Anlatılmamış bir hikâyeyi içimizde taşımaktan daha büyük bir acı olamaz. Anlatılamayan hikayelerin ve çözülemeyen sorunların kanayan bir yaraya dönüşmesidir vesvese. Özellikle çocuk yaşlarda yaşanan sorunlar böyledir ve insan karakterinin oluşumu üzerinde oldukça etkilidir. Alman filozof Nietzsche’nin “Hayatımızın dramı bir zamanlar çocuk olmamızda yatar," sözü bu gerçeği ifade eder. Çocukluk çağı, insanın en savunmasız olduğu bir çağ olduğu için, yetişkinlere göre küçük sayılabilecek bir olumsuzluk bile çocukta derin izler bırakabilir. Vesveselerin ilk tohumları da maalesef ki bu çağda atılır. Toplumun, çocuk hakları ve eğitimi konusunda bilinçli olması bu açılardan çok önemlidir. Çünkü, sağlam çocuklar yetiştirmek, bozulmuş yetişkinleri düzeltmekten daha kolaydır. Vesvese, sözlükte, kötü telkin, zihindeki karışık sözler, kuşkulanma, insanın içine doğan zararlı uyarıcı, kötü duygu ve düşünce, zararlı fısıltı, evham gibi mânalara gelmektedir.
Nasıl oluyor da zihnimizde bu saçma ve kötü düşünceler yer alabiliyor?
Yunus Emre "bir ben vardır bir de benden içeri" sözüyle insanın içindeki gizli benlere işaret eder.
Bir odada iki kişi buluştuğunda diyor, İngiliz eğitim bilimci W. James, "orada aslında altı kişi vardır:
Kendimi gördüğüm halimle ben, onun beni gördüğü haliyle ben, benim onu gördüğüm haliyle o, onun kendisini gördüğü haliyle o, gerçekte olan ben ve gerçekte olan o."
"Gerçekte olan ben" kişisi insanın hakikatini ortaya koyduğuna göre, o 'gerçek ben'i inşa etme konusu, üzerinde detaylıca durulmayı hak ediyor. O 'gerçek ben'e hayat şartları gereği eklemlenmiş olan, insanın ayarlarını ve yaşam kalitesini bozan şeyleri kişinin fark edebileceğini şu ayeti kerime'den anlıyoruz.
"İnsan, her ne kadar mazeret ileri sürse de kendisi hakkında basiret sahibidir" (Kıyame suresi, 14 - 15)
Demek ki insan, basiretle iç dünyasına bakabilirse hakikatini de vesveselerini de görebilir ve hayatını daha iyi yönetebilir.
Sahabeden biri Hz. Peygambere şöyle bir soru sorar:
Ey Allah'ın Resulû! Bazılarımız içinden öyle sesler işitiyor ki, onu (bile isteye) söylemekten (veya yerine getirmektense) kömür kesilinceye kadar yanmayı veya gökten yere atılmayı tercih eder. (Bu vesveseler bizi günaha sokar mı?)." Hz.
Peygamber:
"Hayır, sizin bu (korkunuz) gerçek imanın ifadesidir," cevabını verdi. Çünkü mümin, aklından hiç kötülük veya şüphe geçirmeyen kişi değildir. Mümin, aklından geçen kötülüklere rağmen iyiliği seçendir. Hz. Peygambere sorulan bu sorular gibi çevremizdekilere veya kendimize, sorunlarımızla ilgili doğru sorular sorabilmek, sorunun çözümü yolunda atılmış en önemli adımdır.
Yine şu sorular, vesveseyi tanımaya ve ortadan kaldırmaya yardımcı olabilir:
Bu, ben miyim?
Hayatımın direksiyon koltuğunda oturan kim?
İçimden yükselen bu sesler kime ait? Bir hata yaptığımda kendime kimin sesi ile kızıyorum?
İçimden geçen kötü ve mantık dışı şeyler başkalarının içinden de geçiyor mudur? Bunları nasıl yenebilirim?
İnsan, hayatın zorlukları karşısında zihinsel duruluğunu kaybetmiş olabilir. Sanki o duruluk dünyanın kötü renkleri tarafından kirletilmiştir. Beyni kemiren bir kurt gibi rahatsızlık veren vesvese ve şüpheler çoğunlukla hassas, çok düşünen, merhametli ve adaletli yapıya sahip insanlara musallat olur. Vesvese bir bakıma, insanın kendi olma yorgunluğudur. Dünyanın dertleriyle boğuşma yoğunluğudur.
Uğradığı haksızlıklar, suçlamalar, işgaller, dışarıda bırakılmanın verdiği acılar, insanı hakikatinden uzaklaştırsa da yorgun düşse de vesveseyi zihninden kovup, geçmişin esaretinden ve geleceğin kaygılarından kurtulup, bugünün tadını çıkarmak mümkündür. Başkalarına değil, kendine kurulu bir saat olmayı başarmak muhteşemdir.
Yüce Allah, insanın vesvese sorununa şöyle bir ışık yakıyor:
“Eğer şeytandan bir vesvese gelip seni dürterse, hemen Allah’a sığın. Şüphe yok ki Allah’a bağlı olanlar kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman, iyice düşünürler sonra hemen gözlerini açarlar“ (A’râf 200-201).
Demek ki insan, şeytanın dürtmesini fark ettiği anda, kendisine bir uyanıklık hali geliyor ve işler değişebiliyor. O anki olumsuz düşüncelere, biraz da olsa sıyrılıp uzaktan kuş bakışı bakılabilirse, değişim başlamış demektir.
İradi bir varlık olan insan, değişimi başlatmakla kalmamalı, diğer aşamalara da ivedilikle geçmelidir.
Her insanın içinde bulunduğu şartlara göre değişmekle birlikte, vesvese veren şeytan düşmanından korunmanın pek çok yolu vardır.
Okumak, yürüyüşe çıkmak, balık tutmak, çocuklara masal okumak, bir yetenek öğrenmek veya öğretmek, bir yaşlıya, hastaya veya çocuğa hizmet davranışlarında bulunmak, bunlardan yalnızca birkaçıdır. İbn- Haldun, insan beynini değirmen taşına benzetir. İçine bir şey atmazsak kendinden öğütür, der. Kendimizden yememek için yeni bir şeyler üretebiliriz. Esaretten kurtulma yolunda atılacak her adım, zihindeki canavarı etkisiz hale getirmenin birer aşamasıdır. Canavarın yap dediği her şeyin tersini yapmalıdır. Çünkü onu zayıflatıp esir almalı ve yönetmeliyiz. Yoksa o bizi yönetir. Örneğin, canavar derse ki, 'abdestin olmadı, tekrar al", almamalıdır. 'Namazın olmadı, yeniden kıl,' kılmamalıdır. Yine o şeytan derse ki, 'sen günahkâr birisin, kötüsün, değersizsin, bir işi beceremezsin', inanmamalıdır. Bunun gibi daha pek çok olumsuz yönlendirmenin rüzgarına asla kapılmamalı, üretmeye devam etmelidir. Aksi halde kişi, olumsuz düşüncelerinin esiri olur, hiçbir hareket alanı ve huzuru kalmaz. Cenap Şahabettin, "Ben fikirlerimin sahibiyim, kölesi değil, gerektiğinde onları değiştiririm," diyerek insanın, duygu ve düşüncelerine hâkim olma gücüne dikkat çekmiştir. Rivayete göre Allah Rasulü, bir yerden geçerken, boş duran birine rastladı. Ama ona karşı mesafeli durdu, pek ilgi göstermedi. Dönüşte ise aynı kimseye selam verdi, ilgi gösterdi. Ashab-ı kiram, bunun hikmetini sorunca buyurdu ki: "Giderken hiçbir iş yapmıyordu. Boş durmaktan Allah hoşlanmaz. Dönüşte
ise, bir çubukla yeri karıştırarak da olsa, bir şeyler yapıyordu. (Bir amacı vardı)
Onun için selam verdim, ilgi gösterdim." Düşünür ve hekim Ebubekir Razi de, insan için, meşguliyetten daha iyi bir tedavinin olmadığını söylemiştir.
Ancak insanın kendine söz geçiremediği durumlar da vardır. Sinirler iyice yıprandığında bir uzmana başvurmak, yine insanın kendisine karşı sorumluluğudur. Çünkü insanın uyacağı ilk yasa varlığını korumak ve kendine gereken özeni göstermektir. (J. J. Rousseau)
Karşılaştığımız sorunlarla ilgili çıkmaza girdiğimiz zaman yardım almak, son derece sağlıklı bir bakış açısının ürünüdür. Kişi, yardım almaya karar verecek durumda değilse, yakınlarının sorumluluk alması gerekir.
Hz. Peygamberin, 'tedavi olunuz. Çünkü hastalığı yaratan, ilacını da yaratmıştır,' sözü uyarınca gerekenler yapılmalıdır. Toplumumuzda, inançlı insanların psikolojik açılardan herhangi bir sorun yaşamayacakları, yaşasalar da bu tür sorunların maneviyatla giderilebileceği şeklinde yanlış bir kanaat vardır. İmam Gazali gibi büyük bir İslam aliminin bile psikolojik krize girdiği ve 6 ay kadar hiç evinden çıkamadığı bilinen bir gerçektir. Psikolojik sorunlar yaşayan bazı kişiler de çevreden duyulacağı ve etiketleneceği endişesiyle tedaviyi kabul etmek istemezler.
Bilinmelidir ki, kim ne derse desin, sağlıktan daha kıymetli hiçbir şey yoktur. İsmet Özel'in 'el ne der diye kocaman bir putumuz var,' sözü toplumumuzun bir yanlışına dikkat çeker. Hz. İbrahim gibi cesaretle putları kırabilen insan ancak 'gerçek ben'ine ulaşabilir.
Huzur, insanın doğasında gizlidir.
Sabırsızlıkla bulunmayı bekler. Huzurumuzu, kendimize ve hayata inancımızı kaybettiğimizde, dua etmek iyi bir başlangıç olabilir. Zaten, düşmeseydik, düşünmeyecektik. Her değişim bir yıkımdan doğar. Olmaz dediğimiz şeyler olur. Taşların bile bağrından ot biter, hayat bulur...
Canan Sakallı 2 yıl önce
Cemile 2 yıl önce
Hümeyra 2 yıl önce
Cemile 2 yıl önce