkan -fil hastalığı- tedavisinde hacamat kullanılmıyor? Esas kullanılması gereken yerde devreye girmiyor. Sıfıra yakın riskle, insanın sağlıklı lenf sistemini köreltmek üzere, insanlara hacamat yapılarak, ömür boyu onları hacamata mahkum ediyorsun, ama lenf sistemi çalışmayan insan için uygulamaya yaklaşmıyorsun! Bu yaman çelişki sizce de çok enteresan değil mi sevgili okurlarım?
Niye acaba? Çünkü altından kalkamayacak bir boyuttadır ve karizmayı çizdirmek istemez de ondan!
Spesifik alan bilgisi içeren kalp damar cerrahisini ve genel tıp bilgisini bir yana bırakın, sayısal alana ait lise biyoloji bilgileri ışığında her insan, yukarıda bahsettiğim, vücudumuzun lenf sistemi ve görevlerine ait o muhteşem donanımını kavrar aslında. Fakat öğrendiğimiz bilgilerin güncel hayatla bağını kurmaktan aciz kaldığımız anda tongaya düşmüş oluyoruz işte!
Yani insanların bile isteye tercih ettiği neşter veya jiletle cildine küçük kesiler attırarak doku altında biriken toksinleri vücudumuzdan uzaklaştırıyoruz mantığı, tıbben ve biyolojik olarak da tamamen gereksiz ve geçersiz bir uygulamadır.
Gereksizliği, hacamatın görevini lenf sistemi fizyolojisinin yerine getiriyor olmasından, geçersizliği ise tıkır tıkır çalışan lenf sisteminin işlevselliğini bozması, tembelleştirmesi ve giderek çalışmaz hale getirmesinden kaynaklanmaktadır. Periyodik olarak uygulanan hacamat, tamamen lenf sisteminin görevini üstlenir pozisyona evrildiği için artık o uygulamaya vücut alışıyor ve yaptırmadıkça rahat edemez duruma geliyor. Kısacası rutinler arasına giren bir alışkanlığa dönüşüyor.
Benzer bir uygulama olarak eklemlerin kütletilmesini de örnek verebilirim. Parmakları, boynu, dirsekleri ve bel omurlarını kütletmek sakıncalıdır. Kütletme veya çıtlatma diye tanımlanan o eylem, eklemlerde sıvı üreten zarların yırtılmasına ve sıvının üretilememesi sorunu ile baş başa kalmasına neden olan bir eylemdir. Yaşlılıkta ortaya çıkacak olan eklem ağrıları, kişinin yaşam kalitesini çok düşürecektir. Hatta bazı kimseler açısından son derece zararlı olduğu doktorlarca söylenmesine rağmen sürekli eklemlerini kütletmeye alışmış olan kişiler o ihtiyaç belirti gösterdiği anda ilgili eklemini kütletmezse vücudu bir türlü rahat edemez. İşte hacamata alışmış kimselerin akıbeti de bir süre sonra -yaptırmazsa rahat edemez- duruma gelir.
Deri altından dokular arası sıvıya karışmış olan kanın o bölgelerden vakumla çekilip alınması ve dışarı atılması aslında kontrollü ve isteğe bağlı olarak bir dış kanama gerçekleştirilmesi eylemidir aynı zamanda.
Bu durumda doğal olarak kan pıhtılaşacak demektir. Bunda bir anormallik ve abartılacak durum söz konusu değildir. Kan damar içinde dolaşırken, vücudun ürettiği heparin sayesinde pıhtılaşmaz. Normal koşullarda zaten damar dışına çıkmaz, fakat hava ile temas ettiğinde ise pıhtılaşma mekanizması devreye girer ve pelteleşir. Hacamat kupası içindeki havanın azlığı sürecin uzamasına neden olduğu için insanlar sanki vücut içinde de kan o şekildeymiş gibi algılar! Hatta kapalı devre ve içinde heparin olan kupaya çekilirse hiç pıhtılaşmayabilir de! Tıpkı biyokimya laboratuvarlarında damardan vakumla kan aldırırken, içine çekildiği tüplerde olduğu gibi…
Ayrıca ister hacamatla, isterse başka yöntemle olsun, vücuttan kan alınması durumunda kan dolaşımı hızlanacak, kan hücrelerinin üretim mekanizması daha aktif çalışacak, hormonsal salgı merkezleri ve sinir sistemi uyarılacaktır. Bu da hacamatın tılsımını göstermez, tam aksine vücut metabolizmasının doğal bir biyolojik adaptasyonudur. Çünkü her vücut kanamalı bir durumla karşılaştığında bu etkiye karşı saydığım tepkileri gösterme adaptasyonuna kodlanmıştır. Bunu başaramayan ise elenir gider…
Hacamatın tedavide hiç azımsanmayacak rolü de tıbbî açıdan plasebo etkisi’dir. Plasebo etkisi, çeşitli hastalıklarda yüzde otuz ile yetmiş oranında değişen oranlarda kısmi düzelmeye neden olan bir gerçekliktir. Her ne kadar kesin çözüm olmasa da plasebo etkisi, sürece anlık veya belli bir süre hissedilir şekilde düzelme, rahatlama ortaya çıkarmaktadır. Bu durum, deneyler üzerinden ispatlanmıştır. Dolayısıyla hacamat olmaya karar vermiş olan kişi, bilinçaltında ve bir de duyduğu bilgiler ışığında zaten işlem sonucunda rahatlama yaşayacağına şartlanmış pozisyondadır. O nedenle, işlem sonrasında bir iki günlük acıma ve ardından kesi yaralarının iyileşmesi sırasında kabuk bağlarken oluşan kaşıntılar dışında temelde riski yok denecek kadar az olan hacamat eylemini de yaptıran kişiye iyi gelmektedir. Bu fiili ve sözlü onay, kulaktan kulağa yayılarak, eylemin popülaritesini tedavi boyutuna çıkarmaktadır. Gizem ve sırlarıyla birlikte psikolojik zemine de oturan hacamatın, tıp ve biyoloji açısında özü budur sevgili okurlarım.
Adem KURUN 1 yıl önce
Hayati Yaman 1 yıl önce