Korumak, kollamak, gözetmek, yardım etmek, elinden tutmak, kayırmak gibi anlamlar içerir. Çıkış noktamız burası olmak koşulu ile oldukça önemli ama bir o kadar da yürek burkan bir konuyu gündeminize taşıyacağım. Depremde ve deprem sonrası koordinasyonsuzlukta yaşanan liyakatsizliklerin utancına ithafen…
Aile, özellikle çocukların himayesi için önemlidir. Fakat bu himayemiz çocuklarımızın özgürlüklerini, özel yeteneklerini acaba ne ölçüde geliştiriyor ya da köreltiyor? Yoksa çocuklarımız, tabiri caizse rızkını temin edenler olduğumuz için biz ebeveynlerine eli mahkum bir şekilde mecbur mu hissediyor kendilerini? Ekonomik özgürlüklerine kavuştukları andan itibaren o mecburiyet ve tutsaklıklarından kurtulmanın planlarını mı kuruyorlar kafalarında?
Aile dediğimiz kurumda onları himaye ederken, himayenin tanımlarını yerine getirirken onları bir emir eri mi yapıyoruz? Bu anlayış sadakat kültürünü mü doğurmuyor? Çok uysal ve sadık bir rol üstlenen evlat, hele bir de kurnazsa, ebeveynlerinin sözüm ona en gözdesi olmuyor mu? Bu tutum ve davranışlar, aile içinde büyükleri adaletten yoksun davranmaya itmiyor mu?
Bu sorular ışığında aile içinde yaşanacak muhtemel sorunları tahmin edebilirsiniz. İlerleyen süreçte birlik ve beraberlik bozulmuş, güven ve dayanışma paramparça olmuş, sermayeyi tüketen ve kendi kendisini bitirecek olan aile(!) yok olmaya doğru yola koyulmuş demektir.
Şimdi buradan büyük aile diye nitelendirebileceğimiz Devlet birimine ve onun aile bireyleri olan vatandaşlarıyla bağına ve ilişkisine yükseltelim izdüşümü!
Devlet, acaba himaye ettiği vatandaşlarını koruyup kollarken, sorunlarına yardımcı olurken, hem kendi geleceğine hem de vatandaşlarının geleceğine yönelik gözetimde adalete riayet ediyor mu? Vatandaşlarını himayede, eşit yurttaşlık bilincinin gereği ile yaklaşabiliyor mu? Vergisini alırken, askere alırken, fedakarlık talep ederken, şehitlik ve gazilik payelerinde onları hep hatırlarken, nimet paylaşımında onların bir kısmını unutuyor mu? Yoksa onları kendisine mahkum ve mecbur hissettirecek bir ortam mı sunuyor? Bunlar gerçekleşiyorsa, vatandaşlarının bir kısmı öz, bir kısmı da üvey evlat muamelesi görmüyor mu?
Bu muameleyi kim ve ne hakla yapıyor? Devlet denen aygıt eşit vatandaşlık bilinciyle ortaya çıkmış olan çatı kurumken, o aygıtın yönetsel emanetini eline almış kişiler, sahip gibi davranma hakkını nereden alıyorlar? Daha önemlisi öyle bir hakkı kendilerinde neden görürler? Bu durum devletin yerine kendisini koymuş olan yönetim erkinin gözüne girmek için var gücüyle takla atan kurnaz ve sadık kullar ortaya çıkarmaz mı? Ortaya çıkan o sadık kullar devletin kendi kendisini tüketmeye gidişinin yollarına çöküş taşlarını döşemez mi?
Üzülerek belirtmek gerekirse tam da öyle oluyor!
Çok kıymet verdiğim ve sosyal medyada gerek hikaye, gerekse akış paylaşımlarını "mutlaka okumalıyım, mutlaka görmeliyim!" dediklerim arasında yer alan bir öğretmen arkadaşım, kardeşim var. Kendisi ismini açıklamamı istemediği için beyan etmiyorum ama gerçekten tam bir eğitimci ve her yönüyle örnek bir öğretmen. Aslında akademik çalışmalarına da devam etmekte, lakin henüz üniversitelerin akademik kadrosuna adım atabilmiş değil!
İşte tam da sorgulama burada devreye giriyor. Acaba üniversite hocalığına adım atamadı mı, atması engellendi mi? Kendisiyle birlikte doktoraya başlayanları bırakın, ondan sonra başlayanlar arasından bile hoca olanlar var. Meğerse çok beceriksiz(!) ve liyakatsizmiş(!) değerli hocam! Engellendiği her sınav, mülakat ve jüri testleri gittikçe beceriksizliğini(!) tescillemekte iken onunla doğru orantılı olarak, ülkesine ve devletine olan bağlılığını azaltması beklenir değil mi?
Oysa o çelikleşmiş iradesi ve el etek öpmeye yanaşmayan ısrarlı dik duruşu ile o kapıyı aşındırmaya ve adım atmaya devam etmektedir. Ondaki azim ve kararlılığa hayran kalmamak elde değil! Sırrını sorduğunuzda; “Muhtaç olduğu kudretin, damarlarında dolaşan asil kanda olduğu…” bilgisini almış birisine o soruyu sormanın abesle iştigal olduğunu bildirecek kadar da asildir o…
Eğer hak etmeye kalsaydı iş, o zaten çoktan üniversite hocası olmuştu, ama "Bırakın torpil için birilerini araya koymayı, siyasi veya nüfuza dayalı referans bulmayı! Hakkım yenmesin diye dahi adam bulmaya çalışmıyordu hiç!” Eminim bu son bilgi paylaşımım ne kadar dürüst olsanız veya dürüstlük iddiasında bulunsanız bile size “Bu kadar da olmaz. Bu ülkede bu şekilde yaşamak dürüstlük değil artık!” diye sizi çileden çıkarmış olmalıdır diye düşünüyorum. Ama hakikat öyle işte. Israrla “Hak eden kazansın, ben hak ediyorsam ben kazanayım, doğruluk ve dürüstlük terazisi şaşmasın.” diyor! Emin olun ben de hayretler içerisindeyim…
Ülkemizde herkes bu anlayışa sahip olsa ne güzel olur değil mi? O şekilde düşünmek ve olmak çok mu üstün özellik? İnsan olmamızın asgari gerekliliği değil mi? Üniversite kadroları tam olarak gerçek liyakatin arandığı alanlar olmalı ki, ülke kalkınması ortaya çıksın diye yaklaşılmalı iken, o kadrolar iş bulma ve istihdam alanı olarak görülmekte, torpille kadrolar doldurulmaktadır. Yaşananlar, kurnaz ve sadık kulların büyük aileyi yok etmeye götüren yollara çöküş taşlarının döşemesi değil de nedir?
Bundan sonrasını, bir liyakatsizlik örneği videosuna bağlı olarak, yazışmamızdan buraya aktardığım kesit üzerinden onun sözleri ve tespitleriyle bitirmek istiyorum.
https://twitter.com/drkaanyl/status/1620315305716367361?t=Di2lwFRBPPIjXOy_gebU2w&s=08
Çok teşekkür ederim Hayati Hocam. Ben de izlerken duygulandım. O kadar zor ki gerçekten. Birlikte doktorayı bitirdiğim kişiler, benden sonra bitirenler kadro buldu, doçent bile olmaya başladılar. Ama ben ‘mal’ olduğum için hala bekliyorum. Bu ülkede bir şeyleri hakkınla yapmaya çalışmak, el etek öpmeden bir yerlere gelmeyi beklemek ‘mallık, saflık, enayilik’ olarak algılanıyor ne yazık ki! Sizi sürekli kendi yanlışlarına ortak etmeye çalışan insanlarla doluyor etrafınız. Çünkü siz de yanlış olursanız, onların yanlışları göze batmayacak. Siz doğru durdukça sırıtıyorsunuz içlerinde.
Asıl mesele iyi olmaktan çok iyi kalmakmış bunu anladım. Ve tüm bunlara rağmen çalışmak, üretmek çok zor. Ama elimizden başkası gelmez.
Burhan Özbeyoğlu 2 yıl önce
Hayati Yaman 2 yıl önce
Adem KURUN 2 yıl önce
Hayati Yaman 2 yıl önce
Hayati Yaman 2 yıl önce
Lakin en son benim de ümitli olduğum bir müracaatı daha gerçekleşmemiş. Çok üzüldük karşılıklı olarak! Her ne kadar alınacak kişiler belli denilse de özel şartları olmayan bir kadro açılmış olduğu için şansını denemek istemişti. Olmamış maalesef... O, kocaman yüreği ile akademik çalışmalarına dışardan devam edecek ama! Bir gün mutluluğunu ve sevincini de sizlerle paylaşmak isterim. Başaracak ve ona inancım sonsuz...